Son günlerdeki gelişmelerle ilgili gazetecilik ve meslek etiği üzerinden yapılan tartışmaları anlamam mümkün değil. 14 Aralık operasyonu ile gözaltına alınıp halen devam eden süreçte gündeme gelen isimlerden söz ediyorum. Muhabirlikle başladığım ve 21 yıldır sürdürdüğüm mesleğimde, başka hiçbir iş yapmayan yani başka bir geliri olmayan bir gazeteci olarak itirazım var benim bu tartışmaya. Yıllar içinde iç ve dış güçlerin de yardımıyla devlet içinde güç kazanan ve bu gücü, en sonunda devleti ele geçirmeyi hedefleyecek kadar ileri götüren bir paralel yapılanmanın, dışarıdaki sivil diyebileceğimiz uzantılarına "gazetecilik" üst şemsiyesiyle yardımcı olanları kusura bakmayın ama, ben ve benim gibi gazetecilerle bir tutmam mümkün değil. Şunu samimiyetimle söylerim ki; basın özgürlüğü ve demokrasiye müdahale ile ilgili en küçük bir şüphemiz olsaydı Yeni Asır olarak hiç düşünmeden yerimizi alırdık. Burada asıl olan ve gerçek gazetecileri asıl üzen şey; devleti ele geçirme sürecinde gazeteci sıfatıyla kumpasçı rolü oynayanların, bugün 'basın özgürlüğü' nidalarıyla ortalığı velveleye vermeye çalışmalarıdır.
Bugünkü yaşananları kendi mesleğim üzerinden ele alırken aslında siyasi ve sosyal ve hatta ekonomik her tür unsuru barındırdığını az sonra anlayacaksınız. Ki; bu konuda söz söylemeye en fazla hakkı olan 3 isim; Nedim Şener, Soner Yalçın ve Ahmet Şık'ın açıklamaları; bu gerçeği bir tokat gibi ispatlamaya yetiyor.
Bu 3 isim Oda tv davası sürecinde bir Terör Örgütü niteliğindeki yapılanma ve bu örgütün lider ve üyeleri olarak itham edildi, yıllarca hapis yattı. Yargılanmaları sürüyor ancak; bu süreçte hem bu kişilerin tuzağa düşürüldükleri hem de kumpası kuranlar deşifre edildi. Ve bugün, bu 3 gazeteciye bu kumpası kuranlara suçüstü yapıldı ve ilahi adalet tecelli ediyor.
'ÇONGAR VE ILICAK İKİYÜZLÜ'
14 Aralık operasyonuna basın özgürlüğü yakıştırması yapanlar (aralarındaki birkaç gazeteciyi ayrı tutarak söylüyorum) bir de gazetelere tam sayfa ilan verdiler. Paralel yapının medya ve emniyet uzantılarına yönelik bu operasyona "Özgür basın susturulamaz" diyerek itiraz edenlere ben değil, bu kumpasın en büyük mağdurlarından gazeteci Nedim Şener isyan ediyor:
"Kampanya yürütenlerin bazılarına baktığımda tek kelimeyle utanmazlık ve iki yüzlülük karşımıza çıkıyor. Yasemin Çongar ve Nazlı Ilıcak'ın hem bizim gözaltına alınmamız sürecinde hem de Oda Tv sürecinde nasıl iftira atanlarla omuz omuza mücadele verdiklerini biliyorum. Bu ilanı, UTANMAZLIK olarak kayda geçirebiliriz. Bu ikiyüzlüleri toplumun görmesi gerek."
HESAP VERMEK ZORUNDALAR
Paralel yapının tuzağına düşen Soner Yalçın'ın yorumları ise daha vahim. Aslı Aydıntaşbaş konuşmuş kendisiyle ve paralel yapının medya uzantısının gazetecilikle alakası olmadığını ibret veren ifadelerle anlatmış. Söz Soner Yalçın'da:
"Bir suç işleyip mesleğimi kötü niyetle kullanıyorsam, buna biz basın özgürlüğü diyerek sahip çıkamayız.
Bize kumpas kuruldu. Zaman ve Samanyolu'na bir kumpas kurulmadı. Çünkü onlar bu kumpasın bir parçasıydılar. Oda Tv ile Samanyolu'nu basın özgürlüğünde yan yana getirmek bize hakarettir.
Gönül ister ki; Zaman ve Samanyolu Genel Yayın yönetmenleri de bizim gibi çıkıp iddiaları çürütsün. Ama ben inanıyorum ki; iyi savcılar bu kumpas meselesini araştırırsa Balyoz ve Oda tv'de binlerce sahte delil bulacaklar. Ortada bir kumpas var. Bunun içinde hakimler, savcılar, gazeteciler, TÜBİTAK ve bürokratlar yok mu? Bu kumpası yapan gazetecilerle bizi nasıl aynı kefeye koyarsınız?
Her Ergenekon operasyonunda Samanyolu tv'de altyazı geçiyorlardı: Soner Yalçın da gözaltında diye. Ben kaçtım mı? Sonuna kadar bu topraklarda kaldık. Onlar kaçtı.
Bu kumpas, bir merkezden yönetiliyor. En tepede biri, altında başka birimler var. Kuryelik yapanlar var. Bunları basın özgürlüğü olarak ele alamazsın. O zaman kendi mesleğimize ihanet ederiz. Kumpasın merkezinde gazeteciler var. Biz bunları yaşadık. Bunlar gazeteci değil, kusura bakmayın ama ben Ekrem Dumanlı'ya kefil olamıyorum. Siz olabiliyorsanız buyurun.
Beni kim cezaevine attı? Ben, bir inanç grubu olarak cemaatin hakkını savunurum. Ama, o devleti teslim almak istedi. Bunu göremiyor musunuz hala?
Sonuçta Erdoğan hükümeti, Davutoğlu hükümeti bu kumpası ortaya çıkaracaksa bu, Türkiye'nin lehinedir. "Efendim diktatörlüğe gidiyor". Ben onunla mücadele ederim. Burada insanların hayatlarını yok ettiler. Bu büyük acıların sahibinin hakim karşısında yargılanması gerekiyor. Bunu talep etmek zorundayız..."
BİRGÜL HOCA VE KILIÇDAROĞLU DEMOKRASİSİ
Birgül Ayman Güler akademisyen siyasetçilerden. Mülkiyeli ve kamu yönetimi profesörü. Bugüne kadar siyasette ilkesini hiç bozmadı. CHP'ye girdiğinde ne dediyse bugün de aynı şeyleri söylemeye ve savunmaya devam ediyor. Herkesin bildiği bir uyarı ve eleştiriyi yaptığı için de bugün partisi onu ihraç etmeye hazırlanıyor. Son yerel seçimlerde CHP ile paralel yapının adaylar üzerinden pek çok yerde işbirliği yaptığını cümle alem biliyor. Aynı işbirliği Ağustos'taki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de yapıldı. İşte Birgül hoca, bu konuda partisini uyardı diye bugün tabiri caizse "kapının önüne konuluyor." Bir Allah'ın kulu CHP'li de "Durun ne yapıyorsunuz?" demiyor. Her yerde "demokrasi" dersi vermeye kalkan Kemal Kılıçdaroğlu'na en iyi demokrasi dersini aslında Birgül hoca verdi ama; anlayana...