Esra Ronabar: Engin, eril dünyada tek başına hayatta kalmaya çalışan bir kadın
Çekiç ve Gül: Bir Behzat Ç. Hikâyesi'nde Engin karakterine hayat veren ünlü oyuncu Esra Ronabar, Bi' Başka YouTube kanalında İrem Erbaş'ın konuğu oldu. Ronabar, oldukça etkilendiği Behzat Ç. senaryosundan eski projelerin günümüzde tekrar canlanma sebebine, Ödemiş'ten Ankara'ya uzanan oyunculuk serüveninden yeni projelerine kadar birçok farklı konuda samimi açıklamalarda bulundu. Oyuncu, Engin karakterine iyi çalıştığını ifade ederek "Dünyayı eril bir sistem yönetiyor. Bu sistem hem erkeklere hem de kadınlara çok büyük zarar veriyor. Çünkü hepimizin üzerine bir şeyler yapıştırıyorlar. 'Erkeksen evi geçindirmek zorundasın, kadınsan şu güzellik kriterlerine uymak zorundasın' diye. Hepimiz sistemin altında ezilen, çaresiz varlıklar gibi hissediyoruz. Engin de eril bir dünyada tek başına ayakta kalmaya çalışan bir kadın" dedi.
Esra Ronabar, sevilen YouTube kanalı Bi' Başka'da, genç oyuncuları eleştirmeyi doğru bulmadığını söyledi: Sürahiysen bardağa eğilirsin. Eleştirmektense, acıtmaktansa tam tersine 'Haydi gel' demek benim görevim. Amacı oyunculuk değil, tanınmaksa ona alan açmalı ve bunun farkına vardırmalısınız.
Çekiç ve Gül: Bir Behzat Ç. Hikâyesi izleyicisiyle buluştu. Projeye nasıl dâhil oldunuz?
O kadar iyi bir senaryo geldi ki elime. Çok iyi bir hikâyeydi. Böyle bir işe 'Hayır' deme şansım yoktu. Bugünden bir hikâye anlatılıyor olması da beni çok etkiledi. Geçmişten hikâyeler anlatınca bazen genç seyircileri alamıyoruz. Ama bugünün Türkiye'sinden, bugünün dünyasından, bu coğrafyadan bir şeyler anlatıyor olmak beni çok heyecanlandırdı. Hepimizin derdi aynı. Dramanın da amacı budur aslında: Bugünü anlatmanın yarına dahli olur diye, bugünü anlatmak yarına ışık olur diye… Senaryoyu okuduğum anda kostümlerimi de çalıştım ve yönetmenimize gidip 'Ben hazırım' dedim.
Behzat Ç. çok sevilen, büyük kitlesi olan bir iş. Yıllar sonra yeniden seyirciyle buluşacak olması sizde 'Eskisi gibi olacak mı?' düşüncesi ve endişesi yarattı mı?
Asla olmadı. Senaryoyu bir kez okudum ve okuduktan sonra hemen kabul ettim. Benim hikâyeciliğe bakışım budur. Ben hikâyenin manifestosuna katıldığım işlerde olmak istiyorum. Bu benim için büyük bir onur oluyor. Geri kalan kısmı beni çok ilgilendirmiyor aslında. Ben bir oyuncuyum. Benim için zor bir karakterdi ama iyi çalıştığımı düşünüyorum. Bundan sonrası da seyirciye emanet. Umarım kalplerde yerini bulur.
"ENGİN, ERİL DÜNYADA TEK BAŞINA HAYATTA KALMAYA ÇALIŞAN BİR KADIN"
Neden zor bir karakterdi sizin için? Karakterinizden de bahsedelim mi?
Engin'den bahsedemiyoruz çok fazla. Çünkü Engin'in sırtında bir yük var. O yük de bizim hikâyemizin sırrı. Bu sırrı taşıyış şekli onu trajik bir kahraman yapıyor. Ama minik bir açıdan bahsedebilirim. Dünyayı eril bir sistem yönetiyor. Bu sistem hem erkeklere hem de kadınlara çok büyük zarar veriyor. Çünkü hepimizin üzerine bir şeyler yapıştırıyorlar. 'Erkeksen evi geçindirmek zorundasın, kadınsan şu güzellik kriterlerine uymak zorundasın' diye. Hepimiz sistemin altında ezilen, çaresiz varlıklar gibi hissediyoruz. Engin de eril bir dünyada tek başına ayakta kalmaya çalışan bir kadın. İçinde yaşadığı dünya o kadar sert ki ayakta kalmaya çalışırken verdiği mücadele onu trajik bir kahraman yapıyor. O yüzden benim için çalışılması gereken bir karakterdi.
