Osmanlı Padişahı 2. Abdulhamid'in vefatından önce son söyledikleri tüyler ürpertti
Osmanlı Devleti'nin 34. hükümdarı Sultan II. Abdülhamid Han dünyanın en çok konuşulan hükümdarlarından birisi oldu. Osmanlı İmparatorluğu'n çöküş sürecindeki devlette mutlak hakimiyet sağlayan son padişah olan 2. Abdülhamit, Balkanlar olmak üzere çeşitli bölgelerde çıkan isyanlara ve Rus İmparatorluğu'na karşı kaybedilen 93 Harbi'ne tanıklık etti. 2. Abdülhamid'in son sözlerini duyan eşi ise irkildi! İşte Osmanlı'nın ilk ve tek anayasasını düzenleyen 2.Abdülhamid Han'ın hayatı ve son sözleri...
Sultan 2. Abdulhamit, 21 Eylül 1842´de başlayan hayatı, 10 Şubat 1918´de sona erdi...Cihan Harbi´nde (1914–1918) cephelerden gelen acı haberler karşısında çok üzülen yaşlı hünkâr, her yanı tarih kokan ama merkezî ısıtma sistemine ve diğer saraylardaki gibi ihtişamlı şöminelere sahip olmayan Beylerbeyi Sarayı´nda, mangal ateşiyle ısıtılan bir odada ölümü karşılamak zorunda bırakılmıştı.
5 Şubat 1918´de şiddetli soğuk algınlığı sebebiyle rahatsızlanan 2. Abdülhamid, saray doktoru Hüseyin Âtıf Bey´in verdiği ilâçları kullanınca akşama doğru iyileşir gibi oldu; hattâ giyindi ve biraz dolaştı...
Devlet erkânı ve İstanbul halkının iştirakiyle toprağa verilen padişahın son günleri ve cenaze merasimi, üzerinde durulması gereken hâdiselerdir. Tam 33 yıl (1876–1909) Devlet-i Âliye´yi idare ettikten sonra 31 Mart Vak´ası ile tahttan indirilen ve İttihatçılar tarafından Selanik´e sürülen 2. Abdülhamid, Balkan Harbi´nin patlak vermesi üzerine İstanbul´a geri getirildi. Hâkân-ı Sâbık, beş yıl boyunca Beylerbeyi Sarayı´nda sıkı gözetim altında yaşadı...
Akşam yemeğinde âdeti olduğu üzere ailesiyle birlikte sofraya oturdu. İştahsızlıktan söz ederek bir köfte, bir iki kaşık kabak, bir adet de pirinç unu tatlısı yiyen 2. Abdülhamid, yemekten sonra göğsünde bir sancı hissetmeye başlayınca Müşfika Hanım derhal doktor getirtmek istedi; ama Âtıf Bey o sabah müsaade alarak evine gitmişti...
Kardeşi Vahdettin Efendi´nin hususî doktoru Aleksiyadis Efendi Beylerbeyi´nde oturuyordu. Hemen Muhafız Kumandanı Rasim Bey ona haber gönderdi. Abdülhamid´i muayene eden doktorun teşhisi 'zatürree' başlangıcıydı. Hâkân-ı Sâbık´ın üşüme nöbetlerinin ardı arkası kesilmiyordu...
Bu arada Sultan Reşad ve Enver Paşa´ya vaziyet bildirildi. Sonunda Âtıf Bey saraya geldi. O da muayene neticesinde aynı kanaate varınca Abdülhamid, bir de meşhur doktorlardan Neşet Ömer Bey´e kontrol ettirildi. Durumu iyi değildi, sabaha kadar sarayda kimsenin gözüne uyku girmedi...
Doktorların tavsiye ettiği ilâçları kullanmasına rağmen, Abdülhamid´in hastalığı ağırlaşıyor ve bir iyileşme belirtisi görülmüyordu... Sabahları banyo yapmaması tavsiye edilen Abdülhamid, ihtimal vefat edeceğini hissetmiş olmalı ki, 'Banyo benim medar-ı hayatımdır, beni kimse bundan men edemez, beni banyodan mahrum ederseniz hakkımı helâl etmem.' diyerek bu tavsiyeyi dinlemedi. Vefat ettiği günün sabahında da banyosunu yaptı...
Hayatının son yirmi yılında dâima yanında bulunan Müşfika Hanım, banyodan sonra çamaşırlarını giydirdi yaşlı çınarın... Fakat bir şey dikkatini çekti. Abdülhamid´in sırtı fevkalâde terliyordu. Müşfika Hanım endişe içerisinde, 'Aman efendiciğim çok terliyorsunuz.' deyince Abdülhamid´in dudaklarından, 'Kadın, bu ecel teridir' sözleri döküldü... Bu ifadeler karşısında Müşfika Hanım irkildi...
Daha sonra Abdülhamid oturduğu yerde sabah namazını edâ etti ve sütünü istedi... Âdeti üzere yarım bardak maden suyuna karıştırılmış sütünü içtikten sonra, 'Hamdolsun Yarabbi! Daha iyiyim.' deyip Müşfika Hanım´ın yardımıyla yatak odasına girdi ve yavaşça yatağına uzandı... O dakikalarda Sultan Reşad´ın, Selâm-ı Şâhâne ile Dolmabahçe´den gönderdiği doktorlar geldi...
