Son dakika haberi... İslam Dünyası Anayasa Yargısı Konferansı Açılış Kongresi Dolmabahçe Sarayı'nda gerçekleştiriliyor. Kongrede Başkan Erdoğan da açıklamalarda bulundu.
Başkan Erdoğan'ın konuşmasından satır başları:
İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde hayata geçirdiğimiz Anayasa ve Yüksek Mahkemeler Yargı Konferansının ilki bundan 4 yıl önce yine ülkemizin ev sahipliğinde düzenlenmişti. Yine bu konferansta yüksek yargı mercilerimiz arasındaki işbirliğini ve tecrübe paylaşımını güçlendirmeyi amaçlayan İstanbul deklerasyonu kabul edilmişti. Geçen yıl Endonezya'da gerçekleştirilen 2. konferans ile birlikte İslam İşbirliği Teşkalatı üye devletleri anayasa yargı mercileri konferansı artık resmi ve bağımsız bir platform haline dönüştü.
Bugün başlayan ve iki gün boyunca devam edecek konferansta hukukun üstünlüğü, demokrasi ve insan haklarına saygı gibi başlıklarda faydalı, verimli tartışmaların yapılacağına inanıyorum. Aynı şekilde konferansımız anayasal davalar ve iştihatların ele alınmasıyla ilgili yüksek yargı mercilerimiz arasında karşılıklı tecrübe ve bilgi paylaşımına da imkan verecektir. Kıymetli fikirleri, önerileri ve değerlendirmeleriyle konferansa katkı sağlayacak yüksek mahkeme temsilcilerine ve hukuk insanlarına şimdiden en kalbi şükranlarımı sunuyorum.
Konferansın düzenlenmesinde emeği geçen Anayasa Mahkemesi Başkanımız ve ekibine teşekkür ediyor, toplantımızın İslam alemi ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.
Bizim devlet geleneğimizin esasını insanı yaşat ki insan devlet yaşasın düsturu oluşturur. Buna göre devletin de devletin tüm kurumlarının da asli varlık sebebi insandır, eşrefi mahlukat olan insana hizmettir. Devletin görevi hepsi eşit haklara sahip vatandaşlarına güvenlikten temel ihtiyaçların karşılanmasına her alanda birinci sınıf hizmet vermektir. Kamu eliyle vatandaşa sunulan hizmetin kalitesini belirleyen kıstas ise devleti yöneten kadroların bilgisi, becerisi, vizyonu, dirayetidir. Devlet dediğimiz mekanizmanın var oluş gayesini yerine getirebilmesi, vizyoner yöneticiler vasıtasıyla tüm organlarının sağlıklı işleyişine bağlıdır. Hiç şüphesiz devlet de kendi içinde bir güçler dengesine sahiptir. Bu denge ne kadar sağlıklı kurulur ve işletilirse devlet mekanizması ve onu oluşturan kurumlar da o derece iyi, verimli, etkin çalışır.
Demokratik sistemin omurgasını oluşturan erkler arasında çekişme, çatışma veya yıkıcı rekabet yaşanması halinde ise bunun zararını toplum görmektedir. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki denge kadar bunların her birinin kendi içindeki uyumu da önemlidir. Yasama organının işleyişindeki uyumsuzluk hem yürütmeyi hem yargıyı etkiler. Yürütmenin krize girmesi topyekün sistemi tıkar. Yargının işleyişindeki aksaklıklar da sistemin tamamında sorunlara yol açar. Türkiye yakın tarihinde bu tür krizlerin acısını bizzat çekmiş, ekonomiden demokrasiye farklı alanlarda bedelini ödemiş bir ülkedir.
Kimi zaman vesayet, kimi zaman darbe olarak karşımıza çıkan sıkıntıları aşarken kaybettiğimiz vakit ve enerji bizi demokratik ve ekonomik hedeflerimizin uzağında bırakmıştır. Hiç şüphesiz bu tablo içinde yargının ayrı bir önemi vardır. Üstelik Türkiye bu konuda asla hatırlamak istemediğimiz gerçekten çok kötü örnekler de yaşamıştır.
