SELAMİ KALAY
Çevreye hakim dağların, kutsal saydıkları zirvelerine atalarının mezarlarını yapmışlar. Gösterişten uzak, çevredeki taşların üst üste dizilmesiyle oluşan bu kutsal mekanlara, dileklerinin gerçekleşmesi inancıyla renk renk tülbentler, bezler bağlamışlar...
Çaldede dağı, Kemalpaşa ilçesine bağlı Bağyurdu, Ovacık ve Yenikurudere köyleri arasında. Zirvesi 1387 metre. Kiraz, üzüm, ceviz ve kestanesiyle ünlü Ovacık köyünün girişinde, asırlık çınarın altındaki mermer çeşme karşılıyor yolcularını. Çeşmenin üzerinde, "Sinancılar, Ovacık, Kızıloba, Bayındır, Tire, Aydın yolunun hatırası olarak, İzmir Valisi Kazım Paşa tarafından yaptırılmıştır. 19 Kanunu evvel 1932" yazıyor.
Ovacık'tan başlayarak zirveye yapılacak bir yürüyüş, gidiş dönüş yaklaşık 16 km. Daha fazla yürümeyi tercih edenler için, zirveden Bağyurdu'na devam etmek iyi bir seçenek olabilir. Bu rota 25 km'yi buluyor. Zirveye kadar, kızılçam, meşe ve makiler arasından, dik çıkışlarla serbest tırmanış yapılabileceği gibi, orman yolundan da kolayca ulaşılabiliyor. Ovacık ve Yenikurudere köylerinin kuşbakışı görülebildiği zirveden, vadileri dolduran sislerin görüntüsü Karadeniz yaylalarını aratmıyor. Orman gözetleme kulesinin altı, dağcılar için uygun bir mola yeri. Dağa ismini veren Çaldede mezarı, ne yazık ki defineciler tarafından açılarak tahrip edilmiş.
TÜRKMEN BOYLARI
Orta Asya'dan Horasan bölgesine gelen Türkmenler'in bir bölümü, Basra, Samara, Selmanpak yoluyla önce Musul'a, ardından Anadolu'ya girip Mardin, Maraş üzerinden Adana'ya gelmişler. Sonrasında Toroslar, Akdeniz ve Ege bölgelerine dağılmışlar. 24 boy halinde göçerliğini sürdürmüş bu toplum hem göçerlikleri gereği hem de inançları nedeniyle uğradıkları baskı ve zulümler sonucu, hep ormanlık ve dağlık bölgelerde yaşamışlar. Ege Bölgesi'ne ulaşan Tahtacı Türkmen Alevileri, önce Nif dağlarında uzunca bir süre yaşamışlar. Sonra Narlıdere'nin hemen üstündeki Kızıldağ'ın Külefli mevkiine gelen bir kısmı, 200 yıl önce, Narlıdere'ye inip yerleşik hayata geçmişler.
Yüz yıllar süren bu zorlu yolculuğun inanç boyutunu, Narlıdere Belediyesi Tarihi Kültür Evi (Cem Evi) Müdiresi Merih Ünsal'dan dinleyelim; "Kültür Evi, inanç müzesi 2007 yılında açıldı. Burası 1874 yılında, Türkmen Alevi dedeleri tarafından yaptırılmış tarihi bir Cem Evi. Aynı zamanda bir ocak. Yanyatır Ocağı diye geçiyor. Bu toplumun iki tane büyük ocağı var. Bir tanesi burası, diğeri Aydın Reşadiye'de Hacı Emirli Ocağı. Buraya gelen boyumuz Çobanlı boyu. Tahtacı Türkmen Aleviler'in 24 boyu var ve 12 tanesi bu ocağa bağlı. O dönemin Piri Dur Hasan Dede'mizin torunu, Hızır Dede geliyor Narlıdere'ye. Cem Evimiz 1874 yılında, gelen yardımlarla yapılıyor. 1960'lara kadar da Cem Evi olarak kullanılıyor. O zamanlar küçük bir köymüş Narlıdere, dolayısıyla Cem Evi ihtiyaca cevap veriyormuş. Daha sonra burası ocak diye gelinmiş, Varto depreminden sonra gelen aleviler oldu, şehirlere göçler hızlanınca Narlıdere de bundan etkilendi. Şimdi nüfusunun yüzde 80'i Alevilerden oluşan büyük bir ilçe ve yeni yapılan üç katlı Cem Evimiz var. Cemler, hayırlar, yemekler, cenaze ritüelleri hep orada yapılıyor.