Muayene esnasında Şehzade Âbid Efendi´nin mahzun bir hâlde karşısında durduğunu gören Abdülhamid, 'Ağlama oğlum. İyiyim, üzülme.' diyerek onu teskin etti... Biraz rahat nefes alabilmek için doktorlardan kan almalarını istedi...
Heyet odadan çıktıktan sonra içeride kalan Rasim Bey, Abdülhamid´in yanına gelerek elini öptü ve 'Hâkânım hakkını helâl et!' dedi... Doktorların, rahat etmesi için morfin yapma tekliflerini ise reddetti...
Abdülhamid, Selanik sürgününden bu yana yanında bulunan muhafız kumandanının yüzüne hayretle baktı, bir cevap vermedi... Sonradan içeriye giren Saliha Hanım´a gülümseyerek, 'Rasim Bey bizden ümidi kesmiş olacak ki, elimi öptü, benden helâllik istedi.' dedi...
Gözleri dolmuş bir hâlde ah çekerek, 'Bütün hizmetime bir kara çarşaf çektiler. Benim kimseden talep edecek hakkım yok.' diye ilâve etti...
Müşfika Hanım bu sırada, 'Efendiciğim! Bundan büyük hastalıklar geçirdiniz. İnşallah yine iyi olursunuz. Hakkınızı da elbet Allah alır' cevabını verdi...
Doktorlardan durumun ciddiyetini haber alan Sultan Reşad, ağabeyinin en büyük oğlu Şehzade Selim Efendi´ye haber yollayarak, kardeşleriyle birlikte hemen Beylerbeyi´ne gitmesini istedi...
Öğleye doğru Selim Efendi ve Ahmed Efendi saraya geldi... Haberi getiren Dilberyâl Kalfa´ya, şehzadelerin biraz beklemesini söyleyen Abdülhamid, sulu bir kahve istedi... Müşfika Hanım´ın koluna dayanarak oturan Abdülhamid, Şöhreddin Ağa´nın getirdiği kahveyi eline aldı ve bu sırada gözlerini odada bulunanların üzerinde gezdirerek âdeta onlarla vedalaştı...
Vefakâr eşi Müşfika Hanım´ın avucunu öperek, 'Allah senden razı olsun.' dedi. Sonra Saliha Hanım´ın elini tutarak, 'Hakkını helâl et' deyip onunla da vedalaştı... Kahveden bir yudum içti; ama ikinci yudumu içemeden kahve Müşfika Hanım´ın avucuna döküldü ve yüksek sesle 'Allah!' diyen Abdülhamid´in başı Müşfika Hanım´ın koluna düştü...
Odadan yükselen 'Efendimiz bayıldı, doktor yetişsin!' sesleri üzerine Âtıf Bey koşarak geldi... Bu sırada Şehzade Âbid Efendi de doktorla birlikte içeriye girdi... Sultan Abdülhamid´in râhmet-i Rahmân´a kavuştuğunu anlayan Âtıf Bey, bu acı hakikati odadakilere söylemedi. Kolları arasında Abdülhamid´i tutan Müşfika Hanım bir türlü kendisini bırakmak istemiyordu...
Onlar dışarı çıktıktan sonra, hâlâ odada bulunan Dilberyâl Kalfa´ya, 'Ne duruyorsunuz? Bir tülbent getiriniz de çenesini bağlayalım' deyince, kapıda bir şey anlamadan duran sadık bendegân Kahvecibaşı Şöhreddin Ağa´nın feryadıyla Abdülhamid´in ölüm haberi sarayda yankılanmaya başladı... Zâbitlerden Zekeriya Efendi de cenazenin başında Kur´ân okumaya başladı...
Şehzade Âbid Efendi, 'İnanmam. Babam şimdi yatağında oturuyordu.' diyerek ağlıyordu. Diğer şehzadelerin de gözlerinden yaşlar akıyordu. Ölüm haberi alan muhafız zabitler, içeri girerek son ta´zim vazifelerini yaptılar ve kadınları dışarı çıkararak ikişer ikişer nöbet tutmaya başladılar... Efsane Sultan´ın ölümü duyulunca Beylerbeyi Sarayı taziyeye gelenlerle dolmaya başladı. Hânedândan çokları geceyi sarayda geçirdi ve sabaha kadar Abdülhamid´in ruhu için dualar edildi, Kur´ân-ı Kerîm okundu...
Zatürreeye yakalandıktan sonra vefat eden Osmanlı padişahlarından üçünün, yani Sultan 2. Mahmud, Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülhamid´in 'baba, oğul ve torun' olmaları mânidâr bir tevafuktu...Aile içinden bazı kimseler, Abdülhamid´in, Fatih Sultan Mehmed´in türbesine defni için ısrar ettilerse de Enver Paşa, 'Fatih´in türbesine hiç kimsenin defni câiz olamayacağından bahisle' muvafakat göstermedi...
76 yaşında hayata gözlerini kapayan Sultan Abdülhamid´in cenazesi, 11 Şubat 1918 Pazartesi günü Beylerbeyi Sarayı´ndan Topkapı Sarayı´na getirilmeden evvel, ailesi ve yakınları tekrar odasına girip son hürmeti ve vedâı yaptılar...