Türkiye 2010 yılının son çeyreğinde ekonomide hareketli günler yaşamaktadır. İşsizlik oranında görülen gerileme, Türk Lirası'nın aşırı değer kazanması, Merkez Bankası'nın piyasalardan döviz ve Türk Lirası çekmeye yönelik çalışmaları ve reel sektörün beklediği vergi ve sigorta prim borçlarına ilişkin düzenleme, son dönemde ekonomide konuşulan konuların temel başlıklarını oluşturmaktadır.
Ancak ekonomideki tüm bu hareketliliğe karşın, ülke gündeminde siyasi tartışmalar geniş yer tutmakta, siyasi partilerin kendi aralarında sürdürdüğü diyaloglarda ekonominin yine göz ardı edildiği de dikkatlerden kaçmamaktadır.
İŞSİZLİK SORUNU
Referandum sürecinden sonra, ekonomide işsizliğin düştüğünü gösteren rakamlar tartışılmış, gözler hükümetin vergi ve sigorta prim borçlarına ilişkin hazırlayacağı düzenlemeye çevrilmiştir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından, Mayıs-Haziran-Temmuz döneminin orta noktası olarak açıklanan Haziran 2010 verilerine göre, işsizlik oranı 10.5'e gerilemiştir. Bununla beraber, işsizliğin düştüğünü gösteren rakamların olumlu etkileri henüz günlük yaşama yansımamıştır.
Her ne kadar hükümet ekonomide olumlu bir tablo çizse de, Türk halkının yaşamında, ticari hayatta, sanayi sitelerinde, çarşı ve pazarlarda ne yazık ki sözü edilen olumlu gelişmelerin etkileri görülmemektedir.
Yine TÜİK tarafından aylık olarak açıklanan Tüketici Güven Endeksi, ekonomide yaşanan sıkıntıların temel göstergesini oluşturmaktadır. Tüketici Güven Endeksi'nde, yüzün altındaki değerler 'tüketicilerde oluşan güvensizlik' şeklinde yorumlanmaktadır.
Hal böyle iken, Ağustos ayında endeksin 83.75'e düşmesi, ekonominin geleceğine ilişkin endişelerimizde haklı olduğumuzu göstermektedir. Çünkü, Tüketici Güven Endeksi'ndeki düşüş, tüketicilerin gelecek dönem satın alma gücü, iş bulma olanakları ile mevcut dönemin dayanıklı tüketim malı satın almak için uygunluğu durumlarına dair değerlendirmelerinin olumsuz olmasından kaynaklanmaktadır.
Tüketicinin geleceğe güvenle bakamaması, harcamalarını kısması ise, piyasalardaki nakit sirkülasyonunun durması anlamına gelecektir. Bu durum da doğrudan halka hizmet veren ve ekonominin en kırılgan halkasını oluşturan esnaf ve sanatkarlarımızı olumsuz etkilemeye devam edecektir.
AŞIRI DEĞERLİ
Öte yandan, aşırı değer kazanan Türk Lirası, ekonomide tedirginlik yaratmaktadır.
Merkez Bankası, Türk Lirası'nın bir yıllık sürede TÜFE'de 10.81 puan, ÜFE'de ise 10.9 puan değer kazandığını açıklamıştır. Bu durum, en yalın anlatımıyla Türk Lirası'nın reel olarak değer kazandığını, Türk mallarının benzer yabancı ürünlere göre daha pahalı olduğunu göstermektedir. Çarkın bu şekilde dönmeye devam etmesi ise, ihracatı ve yatırımları olumsuz etkileyecektir.
Merkez Bankası, bir diğer açıklamasında, "ekonomide yaşanan iyileşme" gerekçesiyle, bankaların Merkez Bankası'na yatırmakla yükümlü oldukları Zorunlu Karşılık Oranı'nın yüzde 5'ten yüzde 5.5'e yükseltildiğini ifade etmiştir.
Diğer bir deyişle bankalar faiz ödeyerek topladıkları paranın önemli bölümünü bundan böyle Merkez Bankası'na faizsiz olarak devredeceklerdir. Yani bankaların topladıkları mevduatın maliyeti yükselecek, kredi olarak kullandırabilecekleri paranın miktarı azalacak ve böylece Merkez Bankası piyasadan Türk Lirası ve döviz çekmiş olacaktır.
FARKLI STRATEJİ
Yatırım ve üretimin arttığı, talebin canlandığı, istihdam sorununun ortadan kalktığı piyasa koşullarında Merkez Bankası'nın bu kararı isabetli olarak değerlendirilebilir.
Ancak ne yazık ki Türkiye'de dar ve orta gelirli gruplar için ekonominin gerçekleri çok daha farklıdır. Olumlu rakamlara rağmen işsizlik toplum yaşamında büyük sıkıntılar doğurmakta, piyasalardaki nakit sıkışıklığından dolayı insanlar yeni finansal desteklere ihtiyaç duymakta, yatırımlar ve üretimler aksamaktadır. Dolayısıyla böyle bir ortamda ekonominin kurmayları daha farklı stratejiler geliştirmelidirler.
Düşünülen tedbirlerde ve hayata geçirilen uygulamalarda, ülke ekonomisinin reel durumu dikkate alınmalı, makro ekonomideki rahatlamaya karşın genel iktisadi durumda yaşanılan sıkıntılar gözardı edilmemelidir. Aksi takdirde alınacak tedbirler sıkıntıları gideremeyecek, verimli olamayacaktır.
YENİ DÜZENLEME
Son günlerde çok konuşulan bir başka konu da, vergi ve prim borçlarında yapılacak yeni düzenlemedir. Birikmiş vergi ve prim alacaklarının faizleriyle birlikte 100 milyar lirayı aşmış olması, böyle bir beklentiyi özellikle esnaf ve sanatkar açısından artırmaktadır.
Kesimimiz bir af talebinde bulunmamaktadır. Af, vergi, SSK ve Bağ-Kur primlerini zamanında ödeyenler, borcunu ödemek için banka kredisi kullanan ya da gayrimenkulünü satanlar açısından adaletsizlik yaratacaktır.
Ancak, enflasyondan üç-dört kat fazla oranlarda uygulanan gecikme zamları da, zaten ödeme güçlüğü çekenler için koşulları iyice zorlaştırmaktadır. Oysa, ödeme kolaylıkları sağlanarak birikmiş alacakların tahsil edilmesi, devletin de menfaatine olacaktır.
Hafta başında yapılan Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu (TESK) genel kuruluna katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, bu yönde yaptıkları açıklamalarla Türk esnaf sanatkar teşkilatlarını umutlandırmışlardır.
İzmir Birliği olarak bizim de önerimiz, birikmiş vergi ve prim borçlarının ana paralarının dondurulması, enflasyon oranına uygun gecikme faizi uygulanarak, uzun vadeli geri ödeme planı hazırlanmasıdır.