Takvimlerin gösterdiği öyle günler vardır ki, beyninize kazınır ve nesiller boyu bu tarihlerin önemi, her yıl bir öncekinden daha fazla anlaşılır. Çanakkale Zaferi de bu tarihlerden biridir. 96. yılında, ilk yılından daha taze, daha anlamlıdır. Nedenine gelince: İşte size sahne sahne anlatmaya çalışayım.
Anafartalar kahramanı Albay Mustafa Kemal, yağmur gibi yağan top mermileri ve şarapnel parçaları altında askerlerine şöyle emrediyordu, "Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek sürede yeni birliklerimiz gelecek ve bizim yerimizi alacaktır..."
İlk bakışta insana kurgusal ve masalsı bir savaş filminin anekdotu gibi gelmiyor mu? Ama değil. Tarihin ta kendisi...
Tarihin en gerçek sahnelerinden birinden söz ediyoruz. Kan deryası içinde yaşanan bir sahne hem de...
Dünya ordularının üzerimize yüklendiği Çanakkale Savaşı'nın beni en çok etkileyen sahnelerinden birisi bu. Aradan 96 yıl geçmesine rağmen, o sahneler hala hepimizin zihninde en canlı kareler olarak yaşamaya devam ediyor...
Bu sahnelerden birisini yazımın girişinde anlattım.
O günün Albay Mustafa Kemal'i, yarının Atatürk'ünün nasıl bir inanç, kararlılık ve cesaret adamı olduğunun en diri ipuçlarından birisini veren sahneydi bu. Vatanı korumak ile canını feda etmek arasındaki bu ilişki, bu sahnedeki kadar sahici biçimde hiçbir yerde örneklenemez...
İkinci bir sahne daha var beni kalbimden vuran.
Sıradağlar gibi dizilmiş şehit mezarları karşılar sizi Çanakkale'de. Gittiniz mi bilmiyorum ama sonsuz bir şehit bahçesine girmiş hissedersiniz kendinizi. Mis gibi ŞEHİT kokan bir gülistandır aslında orası. Ve buğulu gözleriniz şehitlerin mezar taşlarına takılır. Konyalı Ahmet'i görürsünüz, Sivaslı Rıza'yı, Aydınlı Ömer'i, bizim Ödemiş'li Ali İhsan da yatıyordur orada. İzmirli Mülazım Hakkı, hemen yanıbaşında. Kimler yok ki orada? Diyarbakırlı Seyit Çavuş, Mardinli Hacı Ali. Azerbaycanlı Rüstem. Cezayirli Kerim. Edirneli Mustafa. Ermeni Agop İzak da "Çanakkale geçilmez" diyenlerdendir...
Özetle: Doğudan batıdan her yerden... Türkü, kürdü, çerkezi, arabı ve gayrı müslimi hepsi oradadır. Hepsi bu vatan için şehit olmuş...
Bir başka sahne daha anlatayım size Çanakkale'den...
İnsanı hüzünlendiren, bir o kadar da gururlandıran bir sahne. Gelibolu'da, Anzak mezarlarında olduğunuzu düşleyin. Hatta düşlemeyin bence, bir an önce gidin...
Yabancı diyarlardan, dünyanın bir ucundan emparyalizmin sürükleyip getirdiği, başka annelerin çocukları onlar. Ama Mustafa Kemal'in şefkatli sesini hatırlayın. Bu sesle, Anzak çocuklarının da bizim evlatlarımız olduğunu hatırlayın: "Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar. Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler. Huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar, bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim insanlarımızdır."
ŞEHİTLERİMİZE SAYGI
Çanakkale Destanı'nın 96. yılını kutluyoruz bugün. İnanıyoruz ki, bir insan topluluğunun tarihte başardığı hiçbir şey olmasa bile, Çanakkale Zaferi gibi büyük bir olay, o topluluğun MİLLET olması için yeter de artardı. Tarihi zaferlerle dolu bir millet olan Türk milleti, zaferler dizisine Çanakkale'yi de ekledi. Türk'ün vatanı ve bağımsızlığı için nasıl candan, serden, evlattan ve sevgiliden vazgeçebileceğinin an be an tespit edilmiş belgeselidir Çanakkale.
Bu belgesel, hafızalarımızda sonsuza dek yaşayacak. Ve biz, Çanakkale şehitlerimizi hiçbir zaman unutmayacak, yüzlerce yıl sonra bile ilk günün tazeliğinde ve gururunda anacağız.
Aziz ruhlarının önünde saygıyla eğiliyoruz...