5 Haziran Dünya Çevre Günü… Türkiye'de de çevre ve doğa denilince başlattığı projelerle akla ilk gelen isim First Lady Emine Erdoğan. Sıfır Atık Projesi ülkemizde birçok kuruma da ilham oldu ve kısa bir sürede dünya kamuoyunda yankı buldu. Öyle ki, Birleşmiş Milletler İnsani Yerleşimleri Programı ( UN-Habitat) tarafından Emine Erdoğan'a çevreye olan katkılarından dolayı, Atık Alanında Akıllı Şehirler Küresel Şampiyonu ödülü verildi.
Biz de çevre haftasında Sayın Emine Erdoğan'ı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde ziyaret ettik. Külliye'nin bahçesine girer girmez yemyeşil ağaçlar ve rengârenk çiçekler bizi karşıladı. İnsanın içini açan, doğayla bütünleştiren bu bahçede saatlerce zaman geçirmek mümkün. Emine Erdoğan ile sohbet ederken bahçenin her köşesinde onun katkısı olduğu hemen anlaşılıyordu. Her bir çiçekle özenle ilgileniyor, ağaçları gösterirken kendi çocuğundan bahseder gibi gözlerinin içi parlıyordu. Doğaya olan sevgisinin temelleri de çocukluğunda atılmıştı. Bunu: " Ben, Üsküdar'da, bahçeli bir evde büyüdüm. O bahçe, çocukluk günlerimin arka fonu gibi. O kadar güzel bir bahçeydi ki... Bir köşesinde sebze, meyve yetiştirirdik. Bahçemizde her dönem farklı hayvanlarımız olurdu" cümleleriyle ifade ediyordu.
Çevre konusunda bu kadar proje üreten ve hassas olan başka First Lady var mıdır diye düşünürken dünyada çevreyi himaye eden ilk First Lady'nin Emine Erdoğan olduğunu öğreniyorum. Bu oldukça gurur verici… Emine Erdoğan aynı zaman da "Çevrenin de First Lady'si"…
Çevrenin First Lady'si Emine Erdoğan ile Külliye'deki buluşmamızda Sıfır Atık projesinden Salda Gölü'ne Van Gölü Koruma Eylem Planı çalışmalarından ailece doğa ve hayvanlara olan bağlılıklarından bahsettik.
Adınız hep çevre konularıyla anılıyor. Bu mücadelede sembol bir isim haline geldiniz. Çevre konularına olan hassasiyetiniz nereden geliyor?
Ben, Üsküdar'da, bahçeli bir evde büyüdüm. O bahçe, çocukluk günlerimin arka fonu gibi. O kadar güzel bir bahçeydi ki... Bir köşesinde sebze, meyve yetiştirirdik. Bahçemizde her dönem farklı hayvanlarımız olurdu. Kedi, köpek, tavşan, kuzu, hatta kirpi… Çok büyük bir dut ağacımız vardı… Kaç mevsim, o ağaca tırmanıp dut yemişimdir, inanın hatırlamıyorum. Ağabeyimle, ateş böceklerinin peşinde koşmak çocukluğumun en büyük eğlencesiydi. Hafızamda o kadar yer etmiş ki, 'Sen hiç ateş böceği gördün mü?' tiyatrosunu ilgiyle takip etmiştim.
Yemyeşil bahçemizde toprağın nimetlerine, doğanın döngüsüne yakından şahit olarak büyüdüm. Tabiatta her şey birbirine muhtaç. Solucanların toprağa faydasını sadece kitaplardan değil, bizzat deneyimleyerek öğrendim. Babam, tabiatın öğrencisi olmak noktasında o bahçeyi bir okula çevirdi bizim için. Rahmetli çok yakından ilgilenirdi bahçemizin bakımıyla.
Bu okulda bitkiyi, toprağı, hayvanı incitmemeyi öğrendim. Bu nedenle tabiata yapılan kötü muamele ağırıma gidiyor. Yani, benim için çevre konuları, projelerle sınırlandırılamayacak bir mesele. Eğer, herhangi bir şekilde, ülkemin havasına, bitki örtüsüne, suyuna ve bilumum canlılarına bir faydam olacaksa, bunu canla başla yapmak isterim. Uzun yıllardır, bu meseleye eğiliyorum ve çabalayınca bir şeyler yapılabildiğini gördüm. Daha fazlasını yapmak için de enerjiyle doluyorum. Hulasa, Üsküdar'daki o bahçede tecrübe ettiklerim, bugün kendime dert edindiğim çevre konularının kalbime atılan tohumuydu diyebilirim.