"HAKKA YÜRÜME"
Şimdi bizler göçer bir toplumuz. Yaklaşık 200 yıl öncesine kadar. Dolayısıyla gittiğimiz her yere, o yaşadığımız coğrafyanın inancını, kültürünü de beraberinde taşıyabilmişiz. Yani çok zor asimile olmuşuz. Bir de içe dönük bir toplum olduğumuz için, koruyabilmişiz bu inancımızı. Yani o eski Türk Şaman inancını günümüze kadar taşıyan, hemen hemen tek toplumuz bizler. Bütün Ege, Akdeniz ve Toroslarda yaşayan bütün Tahtacı Türkmen Alevi toplumunda aynı gelenek ve inanç var. İnanç ritüelleri bakımından bizim, diğer Anadolu Alevilerinden hiçbir farkımız yok. Ancak bazı kültürel farlılıklarımız var. Alevilik Erkan bakımından çeşitli kollara ayrılır. Babam Bektaşiliği, Çelebi Bektaşiliği, Seyit Ocakları gibi. Bir de kültürel farklılıklar gösteren kollar vardır. "Yol bir, sürek binbir" diye bu yüzden denir zaten. Tahtacı Türkmen Alevilerini ayıran en önemli özellik "Hakka Yürüme" geleneğimizdir, yani ölü gömme geleneğimizdir. Biz eşyalarımızla gömülüyoruz. Çünkü ölümden sonra yaşam inancı var. Ama bu reenkarnasyon anlamında bir inanç değil. Devriye anlamında, doğada sürekli var olabilme anlamında. Evrenin birliğine inanılıyor bir yerde. Bizim çok özel bir giysimiz var, değre deriz ona. Bazı yörelerde üç etek de denir. O değremiz çok özel günlerde giyilir. Başbağlama dediğimiz bir geleneğimiz var. Başlıklara, bazı yerlerde üçlü bazı yerlerde yedili deriz. Genellikle üçlü olur ve beyaz (Allah), yeşil (Muhammed), kırmızı (Ali) simgelenir. Bazı yerlerde sarı (Hasan) ve mor (Hüseyin) simgeleri de katılır. Değre, kaynana tarafından diktirilir ve düğünün hemen ertesi günü geline giydirilir. Kaçan gelinlere giydirilmez örneğin, hamile kalınca giydirilir. Bir de cenazesinde giydirilir, yani ölümlük dirimliktir, bir yerde kadının kefeni de olur. İşte o değre ile ve eşyalarımızla gömülüyoruz. Eşimizden eşyalar konuyor yanımıza. Gençse, sevdiği varsa sevdiğinden eşyalar koyuyoruz, yastığı yorganı ile, yani diğer dünyada yaşayacakmış gibi, simgesel olarak. Başbağlama geleneğinde kadın nasıl süsleniyorsa, aynen o şekilde çiçeklerle süsleyip sap ayağına da kına yakılıp öyle defnedilir. Erkekler ise, beyaz gömleği, siyah "pantulu", "kemerbest" dediğimiz kemeri ve başına poşusu bağlanarak defnedir.
Mezarlarımıza "Yel Bayrağı" bağlarız. Mezarın başucundan ayakucuna kadar ipe dizilen yel bayrağı, doğanın bütün renklerini simgelediği için takılır. Bu da sadece bize özgü bir inanıştır. Mezarın yeni olduğu anlamına gelir ve 40 gün kalır mezarda. Kadınlara da erkeklere de takılır. Ayrıca bu 40 gün süresince, bir fener mezarın başucunda yanar vaziyette durur. Biz buna hakka yürümek diyoruz. Bütün Alevilerde de ölmek denmez, hakka yürümek denir.
NASIL GİDİLİR
Kemalpaşa ilçesinden, Armutlu, Ören, Bağyurdu köylerini geçtikten sonra, Sinancılar'dan önce sağa dönülerek, 10 km. sonra Ovacık köyüne ulaşılır. İzmir'den toplam uzaklığı 40 km.
