ZELİHA SAPMAZ
Faruk Süren sadece Galatasaray için değil Türk futbolunda çok önemli bir isim. Başarılı bir işadamı. Türk futbolunun centilmeni Faruk Süren, yazarımız Zeliha Sapmaz aracılığı ile Yeni Asır okuyucularına açık açık konuştu. Suskunluğunu bozdu.
Atletizmin en önemli spor dalı olduğunu ve okullarımızda atletizme çok daha önem verilmesi gerektiğini düşünen Süren, Türkiye ve Avrupa seyircisi diye bir ayrıma karşı çıkarak, 'kale arkası seyircisi' tabirini kullandı.
Kadın ve çocukların seyirciye kapalı maçlara alınmasını, kadınlar adına 'hakaret edici' buluyor. Şike cezalarının dünyanın her yerinde ağırlaşacağına dikkat çekti.
- Türkiye'de spor kültürünü değerlendirebilir misiniz?
Tabii bizde bir yanlış anlayış var, spor deyince akla hep futbol geliyor. Oysa geniş anlamıyla spor önemli bir kültürdür. Benim için sporun en önemli kısmı atletizmdir, çünkü sporcu olabilmek için önce atlet olmak lazım. Bu bir sistem ve maalesef bizde çok ihmal ediliyor. Ne yazık ki bizde bu ders iştirak edilmeyecek, rapor alınacak, ihmal edilecek bir ders olarak görülüyor. Girildiği zaman da basit hareketlerle geçiştiriliyor. Önce temelde, ilköğretimde başlamak lazım ciddi bir beden eğitimi müfredatıyla ve çocuklarımızı sağlıklı bir bedene sahip olmak için teşvik etmek lazım. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu dalı da diğer dersler kadar ciddiye alan müfredat hazırlayıp okullarda bu derslere uygun spor salonları hazırlaması gerektiğini düşünüyorum.
Döner bıçağıyla maça gidilmez
- Futbol deyince insanlar organize olup tepki gösteriyor, harekete geçiyor. Ama toplumsal başka meselelerde bu birliği pek göremiyoruz. Sizce neden?
Futbol çok popüler bir spor. Tutku var, takımlar var. Kişi kendisini takımıyla özdeşleştiriyor, aidiyet oluşuyor. Sadece futbolu sevdiğinden dolayı değil, futbol çok popüler ve bu kimliğinin bir parçası oluyor. Bir yerde de anonimite kazanıyor ve o bütünlüğün içinde yok oluyor. Tabii futbolu bir gerektiği için seyredenler var, bir de sadece tuttuğu takım için seyredenler var. O da kazanmak için seyrediyor ve kaybettiği zaman da dram oluyor.
- O zaman da tepkiler kontrolsüz olabiliyor. Önlenemiyor mu?
Tabii, fanatik olmak öyle bir şey. Holiganlar adam öldürüyor. Döner bıçaklarıyla maça gelinir mi? Kontrolü yok maalesef ve bunun geri kalmışlıkla alakası yok. Geçmişte hatırlıyorum, galiba Marsilya'daydı. Avrupa Futbol Şampiyonası'nda bir İngiliz holigan bir Fransız'ı öldürdü. Sonra tetkik ettiler adamın evli iki çocuklu bir fizik mühendisi, komşuları tarafından son derece sakin ve sevilen bir adam olduğu ortaya çıktı. Holiganlığa geçince değişiyor işte, başka insan olabiliyor.
Alkış, üzüntüyü anlatıyor
- Peki sizin de öyle tepkiler verdiğiniz oldu mu? Galatasaray'ın Fenerbahçe'ye 0-6 yenildiği bir maçta çok centilmence yorumlanmıştı Galatasaray Başkanı'nın rakip takımı alkışlaması.
Yoo, ben daha kontrollüyüm. Alkışlayan başkan ben değildim, rahmetli Özhan Canaydın alkışlamıştı. Tabii kolay bir şey değil bunu yapabilmek. Yalnız o da bir tepki, o alkış üzüntüyü de ifade ediyor...
- Galatasaray'a başkanlığınız döneminde çok şey kazandırdınız.
Her yerde olduğu gibi, başarı sadece benim değil. Bu bir ekip ve disiplin işi. İnsan duygusaldır, tabii iyi, kötü, keyifli zamanları var. Neticede içerde biyokimyevi bir reaksiyon var. Dolayısıyla iyi bir ekip oluşturmak lazım, başkan olduğunuz zaman da refakat edeceksiniz ve yönlendireceksiniz bu çok önemli. Bizim başarımız da o ekibin oluşmasından kaynaklanıyor.
- UEFA Kupası'nı Galatasaray sizin dönemizde aldı. Özellikle uyguladığınız bir yöntem var mıydı?
Bir görev üstleniyorsunuz ve bir hedefiniz var: Şampiyon olmak. Olduğunuz zaman çok büyük bir mutluluk. Sonra tabii hedefiniz bunu uluslararası seviyeye taşımak, işte biz de o zaman 2000 yılında UEFA Kupası'nı aldık. Tabii bu 3-4 yıllık bir süreçti kolay olmuyor oraya varmak. Özel bir metod yok, o sektörün icabettiği kuralları tatbik edeceksiniz ve önemli olan o göreve konsantrasyon ve çalışmak.
- Peki Türk toplumu statta maç seyretmeyi ne kadar biliyor?
