KONUK YAZAR SELAHATTİN GEZER YAZDI
Şeytan var olan bir şeyi inkâr ettirir, olmayan bir şeyi inkâr ettirmez. Şeytana talebe olan kör ve imansız felsefe o kadar tembel ki; olmayan bir şeyin inkârıyla kendini yormaz! Mutlak var Olanı inkâr ettirecek ki hem işi kolay olsun, hem de o inkârla insanı kanun ve nizam dairesinden çıkarsın, imansız ve ahlaksız etsin; istediği gibi yönlendirip, kendi imansız sistemine esir etsin... Sağlam iman sahibi birine hakiki manada hükmedilmez, yönlendirilemez! İmanlı müesses nizam dalalet inşasına fırsat vermez! Bütün gayreti ve şeytanlığı, yoldan çıkarmak olan şeytana iman sahiplerinin imanı cehennem alevleri gibidir ve kavurur... İşte bunun için iman sahiplerini tuzağa çekmek ve iman sahiplerinin imanından dolayı çektiği azaptan kurtulmak ister...
GÖZ BİR MÜCEVHERDİR
Şeytan her ne kadar insanı imandan uzaklaştırmak, Allah'ı inkâr ettirmek istese de sadece ölçü ve nizam, hikmetli yapılışlar Allah'ın varlığını hikmetli şekilde ilan etmekteler... Hikmet ile san'atkârâne yapılan şeylere baksak, bizim elimizden tutup, imana götürecektir. Birkaç misal: İnsan gözünün yuvası mücevher kutusudur, göz ise mücevherdir. Kutunun büyümemesi, mücevherin büyümemesi bile Allah'ın varlığına delildir... Tırnak ve saç uzarken, gözün aynı ölçüde kalması Allah'ın hâkim ismine hikmetle yaratmasına delildir. Ya insanın büyümesi ölünceye kadar devam etmiş olsaydı bizim halimiz; gözümüz, başımız ne olurdu? İstisnalar hariç, genel olarak kutunun ve mücevherin sabit kalması, birbirine uyumlu olması bizim sağlıklı yaşamamız ve görmemiz içindir. Gözü narin, yuvasını sağlam yaratan Allah, o gözün kâinattaki hadiselere ve eserlere hakikat nazarıyla bakmasını ve mütalaacı ve sübhânallah der seyircisi olmasını ister. Parmaklar uzamaya devam etseydi, parmak kuaförüne gidip, kestirip, diktirerek her seferinde bu acıları yaşayıp, parmaktan ve elden pişman olmak insanı hayata küstürecekti... Şimdi parmakların böyle hikmetli yaradılışına elin ve parmakların teşekkürü olarak haramdan kaçınmak parmakların harikalığı kadar harika olmaz mı? El açıkken parmakların bir boyda olmaması, bir şey tutmaya çalışırken veya yumruk yaparken aynı boya gelmesi; eli kullanışlı hale getirmesi Allah'ı değil de sebepleri veya kendi kendine oluştu gibi çürük bir teoriyi mi ilan eder? Her uyum, kullanışlı oluş Allah diyor, bağırarak; görmüyor musunuz? diyor... Evet, saç için kuaföre gittiğimiz gibi durmaksızın uzayan diş için diş kuaförüne, daima uzayan kirpikler için kirpik kuaförüne vs. daima büyüyen uzuvlar için kuaföre gitmek, bize rahat nefes almak, rahat yaşamak fırsatı tanımayacaktı, 24 saat kâfi gelmeyecekti. Daima uzuvları ölçülü hale getirmeye çalışmak, onları hakiki vazifelerinde çalıştıramayacaktı... İşte bize bol bol zaman ayırma fırsatı veren Allah'a tüm saniyeler adedince teşekkür etmek azdır ama o uzuvların şükrü ise namazdır. Yoksa o uzuvları kaçak kullanmak olacaktır...
HAYAT YAŞANMAZ OLACAKTI
Vazifelendirilmiş sebeplere iftirada bulunan bozuk felsefe ve bilim nasıl da akıl etmez? Tekrar edecek olursak: İnsanın kemikleri, uzuvları saç gibi tırnak gibi uzamaya devam etseydi insan ölene kadar elbise yeniler gibi ev araba yenilemek zorunda kalacaktı, mekânların, taşıtların ebatları, ölçüleri değişmek zorunda kalacaktı ve hayat yaşanmaz hale gelecekti. Bu ölçüleri takip etmek sebeplerin ve tesadüfün harcı değil! Evet, sonbahar bile Allah'ın varlığına bir delildir. Gidenleri kayıt altına almak, muhafaza etmek; bir sonraki bahara teslim etmek Allah diyor da inanç yönünden karakış yaşayanlar tesadüf diyor, sebep diyor ve kıyamete kadar Allah dememek için her şey diyecekler... Allah, imanı ve asude baharları nasip etsin. Bir tek Allah'ı kabul etme vicdanlı akıl dururken, zerreler adedince ilah kabul etme akılsızlıktır, o ilahları başa bela etmektir... Son sözü Risale-i Nur'a bırakalım:"Her şey Kadîr-i Mutlak'a verilmezse bir tek Allah'a mukabil nihayetsiz belki zerrat-ı kâinat adedince ilahları kabul etmek gibi yüz derece muhal içindeki bir muhali mevcud kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına düşmek lâzım gelir." "Madem eşya var ve sanatlıdır.
Elbette bir ustaları var." "Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. Sanatlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?"