Ben muhafazakarların Türkiye Cumhuriyeti'nin millet kültürüyle örtüşen tüm değerlerine sahip çıkmasını fikri tutarlılık açısından da ahlaki açıdan da zorunlu görürüm. Çünkü muhafazakar dediğimiz insan bir başka zaman ve mekan boyutundan çıkıp gelmiş birisi değildir. O bütün varlığıyla yaşadığı zamanın ve süreçlerin içinde tecessüm etmiştir. O nedenle ben muhafazakar çizginin devletle, devletin kurucu atalarıyla bir doku uyuşmazlığı içinde olmasını hiçbir zaman kabul etmedim, bu iddiadaki bir muhafazakar tutumu da hakiki bir muhafazakarlık olarak görmedim. Söz gelişi bana göre bir muhafazakar için Fatih Sultan Mehmet ile Mustafa Kemal arasında, gösterilecek saygı bakımından herhangi bir fark yoktur. Ama Türkiye'de fikri zaafları olan, felsefesi yerli olmayan, "sömürge İslamı referansları"yla refleksler geliştirmiş bir zümre muhafazakarlığı vardır ki, maalesef bazı gazetelerde de yer bulmuşlardır. Bu mevzudaki düşüncelerimi sanırım bir köşe yazısında dile getiremem, o nedenle dünkü gazetelerde Türkiye'deki bazı muhafazakarların kendini ele veren, bana göre arızalı tutumlarını sergileyen somut örneği göstermek en iyisi.
***
Bilindiği gibi Ürdün Kralı Abdullah, Türkiye'yi ziyaret ediyor. Burada bir parantez açmaya ihtiyaç var: Ortadoğu'da 2000'li yıllarda babalarını kaybeden üç genç devlet adamı vardı. Bunların biri Hafız Esad'ın oğlu Beşar Esad, diğeri Kral Hüseyin'in oğlu Kral Abdullah, bir diğeri de bir suikastla öldürülen Lübnan Başbakanı Refik Hariri'nin oğlu Saad Hariri'ydi.
Bu üç genç adam değişen dünya şartlarında ne yapacaklarını bilemez haldeyken beklenmedik bir şey oldu. Türkiye'nin Başbakanı Tayyip Erdoğan devreye girdi ve tabir yerindeyse, bu üç genç adamı koltuğunun altına aldı, onlara açıkça ağabeylik yaptı. Bu hamle aynı zamanda Türkiye'nin yeni Ortadoğu politikasının ipuçlarını da veriyordu. Nitekim bu süreç 2010 yılında Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün arasında New York'ta imzalan "İşbirliği Anlaşması"yla sonuçlarını vermeye başladı. Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül bu üç genç devlet adamına sürekli olarak demokratik reformlar yapmaları gerektiğini telkin ettiler, dünyanın gidişatı hakkında onları bilgilendirdiler. Başbakan Erdoğan'ın en iyi öğrencisi Ürdün Kralı Abdullah ve Lübnan Başbakanı Hariri çıktı. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ise kendisine söylenenleri hayata geçiremedi. Bugünkü Suriye tablosu bunun eseri. Özellikle Kral Abdullah ülkesini bir demokratik monarşiye dönüştürmek için bir dizi reform yaptı ve bu şekilde de koltuğunu koruyabildi.
***
Parantezi burada kapatalım ve yine konuya dönelim. Türkiye ziyareti yapan Kral Abdullah, mutad olduğu üzere Anıtkabiri ziyaret ediyor. Anıtkabir'de duygulanıyor ve gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülüyor. Bir küçük parantez daha: Ürdün Kralı'nın niçin ağladığını anlamak için belki de Şevket Süreyya Aydemir'in "Enver Paşa" adlı kitabında dedesi Şerif Hüseyin'in neler söylediklerini okumak gerek. Ve elbette ağlayan kral haberi önemli bir haberdir, nitekim ülkenin Sabah, Hürriyet, Milliyet gibi gazetelerinde birinci sayfadan görülmüştür.
Fakat ne hikmetse, Türkiye Gazetesi hariç, bizim muhafazakar gazetelerimizin hiçbiri bu haberi görmediler. Bu durumun herhangi bir anlamının olmadığını kimse söyleyemez. Bu davranış muhafazakar düşüncenin kapsayıcı anlayışına, en karşıtta bile bir ortak nokta bulma arayışına, demokratik tabiatına aykırıdır.
Muhafazakar dünya içerisinde bir grubun bunca büyük tecrübelerden sonra hala çocukluk hastalıklarını Mustafa Kemal Atatürk'ü sansürleyerek göstermeleri ne kadar itici geliyor insana.
Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül-Bülent Arınç çizgisinin hala çok gerisinde bir muhafazakar basın...
Hayret ki ne hayret!