SALDA GÖLÜ HAKKINDA ÇARPITMA HABERLER YAPILIYOR
NASA'nın uzaydan çekilen fotoğraflar arasında yaptığı yarışmada, Van Gölü birinci oldu. Siz de sosyal medyadan oy vererek destek oldunuz. Bunun, bir farkındalık oluşturduğunu düşünüyor musunuz?
Bizler, halk olarak, vatanımıza aşığız. Dört bir köşesinin cennet olduğunu biliyoruz. O fotoğraf da, nasıl bir nimetin içinde olduğumuzu hatırlattı herkese. Onları korumak için özen göstermemiz gerektiğinin altını çizdi diyebiliriz.
Çok kısa bir zaman önce, Van Gölü Koruma Eylem Planı çalışmalarını yerinde görmek için Van'a bir ziyaret yaptık. Eylem planına göre, önce gölün dip temizliği yapılacak. Atık su ve entegre katı atık yönetimi oluşturulacak. Yapılacak iyileştirme çalışmaları ile Van Gölü'nün, kısa zamanda, şifa bulacağına ve bölge için çok önemli bir cazibe merkezi olacağına inancım tam.
Salda Gölü de, biliyorsunuz Bakanlığımız tarafından koruma altına alındı. Daha önce arabalar gölün çok yakınına kadar yaklaşıyordu. Etrafında derme çatma yapılar vardı. Bunların hepsi kaldırıldı ve şimdi bir düzenleme yapılıyor. Önümüzdeki günlerde çalışmalar tamamlanacak. Bu konuda birçok asılsız haber çıkıyor. Görüyor ve çok üzülüyorum. Salda Gölü şu anda bilim insanlarından oluşan bir komisyonla, onların tavsiyeleriyle korunuyor. Burada samimiyetle yapılan iyi niyetli girişimler, yalan haberlerle baltalanıyor. Çevre söz konusu olduğunda çekişmeleri, görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakmalıyız. Hep söylediğim gibi dünya hepimizin ortak evi!...
SIFIR ATIK PROJESİ BİR KÜLTÜR
2017 yılında başlattığınız Sıfır Atık projesi çok büyük etki yarattı. Kazanımları Bakanlık raporlarından öğreniyoruz. Sıfır Atık'ın tam başarı kazanması için bir projeden ziyade bir yaşam kültürüne dönüşmesi gerekiyor diyorsunuz. Sıfır atık yaşam kültürü nasıl oluşacak?
Sıfır Atık ve proje kelimeleri yan yana gelince, ister istemez, bizim dışımızda, başkalarının üstlendiği bir sorumluluk alanı geliyor aklımıza. Aslına bakarsanız, sıfır atık projesi dediğimiz şey zaten bizim alışık olduğumuz bir kültür. Kullandığımız eşyaların ömrünü uzatmak, atıp yenisini almaktansa tamir etmek gibi esasında bizim toplum olarak kültürümüzde olan şeylerden bahsediyoruz.
En basiti, matara taşımak varken, hepimiz, bir gün içinde onlarca pet şişe atığı üretiyoruz. Bir veri hatırlıyorum; sanırım Dünya Bankası'nındı. Buna göre, dünyada bir insanın bir günde ürettiği çöp, 4,5 kiloya kadar ulaşabiliyor. O zaman burada bir durup düşünmemiz lazım.
Sıfır atık yaşam kültürünün atık yönetiminden başka başlıkları da var. Mesela mümkün olan en az çöp çıkacak şekilde yaşayabilmek ve kullandığımız ürünlerin çevreye dost olanlarını tercih etmek gibi.
Bugün tekstil sektörü, küresel kirlenmenin baş aktörlerinden mesela. Su kaynaklarının kullanılmasında da en büyük ikinci tüketici. Her yıl, küresel olarak, üretilen tekstil ürünlerinin yüzde 85'i çöpe gidiyor. Sıfır Atık Mavi gibi, Sıfır Atık Tekstil bahsi de ayrıca ele alınması gereken bir konu.
Sıfır Atık Projesi'ni müteakip, 2019'da Sıfır Atık Mavi Projesi devreye alındı. Deniz ve kıyılarımızın temizliği elbette ekosistem için çok önemli. Sıfır Atık Mavi, arzu edilen karşılığı buldu mu?
