İsmini aldığı bir paşa babası, II. Abdülhamit'in daha sonra gözden düşmüş sadrazamlarından bir amcası olan Cevat Şakir, Oxford'da okumaya gönderilmiş varlıklı ve eğitimli bir ailenin oğludur. İtalya'da ressamlara modellik yapan Aniesi adlı bir modelle evlenerek 24 yaşında Türkiye'ye dönen Cevat Şakir, 1914 yılında Afyon'daki çiftliklerinde babası Şakir Paşa'yı, bu evlilik, savurganlığı yüzünden aralarında çıkan tartışmadan sonra vurarak öldürür ve 15 yıl kürek cezası alarak hapse girer. 6.5 yıl hapis yattıktan sonra yakalandığı verem hastalığı nedeniyle ailesinin girişimleriyle hatırı sayılır kişilerin de katkısıyla çıkarılan bir afla tahliye edilir. İstanbul'a annesinin yanına gelir. Onun hapis yattığı yıllarda Birinci Dünya Savaşı olmuş, döndüğü İstanbul da İngilizler tarafından işgal altına alınmış bir şehir olmuştur.
Ülkenin bu durumuna içerleyen varlıklı ailesinin parasıyla geçinen Oxford mezunu, Avrupa'da hızlı bir hayat yaşamış olan o Cevat Şakir gitmiş yerine namazlarını aksatmadan bir derviş gelmiştir. O dönem işgal yüzünden milli duyguları kabarmış bir vatansever olarak sessiz kalamayan Zeki ve kalemi kuvvetli bir entelektüel olan Cevat Şakir, Sedat Simavi'nin Diken dergisinde çalışmaya başlar ve derginin kapaklarını hazırlar. Hatta İngiliz işgal kuvvetleri tarafından bir kaç kere gözaltına alınacak kadar vatansever çizgide yazılarıyla kısa sürede tanınan bir gazeteci olmuştur.
Kurtuluş Savaşı biter, ülke toprakları düşman işgalinden kurtulur, Cumhuriyet kurulur. Cevat Şakir artık Zekeriya Sertel'in, çıkardığı Resimli Ay'da yazmaktadır. Bir süre sonra Şeyh Said İsyanı patlak verir. 4 Mart 1925'de de isyan gerekçesiyle bir kanun çıkarılır. Öyle ki her türlü eleştiri ve yayın, isyana teşvik suçuna sokulur ve ağır cezaları kapsar.
'BİLE BİLE İDAMA GİDENLER' YAZISI
Kanun muhalif yayınlar yapan İstanbul basınına büyük darbe vurur. Ünlü gazeteciler Tavsir-i Efkâr'dan Velid Ebuzziya, Vatan'dan Ahmet Emin Yalman tutuklanıp, İstiklal Mahkemesi'ne gönderilir. Bu şartlar altında çalışan Cevat Şakir'in 13 Nisan 1925 günü çıkan Resimli Ay'da, "Hapishanede idama mahkûm olanlar bile bile asılmaya nasıl giderler?" adıyla bir hikayesi yayınlanır. Yazıda Şakir, kendi mahkumiyet yıllarında hapiste tanıdığı asker kaçağı oldukları için idam edilen dört erin son gecesini anlatmaktadır. Dergi yayınlanır yayınlanmaz Cevat Şakir ve Zekeriya Sertel apar topar gözaltına alınır ve Ankara'ya götürülürler. Suçlama, "Şeyh Said ayaklanmasının bastırıldığı günlerde halkı askerlikten soğutmak"tır. Bu suçun cezası da kaçınılmaz bir son, yani idamdır. Fakat yine şansı yaver gidecek ve araya Zekeriya Sertel'i tanıyan hatırı sayılır siyasetçiler ile kendi ailesini tanıyanlar girer.
