Hep hayalen gittiğimiz Arap Yarım Adası'nda şimdi hakka yakın bulunuyoruz... Bize kolay ve meşakkatsiz tevdi edilen İslam 14 asır önce en ağır şartlarda yaşanmış, en ağır şartlarda sınav verilmiş ve en ağır şartlarda Müslümanlar birbirlerini sevmişler, kardeş olmuşlar... Uhud'u ziyaretimizde hüzünlü ve düşündüren anlar yaşamıştım. Sanki üzerimize bin dört yüz sene öncesinden gelen tekbir ve kılıç sesleri yağdı... Hz. Hamza (r.a.)'ıyı düşünürken, o düşüncenin yanına başka bir düşünce daha demir attı. O da; Osmanlı'nın çöküşü... Osmanlı, Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) Sünnet-i Seniyesine sıkı sıkıya sarıldıkça, hatıralarına ve değer verdiklerine değer verip, sahip çıktıkça münafıklar kuduruyor ve bozuk yolun yolcuları Ehl-i Sünnet yolunu hazmedemiyorlardı...
'MÜSLÜMAN HOR GÖRÜLDÜ'
Osmanlı Sünnet-i Seniyye'nin ihyası ile yeni yeni İslam'a dahil olanların steril kalmasına, hurafelerden korunmasına vesile oluyordu. Bu duruma son vermek, sapık fikir ve bozuk mezheplerin önünü açmak ve de İsrail urunun Ortadoğu'ya düşmesi için Osmanlı İmparatorluğu İslam düşmanı dinsizlerle yere yıkılmalı ve yüreği sökülmeliydi... Ve bunu başardılar kanı ve sütü bozuk haçlı artıklarıyla... Uhud düşündürüyor: İki sökülmüş iman dolu yürek. Biri Hz. Peygamberimizin aslan yüreklisi Hz. Hamza, diğeri Âlemi İslam'ın korkusuz yüreklisi Osmanlı... İkisinin de yüreğini söktüler, ikisinin de yüreğini küffar ve dessas münafıklar dişlediler. İkisi de Peygamberimiz'in yoluna iman dolu başlarını koydular. Hz. Hamza sadece aslan avlamıyor, küffar avlıyor, küffara korku salıyordu. Osmanlı ise Hz. Hamza'nın cesaretini ve İslam'ın sancağını alıp, tevhid inancını kıtalara götürüyordu. Üstelik kâfir gibi kahpelik etmeden, düşmana bile yiğitler yiğidi Hz. Ali (r.a.) gibi merhametli davranarak... İkisinin de asıl derdi insan öldürmek değildi; Peygamberimiz'in yolunda saadet-i ebediye biletini almış din kardeşi kazanmaktı. Ne yazık ki küfrün inadı kılıçlara razı olduğunda kılıcın hakkı da verilirdi... Türk milleti, İslam'dan önce de namertlik yapmamış, aman dileyene el kaldırmamış, mazluma kol kanat germişti. Bu özelliklerine İslam'la birlikte Sünnet-i Seniyye'nin parlak cilasınını da çalınca tam bir Peygamber sevdalısı ve İslam'ın fedaisi olmuştu. Hz. Peygamberimiz'in açtığı yoldan gayrısına da tevessül etmemişlerdir... Hz. Hamza'nın (r.a.) korkusuz dağ gibi aslan yüreği parçalandı ve Osmanlı'nın ise İslam'a hizmet aşkı ile dolu yüreği içimizdeki hainlerin ihanetiyle sökülüp atıldı; Osmanlı'nın adaletle yönettiği topraklar paramparça oldu. Hz. Hamza, Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)'in merhamet dolu yüreğini yaktı. Osmanlı'nın ihanetlerle çöküşü ise İslam dünyasını başsız bıraktı. Başsız kalan İslam Alemi yol geçen hanına döndü; gelen vurdu giden vurdu; sahipsiz Müslüman hep hor görüldü...
DAVA SAHİPSİZ KALMAZ
Yüreği sökülen Hz. Peygamberimizin amcası ve paramparça edilen Osmanlı yeni Hamzalara, yeni Kur'an fedailerine zemin hazırlamış, ruhlara kazınmıştır ektikleri tohumlar çok güçlü şekilde semere verecektir. İşte görüyoruz milyonlar umrecileri; her şeye rağmen İslam'ı söküp atamadılar... Kur'an davası asla sahipsiz kalmaz! Giden kahramanların yerine yeni kahramanlar gelerek, kudsî dava kıyamete kadar sürüp gidecektir. Yeter ki bizler Hamza olalım, bizler, Ömer ve Ali olalım ve de Osmanlı gibi asrı saadet-in tevhid sancağını devralıp, İ'la'yi kelimetullahı hayatımızın gayesi edinelim. Kâbe'de her ırktan insanların büyük bir imanla tavaf ettiğini görünce inancımız kat be kat artarak, geleceğin yeniden İslam asrı olacağına inancımız alevlenmiştir. Bu kutsal mekanlarda en ağır imtihanlarla; şeytanın tüm engellemelerine rağmen aşk ile vazifelerini yapanlar geleceğin de vazifelerini yapacağına; Müslümanların yek vücut olacağına müjdedir ve kutlu günlerin ayak sesleridir... Mekke'den selamlar...