Sıfır Atık ve Sıfır Atık Mavi, birbirini tamamlayan iki proje. Çünkü denizlerdeki kirliliğin yüzde 80'i karasal kaynaklı. Dolayısıyla, ikisini aynı anda yürütmek çok önemli. Türkiye, üç yanı denizlerle çevrili bir zenginliğe sahip. Biyolojik çeşitliliği ile de dünyanın en zengin ülkelerinden biriyiz. Ama gelin görün ki, dünyanın her yerinde, hayalet ağlara dolandığı ya da plastik şişelere boynu sıkıştığı için ölen kaplumbağalar, balıklar ve kuşlar görüyoruz. Ne kadar hazin! Kirlilik yüzünden tamamıyla kaybolan canlı ve bitki türleri var. Bu insanlık adına bir utanç tablosu.
Deniz kirliliği, olduğu yerde kalmıyor, seyahat ediyor. Dünyanın bir ucundan denize atılmış çöpler, diğer ucundaki bir ülkenin kıyılarına vuruyor. Sıfır Atık Mavi Projesine, STK'lar, belediyeler ve gönüllüler çok destek verdi. Deniz yüzeyinde, deniz dibinde ve plajlarda temizlik çalışmaları başladı. Yaklaşık 45 bin kişiye eğitim verildi. Mavi bayraklı plaj sayımız, ciddi oranda arttı.
Bugünlerde Marmara Denizi'ndeki müsilaj meselesi çok önemli bir gündem. Marmara Denizi uzun süredir yardım çığlıkları atıyordu. Deniz altında gerçekleşen kimyasal değişimler ve iklim değişikliğinin etkileri ile mesele bu noktaya vardı. Konuyu ben de yakından takip ediyorum. Bakanlığımız STK'larla çalıştaylar yürütüyor ve sanırım bugünlerde bir eylem planı açıklayacaklar. Bu çok yönlü bir mesele. Herkes sorumluluğunun farkında olmalı. Sanayi, çevreye saygılı üretim yaparak, belediye gerekli tesisleri kurarak, vatandaşlar olarak bizler de atıklarımızı ayrıştırarak bu tür sorunların önüne geçebiliriz. Çevre üzerindeki baskı, ne yazık ki gözle görülmeyince meselenin ciddiyeti yeterince anlaşılmıyor.
Uluslararası kurumlardan çok önemli çevre ödülleri, şahsınızda, ülkemize verildi. Doğa mesajını sadece ülkemizde değil, yurtdışında da veriyorsunuz. Küresel olarak eşgüdüm halinde olmak, bu işin neresinde?
Evet, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın "Küresel Amaçlar Eylem Ödülü" ve Birleşmiş Milletler Habitat'ın "Atık Alanında Akıllı Şehirler Şampiyonu" ödüllerini aldık. Ben de bu ödülleri ülkem ve gençlik adına kabul etmekten büyük mutluluk duydum.
İklim değişikliği ile mücadele, bir ya da birkaç ülkenin altından kalkabileceği bir mücadele türü değil. Ya hep beraber başarılı olacağız ya da hep beraber büyük bir felakete sürükleneceğiz. İklim değişikliğinin etkileri sınır kapılarında durmuyor. Küresel bir sorun haline gelen bu durum tüm insanlığı eşit etkiliyor. Dolayısıyla, tüm dünya topyekûn mücadele etmek zorunda. İlerleyen yıllarda iklim değişikliğine bağlı birçok sorunla yüz yüze geleceğimizi söylüyor bilim insanları. İhtiyacımız olan; sürdürülebilir şehirler, sürdürülebilir üretim ve tüketim…
LEBLEBİ, TORUNLARIMIZ İÇİN DE GÜZEL BİR ÖRNEK OLDU
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan önceki gün katıldığı bir televizyon programında, sahiplendiğiniz hayvanlardan bahsetti. Hayvanlar da doğanın en önemli parçaları… Çevre ve hayvan sevgisini torunlarınıza da aşıladığınızı Cumhurbaşkanımızın konuşmasından öğrendik. Doğayla ve hayvan sevgisi ile dolu bir aile tablosu beliriyor gözümüzde. Sizden dinleyebilir miyiz bu atmosferi?