KALESİ GÖZÜNÜ KORKUTUR
Zekeriya Sertel'e Sinop'ta, Cevat Şakir'e ise Bodrum'da sürgün cezası verilir. Fakat Bodrum'un adı Cevat Şakir'in gözünü korkutmuştur, Bodrum'un adı fenaydı. Eskiden beri Bodrum Kalesi'nden bir zindanmış gibi bahsedilirdi. Zaten Bodrum Kalesi şehri saran bir duvar değil bir kaleydi, sipsivri bir kuleden ibaretti. Bodrum sözü insana bu yapının karanlık alt katı manasını veriyordu. Belki de kalenin zindanıydı. Sultan Hamit zamanında tehlikeli siyasi mahkûmlar oraya kapatılırmış... O tarihlerde Ankara'dan Bodrum'a gitmek 10 gün sürerdi fakat Cevat Şakir'in yolculuğu 3.5 ay sürmüştü. Şimdi Muğla'nın İlçesi olan Milas'a kadar arabayla geldikten sonra yol biter, Bodrum'a atla gidilecektir. Çünkü yol yoktur. Cevat Şakir'in deyimiyle "Bodrum yollarında Büyük İskender'in savaş arabalarından bu yana yani 2 bin 300 yıldır tekerlek dönmemiştir" Yola bir süre atla devam ettikten sonra Cevat Şakir'in at üstünde midesi bulanmış ve jandarmalara yürümek istediğini söylemiş, Milas'tan Bodrum'a kadar yürümüştür.
DENİZE AÇILAN KAPI AĞLATTI
Bodrum'a vardıklarında müjdeyi Kaymakam verir "Bodrum içinde serbestsiniz. kanunlar nizamında dilediğinizi yapabilirsiniz" Duyduklarına inanamayan Cevat Şakir bir ev tutar. Ev deniz kıyısındadır. Kirası 25 kuruştur. Kirayı öder ve ev sahibinden anahtarları alır. İçeri girer, sokak kapısını kapatır, avludan denize açılan kapıyı açar, karşısındaki manzaraya bakıp gözyaşlarına boğulur ve işte o zaman Bodrum için aklındaki kötü olan her şey uçup gider. Bodrum'un adı ilk defa bu sözlerin kağıda dökülmesiyle duyuldu: "Heyy! Açılan kapı, birdenbire gözlerime ve gönlüme açık denizleri, kıyı ve adaları verdi. Batı göğünde, günün ufka veda edişi turuncu ve kıpkızıl çizgiler çekmişti. Onların üstünde Bodrum Kalesi kapkara bir siluet kesinliğinde yükseliyordu. Kıyıda beyaz evler pembeleşmiş, denizin mavisi de koyu menekşe olmuştu... Parmaklarımı yosunlara, kumlara daldırdım. Güzel dünyanın kumlarını, deniz çakıllarını, yosunlarını sanki inciymiş, pırlantaymışlar gibi yüzüme gözüme sürdüm, üstüme başıma avuç avuç akıttım. O deniz, o adalar, güzellikle en aşırı hayalin cennet diye göz önüne getirebileceğinden bir kat daha güzeldi. Hele o berrak gök, uzaklıklarda ne uysaldı! Denizi, asma yapraklarının fısıltısını duyuyordum. Burada ölmeyecek kadar kuru ekmek ve suyla yaşamak mutluluğunu özlüyordum."
İSTANBUL'DAN AKIN BAŞLADI
İŞTE Bodrum'un adı ilk defa bu sözlerin kağıda dökülmesiyle duyulmuş İstanbullu Beyaz Türkler Cevat Şakir'in sayesinde Bodrum'a akın etmiştir. Cevat Şakir, 1926'da cezasının yarısını çekmek için döndüğü İstanbul'dan 1928'de bu kez kendi rızasıyla, yanına da bütün parasını yatırdığı tarım, balıkçılık kitaplarını alarak Bodrum'a geri döner. 1947'ye kadar Bodrum'da yaşar. Soyadı kanunuyla Kabaağaçlı soyadını alır ama hem kendi adının ağırlığından kurtulmak hem de Bodrum'u adından kurtarmak için Halikarnas Balıkçısı adıyla yazar.
Çocuklarının eğitimi için 1947'de taşındığı İzmir'de de gazetecilik ve rehberlik yaparak Türkiye'yi Ege'yle, eşsiz tarihiyle ve denizle tanıştırır. Radyo dinlemenin, gazete okumanın yasak olduğu uzun 'Mavi Yolculuk'ları o başlatır. Yani bugün Bodrum sahillerinde güneşlenenler bunu idam edilen asker kaçaklarının hüzünlü hikâyesini yazdığı için yargılanıp ceza almış bir gazeteciye ve ona idam cezası vermeyip oraya sürgüne gönderenlere borçlular.
Ayşen ÇİMEN ALPTÜZÜN