Türk toplumunun maç seyretmesiyle bir Avrupalı arasında fark yok. Özellikle kale arkasındakilerin hiçbir farkı yok. Ama stada girip çıkarken, orada otururken, yemek yerken farklar olabilir. Bizde bazı kötü adetler var. Rakip oyuncunun taraftarı örneğin korner atmaya gelindiğinde sahaya su şişeleri, çakmaklar gibi cisimler atılıyor. Bu artık bazı toplumlarda olmuyor.
Tarafsızlığını yitirmiştir
- 1989'da İngiltere'deki faciadan sonra, getirilen düzen yeterli oldu mu?
İngiltere'de artık olmuyor. 96 Liverpool F.C taraftarının öldüğü Hillsborough faciasından sonra, Margaret Thatcher kendi federasyonunu UEFA'ya şikayet ettirtti. Ve İngiliz takımları beş yıl Avrupa'daki maçlara gidemedi. Yargıç Lord Taylor'a görev verildi spor müsabakalarının emniyetli geçmesi için ve bir dizi önlemler getiren yasa çıkartıldı. Bu düzenlemeden sonra Premier Lig kuruldu. Bu yavaş yavaş bizde de olacak. Bizde yanlış olan, mesela deplasmana gidildiğinde Galatasaray seyircisi Fenerbahçe'nin maçına gidemiyor, Fenerbahçe seyircisi de Galatasaray maçını izleyemiyor çünkü kontrol edemiyorlarmış. Bu yanlış. Kontrol edemediğimiz zaman hadiseyi yasaklıyoruz. Oysa bunun sorumluluğunu bireylere vermek, ve basit cezalar yerine caydırıcı ciddi ceza uygulaması getirmek lazım. Kayıtsız şartsız kulüpleri gözetmeden uygulamak lazım. Kuralları uygulama bakımından Federasyon tarafsızlığını yitirmiştir.
- Seyirciyi nasıl kontrol ediyorsunuz?
Taraftar çok önemli, arkadaşlar gerekli teması kuruyorlar. Taraftarın da destek olması lazım. Köstek olmaması lazım. Tabii ki her taraftarın birey olarak bir gücü vardır. Ama onun da neticeye bakması lazım. Taraftarla ilişkiyi iyi kurduğunuz zaman zincir halinde her şey yolunda gider.
- Kadınların seyircisiz zamanlarda stadyuma davet edilmelerini nasıl buluyorsunuz, bu ayrımcılık değil mi?
Çok kadın seyirci var. Hatta erkeklerden daha fanatik olabiliyorlar. Kabul edilemez bir uygulama daha. Her ne kadar sosyal olarak onun izahatını yapabiliyor olsalar da, kadın erkek ayrımcılığı bakımından kadınlara bir hakaret olarak görüyorum. Seyircisiz cezalarda kadınlar ve 13 yaşın altındaki çocuklar yok farz ediliyor. Kaldı ki mesela, Beşiktaş'ın sadece kadınların seyrettiği maçta, kadınlar öyle küfür ettiler ki, takım bir ceza daha yedi! Dolayısıyla, derinlemesine düşünülmeden bu saçma sapan uygulamalardan vazgeçmek lazım. Maalesef bizde analitik düşünce yok. Her hadiseyi duygusal, bizden mi değil mi yaklaşımıyla ele alıyorlar. Problem bu. Kadınlar çok ilgili. Bu daha da artacak. Eğer talep varsa ve kadınlar erkeklerle aynı tribünde olmak istemiyorlarsa, böyle bir düşünce tarzı varsa, tabii ki bir bölüm onlara ayrılabilir.
- Şike konusunda tedbirler nelerdir?
Sıkı tedbirleri uyguluyorlar. Puan cezası veriyor, küme düşürüyor mesela. İtalyanlar ciddi bir şekilde bu kuralı uyguluyorlar. 20 yıl geriye dönük olmaz. Bu kanun çıktıktan sonraki hadiseleri alır. Biz de uygulayalım. Şimdi yargı bir karar verdi. Şimdi Yargıtay aşaması var. Diğer taraftan Türkiye Futbol Federasyonu kendine göre bazı kararlar verdi. Bazı yöneticilere vermedi. Federasyonun tutumunu son derece zayıf buluyorum.
Sarıkamış'ta kayak yapmayı seviyorum
- Şu anda Galatasaray'ın durumunu nasıl görüyorsunuz? Sizi yeniden aktif görevde görecekmiyiz?
Gayet güzel gidiyorlar. Ünal Başkan bu işi iyi götürüyor. Şimdi Wesley Sneijder ve Didier Drogba da geldi. Drogba Bizon gibi sporcu, 1.89 m boyunda. Ben ümitkarım. Bugünkü düşüncem, ben gerekli hizmeti verdim. Şimdi artık seyirciyim. Futboldan zevk alıyorum final maçlarına gidiyorum. Bizim ligi, Premier Ligi takip ediyorum. Tabii ki uluslararası müsabakalara çok ilgi gösteriyorum. Ben genelde sporu çok seviyorum. Hala sportif kayak yaparım. Türkiye'de en çok Sarıkamış'ta kayak yapmayı seviyorum. 2000 metrenin üstünde dağda ağaç var bu çok özel bir şey.
- Ünal Aysal'ın Fatih Terim için "değerli bir elemanımızdır" demesi olumsuz algılandı, siz ne diyeceksiniz?
Ünal Başkan Fransızca düşünerek "il est notre element important", "önemli bir üyemizdir" demiştir. Ama bilmeyenler "eleman" kelimesini küçültücü olarak çarpıtmışlar. Fatih Terim de ciddiye almadı. Hepimiz Galatasaray'ın bir elemanıyız.