Geçtiğimiz 4 Ekim, Dünya Hayvanları Koruma Günü vesilesiyle, Yedikule Hayvan Barınağı'nı ziyaret etmiştim. Orada engelli bir köpek olan Leblebi'yi gördüm. Hikâyesi, bana çok dokundu ve onu sahiplenerek, Ankara'ya getirdim. Şimdi, Külliye bahçemizde, son derece mutlu. Sadece, bizim değil, personelimizin de gözbebeği. Öyle ki, Leblebi'nin gelişinden sonra, hayvansever personelimiz, gönüllü olmuşlar ve inşaat atıklarından sokak hayvanları için kulübeler yapmışlar. Tabii, bu girişim beni de ziyadesiyle memnun etti. Bu kulübeleri, Doğa, Çevre ve Hayvanları Koruma Büro Amirliği ekiplerine teslim ettik. Onlar da, kulübeleri sokak hayvanlarına bakan vatandaşlarımızla buluşturdular. Hem atık dediğimiz şeylerin, nasıl yeni ve değerli kullanım alanları olduğunu görmüş olduk, hem de sokak hayvanları için takdire şayan bir gayret içindeki hayvanseverlere bir katkımız oldu.
Leblebi'yi barınaktan sahiplenmemiz de, torunlarımız için çok güzel bir örneklik oldu. Barınaklar, maalesef kedi ve köpeklerle dolu. Ziyaretim sırasında, terk edilmiş birçok kedi, köpek gördüm. Bakıma muhtaç birçok engelli hayvan var. Hayvanlar, bir süs eşyası, özel gün hediyesi ya da geçici bir heves değil. Allah'ın emaneti... Gerçekten hayvanları seven insanlar, bir an önce, satın almak yerine barınaklardaki hayvanları sahiplenmeliler.
Hayvan sevgisi deyince elbette sadece sokak hayvanlarından bahsetmiyoruz. Karıncadan, kuşa, balığa, hiçbir hayvana zarar vermeden yaşamak, yaşam alanlarını korumak, kirletmemek bir insanlık vazifesi. Allah'ın can verdiği tüm mahlûkatın bu yaşamda çiğnenemez hakları vardır. Bu hakka riayet edecek kalp güzelliğini herkes için diliyorum.
DOĞA İÇİN ÇALIŞAN GENÇLER ROL MODEL OLMALI
Son olarak, halkımıza, bilhassa gençlere vermek istediğiniz bir mesaj var mı? Gençler arasında, çevre konularına karşı hızla artan bir farkındalık görüyoruz. Yurtdışında da gençler, iklim değişikliği ile mücadele konusunda hükümetlerden beklediklerini yüksek sesle dile getiriyorlar. Sizce bu, beklediğimiz bir değişimi sağlar mı?
Gelecek gençlerindir. Dolayısıyla, yaşamak istedikleri dünyayı imar etmek onların elinde. Bizler de onların insanlık hayrına yaptıkları her işte yanındayız.
Gençlerde yüksek farkındalıklar görünce çok memnun oluyorum; organik, doğa dostu ve karbon ayak izi en az ürünleri talep ediyorlar. Kozmetikten sektöründen, zincir restoranlara kadar birçok sektörün ürün yelpazesinde bu başlıklar yer almaya başladı. O nedenle daha fazla talep etmeleri halinde, bu dönüşümün hızlanacağına inanıyorum.
Yaptığımız çevre etkinliklerine gençlerin büyük ilgisi ve katılımı var. Benim arzum, kullanmakta usta oldukları sosyal medya mecralarında, akranları arasında güçlü bir etki alanı oluşturmaları. Doğa için aktif çalışan gençlerin rol model olarak yükselmelerini temenni ediyorum.
Çevre çalışmalarınız sırasında bürokrasi, sivil toplum ve toplumun tüm kesimleri arasında köprüler kurduğunuzu görüyoruz. Bu ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben sivil toplumdan gelen biriyim. Gençlik yıllarımdan bu yana vakıf ve derneklerde aktif çalışmalar yaptım. Dolayısıyla bu gücün ne anlama geldiğini biliyorum. Oralarda çalışan insanların gönüllü yaklaşımları beni her zaman etkilemiştir. Ve bu samimiyete çok inanıyorum. Çevre alanında yaptığımız çalışmalarda da STK'ların katkısını çok önemsiyorum. Bugüne kadar TEMA, TURMEPA, Akdeniz Koruma Derneği, WWF, Çöpüne Sahip Çık Vakfı gibi birçok önemli sivil toplum kuruluşu ile birlikte çalışmalar yaptık. Her birine ortak çabaları için teşekkür ediyorum. Kamu ve sivil toplum arasındaki iletişimi çok önemli buluyorum. Çevre konusunda samimi gayretleri olan herkesle çalışmalar yapabiliriz. İnşallah bu halka her gün daha da büyüyecektir.