Hazırlayan: KEMAL SAĞLAM
Levantenler, sabahları 8-9 arası günün altın öğünü olan kahvaltılarını yapar, saat birde de öğle yemeklerini yerlerdi. Hatta özellikle yaz aylarında yemekten sonra bir iki saatlerini mutlaka uykuya ayırarak kendilerini dinlendirirlerdi. Tabii ki uyku saatlerinde iş yerleri ve ofisler kapalı olurdu. Akdeniz'de oldukça yaygın kullanılan bir deyimle; bu saatlerde sokaklarda köpeklerle İngilizler'den başka kimseye rastlanmazdı. Akşam saat 8 civarında akşam yemeği yenir ve arkasından mutlaka "ince belli bardaklarda" sıcak çay içilirdi. Yemekten sonra kadınlar günün kritiğini yapmak, sohbet etmek üzere birbirlerinin evlerinde toplanırken, erkekler gece yarısına dek kalacakları gazinoların yolunu tutarlardı.
Hani derler ya, bayanlar çok dedikoducudur diye! Aksine, erkeklerin gittiği bu gazinolarda, erkekler kadınlardan daha çok dedikodu yapar, buna ek olarak seyyahların anlattıklarına göre de; hemen her konuda abartılı görüşler belirtirlerdi. Bu tip sosyalleşmelerin ve sohbetlerin o zamanlar da İzmir'in yaşamında önemli bir yer tuttuğu anlaşılıyor.
MESİRELİK ALAN
1700'lü yıllarda bugünkü Alsancak, boş mesirelik bir alandı. Meles Çayı'nın bir kolu olarak sayılan Boyacı Deresi, bugünkü Vasfı Çınar ve Mustafa Bey Caddesi'nde yerleşim bölgesine sınır çizmekteydi. 1817 tarihlerinde çizilmiş bir İzmir haritasında ise deniz kıyısına parelel bir yerleşim meydan geldiği görülür. Bu yerleşim kısmı bugünkü Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ne denk gelmektedir.
1837 yılında Aydın demiryolunun kurulmasıyla Punta bölgesi de gelişmeye başlamıştır. 1850'li yıllarda Kasaba demiryolu kurulunca, demiryolu istasyonuna gelen ve giden malları taşımak için bir rıhtım inşa edilmesi ihtiyacı doğar. 1880'li yıllarda İzmir Körfezi'nde karayoluna ilaveten denizden ulaşımın da gerçekleştirilmesi için vapur seferleri de başlayınca, Punta bölgesinin gelişimi hız kazanmıştır.
RIHTIM BÖLGESİ
1867 yılından itibaren rıhtım bölgesinde atlı tramvaylar çalışmaya başlamıştır. Tramvaylar, gündüz insanları, gece ve sabaha kadar ise yükleri taşıyorlardı. Bu tramvaylarda Müslümanlar, gayri Müslimler, haremlik ve selamlık olarak ayrılan bölümlerde seyahat ediyorlardı. 1867-1874 yılları arasında Kordonboyu'nun yapılmasıyla Punta bölgesinin gelişimi tamamlanmış oluyordu. Şunu da belirtelim ki Kordonboyu'nun yapımı esnasında Efes Antik Kent'ten getirilen taşların kullanıldığı bir rivayet olarak o dönemde kulaktan kulağa yayılmıştı.
DENİZCİLİK BAYRAMI
... "Yitik Kentin Kırk Yılı" adlı kitapta, İzmir'in orta sınıf bir ailesinden gelen Kozmas Politis'in gözünden o günlere dönelim:
"Erkeklerin çoğu mahallede yoktu. Rıhtıma gitmişlerdi. Rıhtım ana baba günü, şehir boşalmış. Çeşit çeşit flamalarla, Türk ve Yunan bayrakları ile süslü birbiri ardına bağlanmış yedi büyük mavna Kokolis'in yazlık tiyatrosu önünde denize uzanan bir burun gibi dizilmişler. Millet mavnalara dolmuş, giriş ücreti dört para ve Eden'den(*) öteye iğne atsan yere düşmez!
... Kayık yarışlarını, bütün yarış boyunca yakından seyretmek için en güzel yer tabii ki rıhtım, bedava! Tramvaylar zor ilerliyor. Tramvaycı iki de bir de tramvayı durdurarak etraftaki kalabalığı ezmeden ilerleyebilmek adına, ahaliyi uyararak yolunu açabilmek için iki de bir düdük çalıyor. Rıhtımdaki gösterişli ve zengin evlerinde oturan kentin ileri gelenleri ise ellerinde dürbünleri ve teleskoplarıyla denizde neler olup bittiğini izliyorlardı. Her ev sahibi, hangi millette mensup ise onun bayrağını kendi balkonuna çekmişti. Bu bayraklar arasında Yunan bayrağı, Fransız bayrağı ilk bakışta göze çarpanlar arasında idi. Aynı zamanda İtalyan, Hollanda ve Alman konsolosluklarında da durum farklı değildi. Diğer tarafta şehrin üzerinde Yunan elçiliğinin gönderine asılı bayrağı dalgalanıyordu. Türk mahallerinde olduğu gibi Yahudi mahallesinden de az insan gelmişti. Ama limanın fesli, altın şeritli Türk zaptiyeleri, iki üç konsolos, Yunan elçisi ve bizden ileri gelenlerle ortadaki mavnanın tentesi altında sandalyelere oturmuşlardı."
EDEN BAHÇESİ
(*) Eden bahçesi, dönemin en popüler toplanma, sosyalleşme yeri idi. Tiyatro salonu olarak da kullanılan bu yapının mimarisi ise görülmeye değerdi.
Bu arada yukarıda sayılan farklı milletlerden bir arada yaşayan insanların, kent yaşamında çok da büyük bir kargaşa yarattıkları da düşünülmesin lütfen! Zira kendi aralarında oldukça güzel bir paylaşım ve iletişim söz konusu idi. İnsanoğlunun temel yaşamsal ihtiyacını sağlayan paranın özne olduğu ticaret hayatına ilişkin Tournefort'un o dönemlere ait izlenimlerine kulak verelim:
" ... Yabancı tüccarlar, aralarında iyi ilişkiler sürdürmekteydiler. Bütün kent boyunca uzanan Frenk sokağında Türklere nadiren rastlanırdı. Öyle ki, bu sokakta dolaşan bir kişi kendini Hristiyan tam da ortasında sanabilirdi. Burada, hemen hemen yalnız İtalyan, İngiliz, Fransız ve Hollanda dilleri konuşuluyordu...
... Kiliselerde serbestçe şarkılar söylenmekte, dua edilmekte, dini ibadet hiçbir zorlukla karşılaşılmadan yapılabilmekteydi. Öte yandan, Müslüman halka çok geniş bir mesafe bırakıldığı da söylenemezdi. Öyle ki, günün ve gecenin her saatinde açık olan kahvelerde ve eğlence yerlerinde bu kentte yaşayan her milletten insan bir arada yer, içer, birlikte şarkılar söylerdi ve hatta Fransız, Rum ve Türklere özgü danslar hep birlikte yapılırdı..."