"İYİ HİKAYE, İNSANLARIN ARASINDAKİ SINIRI KALDIRIR"
Eski sevilen yapımlar yeniden ekranlara dönmeye başlıyor teker teker. Neden sizce? Şimdiki işler kısa süreli oluyor. Çok çabuk tüketiliyor. Hep eskiye bir özlem var.
Bir proje tekrar çekiliyorsa o proje kalplere değmiş demektir. Hiçbir seyirci beyniyle bir şeyi algılamaz, kalbiyle algılar. Drama bize değdiği sürece var olur ve başarılı olur. Eğer günümüz projeleri başarısız buluyorsanız bu sizin kalbinize değmediğini gösterir. O hikâye oynayan oyuncuyu içten ağlatmıyorsa, içten kırmıyorsa bunun seyirciye geçme ihtimali yok demektir. Hikâyeciliğin altın bir anahtarı var, insanların ortak kodları. Kıskançlık, öfke, ebeveyn egosu, çocuk olmak… Bunlar hiçbir kültürde hiçbir zaman değişmeyecek duygular. Eğer insanlığın ortak kodlarına hitap edebilirsek o zaman işlediğiniz hikâye Yeni Zelanda'da da izlenebiliyor, Türkiye'de de. İyi hikâye, insanların arasındaki sınırları ve sosyokültürel farkları ortadan kaldırıyor. Ama günümüz hikâyelerini de başarılı buluyorum ben. İnsanlık değiştikçe kodlar değişmiyor ama ilgilendiklerimiz ve ilgilenme şekillerimiz değişiyor.
Siz neler izliyorsunuz?
The Crown. Draması, çatışması çok güçlü.
Siz hangi köklü projenin devam etmesini isterdiniz?
Bizimkiler. Yargılamadan pek çok farklı karakterin aynı yerde barındığı bir diziydi. Şimdi çok yargılıyoruz birbirimizi. 'Sen öylesin, sen böylesin' diyoruz. Ama öyle güzel hayat. İkimiz de aynı olsak ne yapacağız ki? Birbirimizin fazla gördüğümüz yerleriyle ilgilenmeden bir harmoni içinde yaşayabiliyorduk önceden. Olduğumuz gibi kabul ediyorduk birbirimizi. Benim hayalim de çok başka karakterlerin bir arada yaşayabileceğini gösteren bir iş.
Farklı projeleriniz var mı? Yeni oyun, dizi, film? Kirpi Tiyatro oluşumu varlığına devam ediyor mu?
Tiyatroyu çok özledim. Arkadaşlarımla kurduğum Kirpi Tiyatroyu pandemiyle beraber kapatmak zorunda kaldık. Batı diye bir oyunumuz vardı, sosyal faşizmi anlatan. Bu faşizmi bir anne çocuk ilişkisinde, bir müşteri garson ilişkisinde görebiliyoruz. Ben bunları incelemeyi seviyorum. Yine buna benzeyen bir iş var. Ona çalışıyorum. Ama hayalim bir ergen çocuk ve annesinin ilişkisini anlatmak. Bunu yaparken de kendi anneliğimi karakterin içerisinde tekrar sorgulamak :) Mavi ergen şu anda :)
"BEN HER ŞEYİ BİLEN BİR ANNE OLMAK İSTEMİYORUM"
Sizin Mavi ile aranız nasıl? Zor geçiyor mu ergenlik süreci?
Mavi'ye sormalı :) Çocuk, insanı büyüten ve geliştiren bir şey. Biz çocukken anne ve babalarımız çok uyarırdı bizi. Her şeyi onlar bilirdi. Koruma içgüdüsü de söz konusu tabii. Ama böyle olunca onlar hep anne baba olarak kaldı. Ben her şeyi bilen anne olmak istemiyorum. Mavi'nin beni geliştirmesi çok hoşuma gidiyor. O bana bir şey anlattığında çok keyif alıyorum. Öğrenciyim ben. Bu yüzden ergenlik benim için güzel. Öğreniyorum susmayı, durmayı, saygı göstermeyi. Umarım Mavi için de iyi geçiyordur bu süreç :)
"ANKARA DEVLET TİYATROSU'NUN KAPISINI ÇALDIM VE 'BENİ ALIN' DEDİM"
Birçok kez anlatmışsınızdır eminim. Ama oyuncu olmak isteyen genç isimler için bir kez daha oyunculuk serüveninize nasıl başladığınızdan; Ödemiş'ten Ankara'ya uzanan hikâyenizden bahseder misiniz?
