"Ege'de hoşgörülü bir yaşam var"
- Sarmaşık
- Giriş Tarihi: 17 Aralık 2011 16:14
'Entelköy Efeköy'e Karşı' filminde entel- dantel denilen insanlarla, köylülerin kavga ve tartışmalarının manasız ve gülünç olduğunu gösteriyorum
ÖZKAN BİNOL
Muğla Çiçekli Köylü Yüksel Aksu, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin medar-ı iftiharlarından. Benimde gururlandığım bir okuldaşım. Borç harç çektiği "Dondurmam Gaymak" ile Oscar yarışına kadar gitmiş bir sinema cengaveri. Ondaki cevheri keşfeden Hollywood'u elinin tersiyle geri çeviren bir Türkiye sevdalısı. Bugünlerde "Entelköy Efeköy'e Karşı" filmi ile yine çok güldürüyor ama bir o kadar da düşündürüyor.
- Sinemacı olmak aklına nereden geldi?
Öğrencilikte ortaokul, lisede müsamere kolunun vazgeçilemez yıldızlarındandım. Lise bitti İzmir'e üniversiteye geldiğim zaman devlet tiyatrosunda çalışmaya başladım. 1988'de bir gün İzmir sinemasında bir film izledim ve sinemacı olmaya karar verdim. O sene güzel sanatlar fakültesinin sınavlarına girdim ve kazandım. Okulu bitirdim, asistanlık yapa yapa sinemacı oldum.
- Hayatını değiştiren film hangisiydi?
"Sefiller"in bir versiyonuydu. Beni etkileyen diğer filmde "Dünyanın Bütün Sabahları"dır. Ondan önce tabi tiyatro var. Entelektüel anlamda fakülteden çıkarsın, gara kadar yürürsün, köfteci Şeref'ten çeyrek ekmek yersin, yeşil evin arasından girersin, doğru dürüst bir konferans bir şey yoksa oradan çıkarsın, üç bira parası varsa denizatında sinema tartışır, liman kahvesine gidip orada da siyaset ve roman tartışırsın... Bu alan bizim dönemimizin silikon vadisiydi. İzmir'in akademik hayatının dışında bir de gayri akademik sokak hayatı, entelektüel habitatı vardır. Fransız Kültür, Amerikan Kültür, liman, İzmir Devlet Tiyatrosu'na kadar uzanan arada bir de İleri Kitapevi'nde soluklanırsın.
O YILLARI ÖZLÜYORUM
Açıkçası çok özlüyorum. Çünkü bir sanatçıyı besleyecek en önemli şey akademik hayatı dışındaki kendi kamusal hayatıdır. O zamanlar böyle coğrafyalar, kümeler ve küçük kümecikler var. Koltuğunun altında Oğuz Atay olan mı, Dostoyevski'nin romanı olan mı ya da o zamanki İzmir'in yerel dergileri Temmuz, Dost, Edebiyat ve Eleştiri gibi... Herkes her dergiyi alamadığı için değiş tokuş eder ve açlıkla okurduk. Saatler süren çay sohbetleri, vapuru kaçırmalar, kaçırdık şimdi ne yapacağız deyip ortak taksi tutmalar ve o sofistike hazları, evreni birbiriyle ilginin tedavül olduğu ağızdan ağza, dilden dile akıldan akıla dolaştığı dönemi çok özlüyorum. Son yıllarda bu tip habitatlar yok, bilginin tedavülü kalmadı. Para da bilgi de abonman da paylaşılmıyor. Halbuki en iyi okuma, o bilgi dolaşımıdır. Senin görmediğin izlemediğin bir filmi tavsiye ederek hep büyürsün ve çoğalırsın.
- İzmir'den sonra İstanbul serüveni nasıl başladı. Neler yaptın "Dondurmam Gaymak" filmine kadar?
Daha öğrenciyken Yusuf Kurçenli'ye asistanlık yapmaya başlamıştım. Okul bitti hemen piyasada reji asistanlığı yapmaya başladım. 1995 yılında sana iş başvurusunda bulundum. Sağ olasın, iyi ki almamışsın yoksa reklamcı olup gidecektim. Sonraki dönemlerde Mustafa Altıoklar, Serdar Akar, Taylan Biraderler, İsmail Güneş gibi yönetmenlere ve en son da Zeki Ökten'e reji asistanlığı yaptım. Zeki Ökten'in Güle Güle filmi ile bitirdim bu dönemi ve "Yasemince" ile yönetmenliğe başladım.
- Dondurmam Gaymak'ı borç harç bitirebildin. Nasıl bir süreçti bu?
İlk film, ilk çocuk. Kuzguna yavrusu şahin görünür hesabı bana hala çok güzel gelen proje. İlk İstanbul Film Festivali'nde görücüye çıktı. Ödül aldı. Arkasından Adana Film Festivali üç ödül, arkasından birkaç ödül daha...