Kimi zaman vesayet, kimi zaman darbe olarak karşımıza çıkan sıkıntıları aşarken kaybettiğimiz vakit ve enerji bizi demokratik ve ekonomik hedeflerimizin uzağında bırakmıştır. Hiç şüphesiz bu tablo içinde yargının ayrı bir önemi vardır. Üstelik Türkiye bu konuda asla hatırlamak istemediğimiz gerçekten çok kötü örnekler de yaşamıştır. Halbuki adalet hizmetlerinin sunumunda ideolojik taassuba ve bürokratik oligarşiye asla ye olmamalıdır. Çünkü adalet sadece mülkün temeli değildir. Aynı zamanda devlet mimarisini bir arada tutan kilit taşıdır. Devlet ancak ve ancak adalet üzerinde yükselir, gelişir, güçlenir, büyür. Adalet dağıtamayan, vatandaşına adaletle hükmedemeyen bir devlet tıpkı temeli çürük bir bina gibi yıkılıp gitmeye mahkumdur. Hukukun üstünlüğü ilkesi hususunda oluşacak en küçük ihmal yada ihlal yargı ile beraber yasama ve yürütmeye olan güveni de zedeleyecek bu da devletin işleyişinde telafisi zor zararlara yol açacaktır.
Türkiye olarak geçmişte yaşadığımız tecrübeler ışığında son 20 yılda bilhassa adalet hizmetlerinin kalitesini artıracak pek çok adım attık. Sivil yargı, askeri yargı ayrımını ortada kaldırarak yargıda birliği temin ve tesis ettik. Ulusal yargı ağı projesi UYAP'ı hayata geçirerek teknolojik ve bilimsel gelişmeleri yargının hizmetine sunduk. Uzlaştırmacılık ve arabuluculuk sistemlerini kurarak taraflara kolaylık getiren alternatif çözüm yollarını uygulamaya koyduk. Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru imkanı, lekelenmeme hakkı, Kamu Denetçiliği Kurumu, Türkiye İnsan Hakları Kurumu, Kişisel Verileri Koruma kurumu gibi pek çok reformu hayata geçirdik. Yargının bağımsızlığı ile birlikte tarafsızlığını da anayasal güvenceye alarak hukuk sistemimizin önemli bir eksiğini daha gidermiş olduk.
Tüm bunlara ilaveten halkımızın takdir ve tensipleri ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçerek tarihimizde ilk defa güçler ayrılığı ilkesini tam manasıyla ülkemizde tesis ettik. Önümüzdeki yıl yeni yönetim sistemimizin ilk dönem uygulaması ışığında yürütmeyi daha etkin kılma yanında yasama ve yargıyı da güçlendirecek yeni reformları ülkemize kazandırmak istiyoruz. Elbette bu süreçte kamuoyunun farklı kesimlerinin yakından takip ettiği kimi hadiseler üzerinden yaşanan tartışmalar da olabiliyor. Ama bu tartışmaların her birinin kendi mecrasında köpürerek sürdükten sonra hukuk devleti ilkesi havuzunda durulup neticeye bağlanacağına inanıyoruz.
BATI'YA SERT TEPKİ!
İnsan hakları konusunda çifte standart uygulamak insan haklarına zarar vermektedir. Nerdeyse 12. yılını tamamlamak olan Suriye krizi bunun en acı örneği olarak karşımızda duruyor. İnsanlık maalesef iyi bir örnek veremedi. Türkiye'nin arasında bulunduğu bir avuç ülke dışında kimsenin umrunda olmadı. Aylan bebek vicdanları harekete geçmeye yetmedi. Avrupa ülkeleri mülteciler kapısına dayandığında harekete geçmiş. Bu da göçmenleri sınırdaki dikenli tellere itmek olmuştur. Kin ve nefret dalgalarının olumsuz etkisi yanıbaşımızda yine devam ediyor. Yunanistan'ın göçmenlere sergilediği tavır vahşet boyutuna varmıştır. Yunanistan'ın bu şımarıklığına ve zalimliğine Batı ülkeleri ses çıkarmıyor. Sınır hattında ve nazi kamplarını andıran mülteci kamplarından yansıyan görüntüler hepimizi derinden üzüyor.
Suriyeli, Iraklı göçmenlere kapı duvar olanlar, sıra PKK'lı, FETÖ'cülere gelince oldukça hoşgörülü davranıyorlar. Bölücü terör örgütü her yıl bu ülkelerde topladığı paralarla finanse ediyor. Tanımı, sınırı belli olmayan bir siyasi sığınmanın arkasına sığınılarak teröristler korunmaktadır.