Tabii ki. Bu bir oluş serüveni. Kapitalizm pek oluşla ilgilenmiyor, olduğunuz halin satılmasıyla ilgileniyor ama olsun. Bir kere oyuncu olmak istiyorsanız olun. Oyunculuk dünyanın en keyifli şeyi. Ben bu dünyayı yönetiyor olsam insanlara ölünceye dek drama dersleri verirdim.
Çünkü tüm sinirini, öfkeni, hayal kırıklığını karakterin içinde yaşayabiliyorsun. Böylelikle ailenin, eşinin, dostunun karşısına geçtiğinde onu tekrar yaşaman gerekmiyor. Drama çok iyi bir sağaltıcıdır. Eğer içinizde oyunculukla ilgili en ufak bir kırıntı varsa kimsenin bunu hakir görmesine izin vermeyin. Benim hikâyeme gelecek olursak. 80'lerin sonunda Ödemiş'te 'oyuncu olacağım' demek çok iddialıydı. O dönemde 2 tiyatro geliyordu Ödemiş'e. Biri Genco Erkal'ın Dostlar Tiyatrosu, diğeri Rutkay Aziz ve Altan Erkekli'nin Ankara Sanat Tiyatrosu.
17 yaşıma kadar 3. bir tiyatro, bale izlemedim. Klasik müzik dinlemedim. Kendimi bildim bileli başka bir karakterin içindeyken kendi karakterim içinde olduğumdan daha özgür hissediyordum. Çünkü sizi şekillendiren bir aileniz, bir toplum, bir öğretmen var. Ama girdiğiniz karakterde sınırlar yok. Ben bunu keşfettiğim gün oyuncu olmaya karar verdim. Annem ve babamın en büyük korkusuydu. Ama ben kafama koymuştum. Ankara'ya okumaya gittim. Gider gitmez Ankara Devlet Tiyatrosunun kapısını çaldım ve 'Beni alın' dedim. Kursiyerlik sınavlarına girdim. Rutkay Aziz ve Altan Erkekli'den tiyatronun mutfağını öğrendim. İlk hocalarımdı.
Kendi dekorumu kurup kendi kostümümü dikebilirim. Çok önemli şeyler bunlar. Gençlere söylemek istediğim bir şey var. Eğer isteğiniz tanınmak veya şöhret olmaksa bu yola girmelerini tavsiye etmem. Çünkü tanınmadığınız her an sükûtu hayale uğrarsınız. Ama amacınız hikâye anlatıcılığıysa, bir başka karakter içinde dünyaları keşfetmekse mutlaka bu yola girin. Kalbinin sesini dinleyen yanılmaz, aklının sesini dinleyene çok sınav olur. O sınavlardan da insan kalır, üzülür. Herkesin kalbinin sesini dinlemesi taraftarıyım. Yaşlanınca 'Ben bu hayatı yaşadım, denedim' diyebilmek gerek. Denenmemiş bir hayat boşa geçen bir hayattır.
"GENÇLERİ ELEŞTİRMEYİ DOĞRU BULMUYORUM"
Günümüz oyuncuları da acımasızca eleştirilebiliyor bu 'şöhret olma' kavramı üzerinden. Siz nasıl okuyorsunuz bu durumu?
Ben 20'lerimdeyken büyüklük ve küçüklük anlamında, yaşsal fark anlamında daha sertti durum. Bizden yaşlı oyuncuların yanında daha çekingen davranırdık. Ankara Devlet Tiyatrosunun koridorları dardır. Eğer karşıdan devlet tiyatrosundan bir oyuncu geliyorsa en yakın kapıya çekilip karşındaki isme yol verirdin. Şimdi yaş kavramı daha yumuşadı. Şu anki gençleri çok şanslı buluyorum bu açıdan. Öte yandan gençleri eleştirmeyi de çok doğru bulmuyorum. Sürahiysen bardağa eğilirsin. Eleştirmektense, acıtmaktansa tam tersine 'Haydi gel' demek benim görevim. Amacı oyunculuk değil, tanınmaksa ona alan açmalı ve bunun farkına vardırmalısınız.