- Ve filmin o yıl Oscar aday adayı seçildi.
Aynen öyle oldu. Türkiye'deki sinema kurumları olarak gittik, Amerika'da da festivallere başvurmaya başladık. Queens'te en iyi yönetmen, en iyi komedi aldı. Sonra HBO'da en iyi yabancı komedi filmi ödülünü aldı. Derken Oscar'a yaklaştık, bir havalara girdik. Bir baktım kendimi Clint Eastwood, Brad Pitt ile yarışmanın içinde buldum. Tam İngiliz atıyla boz eşek gibi. İyi bir deneyimdi. Mesele Oscar almak değildi. Mesele Türkiye'nin taşrasından oyuncu, sponsor, yönetmen bir grup insanın bir araya gelmesi ve filmin Amerika'larda değer görmesi.
TEKLİF GELDİ
- Bir de Hollywood'dan transfer teklifi aldın galiba.
O dönem Elif'e Hollywood'dan bir menajer "Bu çocuk madem bu olanaklarla böyle bir film çekebildi, biz buna olanak verirsek kimbilir neler yapabilir" demişler. "Fakat birkaç yıl burada olması, bizim onu dizayn etmemiz lazım" diye de eklemişler. Önce hoşuma gitti kalkıp gittim. Los Angeles'ta baktım ocakbaşı yok, esnaf lokantası yok, rakı yok, muhabbet yok. Dayanamam ben Egeli'yim. Bu nedenle vazgeçtim Hollywood sevdasından.
- Şimdi " Entelköy Efeköy'e Karşı" var. Entelektüel senin için kimdir?
Bölge zaten Ege. Hem entelektüel hem efedir. İkisinden de vazgeçemezler. Entel, biliyorsun 80'lerin çıkardığı bir olgu. Amaben en sade hali bence birazcık fikir evreni de yarım, üretim evreni de yarım, hayatla ilişkisi biraz yarım yamalak ve toplumdan kopuk insan diye tanımlayabilirim sanırım.
- Dünyanın ilk ekolojik filmi. Ekolojinin bu kadar filmin içinde olduğu başka bir film var mı?
Dünyanın ilki midir bilemiyorum ama ekoloji derdi olan bir film benim filmim. Ve bu ekolojik derdini yukarıdan bir bakış açısı ile değil de daha çok Anadolu'nun kendi kadimlerine referans çakan, selam veren bir film. Dedelerin ninelerin ne yapıyorsa bak. Yaş ağaç kesilmez diyorsan, kuş yuvası bozanın yuvası da bozulur diyen bir gelenekten geliyorsan sende bu doğa sevgisi vardır.
- Peki şimdi niye yok?
Çünkü sen kadim geleneğini kaybettin, modernizme entegre olamadın. Problem, Türkiye'de köylülüğün gitmiş olması. Dayanışma, imece muhafaza edilmiyor. Bunun yerine paracılık, çıkarcılık kalmaya çalışıyor.
Egeliler, gırgır şamataya devam etsin
- Yönetmenliğinde okullu olduğunu hemen gösteriyorsun.
Filmimi bir 9 Eylüllü olarak yaptım. Özdemir Nutku'nun I. ve II. cilt Dünya Tiyatro Tarihi, Metin And'ın Geleneksel Türk Tiyatrosu ve birazcık da yörük çocuğu olarak çocukken asker eğlentilerinde nişanlarda orada burada seyrettiğim köy seyirlik oyunlarında esinlenilmiş şeyler var. Filmde benim de aralarında bulunduğum orkestra bir düğün alayı. Hatırlarsan Ege'de gelin almaya giderken bir portakalı kazığa geçirirler en önde bir bayraktar vardır kıçında bir tane ufak sulandırılmış rakı, klarnetle gelin almaya giderler. Buna komos alayı denir. Diyonisos tiyatronun ve sanatın tanrısı biliyorsun. Manisalı senin hemşerin, bu düğün alayı orta oyuna ve ona bir atıftı. "Brecht"in geleneksel Anadolu tiyatrosu ile ilişkisini de referanslayan bir şey benim filmdeki giriş çıkışlarım. Biliyorsun ciddi bir "Brecht" eğitimi verilir bizim okulda.
- İzmir'e, Ege'ye söyleyeceğin son bir söz...
Egeliler dışarıdan hala sıcak ve sempatik görünüyorlar, öyle tanınıyorlar. Bütün arzum bu. Ege'de kadınıyla erkeğiyle, dinlisiyle dinsiziyle, berduşuyla beş vakit namaz kılanı ile birlikte yaşamaya ve birlikte gırgır şamata yapmaya devam etsinler isterim.