MURAT ARABACI
Barselona'dan arabayla yola çıkarsanız, 2-2.5 saatte Valensiya'dasınız. Yollar çok rahat, trafik de çok hızlı akıyor. Hiçbir sıkıntı yok. Valensiya'da dolu dolu 1.5 gün geçirdik. Valensiya için Avrupa'nın bahçesi deniliyor, ilk öğrendiğimiz terim de bu. Denizin kenarında ve her yer yemyeşil, çiçek bahçesi gibi. Türkiye'ye gelen İspanyollar Valensiya'yı İzmir'e benzetiyorlar. Gururlanıyoruz ama onlar tarihi korumuşlar, biz deniz kenarlarını, Kordonboylarını 9-10 katlı apartmanlarla doldurmuşuz, yazık. İnsan nasıl hayıflanıyor bilseniz. Valensiya'nın en ünlü ürünü de portakalı. Barselona'dan sonra İspanya'daki en fazla öğrenci Valensiya'daymış. Gerçi biz üniversitelerin tatil zamanında gittiğimiz için sokaklarda öğrenci yoktu, ancak turist doluydu.
TURİA BAHÇELERİ
Valensiya'da Madrid ve Barselona'ya göre şehir yaşantısı daha dingin, çok çok hareketli değil. Turia nehri, kentin son 50 yılda yapısal değişim yaşamasında önemli rol oynamış. 1950'li yıllarda nehrin taşıp kente büyük zarar vermesinden sonra ilk adım atılmış ve akarsunun yatağının değiştirme kararı alınmış. Hummalı bir çalışmayla kentin ortasından geçen nehir yatağı, şehrin dışına kaydırılmış, yaklaşık 15 kilometrelik nehir yatağı kurutulmaya bırakılmış. Felakatler yaşatan bu nehir yatağı, muhteşem rengarenk bir bahçeye dönüştürülmüş,, felaketlerin izleri silinmiş. Kurumuş bu dev su yolu, 11 parçaya bölünüp şehircilik şaheseri yaratılmış. Adı da Jardines Del Turia (Turia Bahçeleri) olmuş. Müthiş bir peyzaj uygulaması. Gözlerinize inanamıyorsunuz. Kurumuş nehir yatağının her yeri ağaçlandırılmış ve mekanlarla süslenmiş. İçine büyük AVM yapılmadan, toprak yaşam alanlarıyla bezenmiş. Buranın kurumuş bir nehir yatağı olduğuna inanamıyorsunuz. Bisiklet yolları, atletizm pistleri, parklar, bahçeler, havuzlar, kültür merkezleriyle adeta cennet bahçeleri. Kısacası alkışı hakeden bir yapılaşmayla kurumuş nehir yatağı, şehrin cazibe merkezi olmuş.
İSA'NIN KABI
Valensiya'dan, dünyanın turizm cennetleri sıralamasında zirvede sayılan İbiza adasına vapurlar kalkıyor. Ama vaktimiz yoktu, biz doğru şehir merkezine geçtik. Şehir merkezinde yer alan Valensiya Katedrali, gotik mimarisiyle yapılmış. Biz içeriye girdiğimizde ayin vardı ve oldukça sessizce ilerledik. Zaten tüm turistler katedralin etrafında, makineleri elinde fotoğraf çekiyorlar. İsa'nın son akşam yemeğinde kullandığı iddia edilen ve mucizevi güçleri olduğuna inanılan kap, Valensiya Katedrali'nde. İsterseniz özel odada saklanan bu kabı görmek için 15 euroyu gözden çıkartıyorsunuz. Katedralin etrafında Reina ve Virgen meydanları var. Meydana çıkan yolun tarihi geçmişi 2000 yıllık. Bu yol 2 bin yıldır insanlığın hizmetinde. Rotamız, Llotja de la Seda (İpek Marketi) ile La Lonja (İpek pazarı). Ortaçağ mimarisiyle yapılmış ipek marketin, o dönemin ticaretine yön veren merkez olduğunu öğreniyoruz. Bu bina Unesco'nun dünya kültür mirasları içine alındığı da yazıyor duvarda. Sırtınızı duvara verip karşıya bakarsanız, Mercado Central'ı göreceksiniz. Tarihi binanın içi, en büyük kapalı pazar yeri. İçeride her türlü taze balık, et, deniz mahsülleri, sebze ve meyvalar var. Üstelik oturup istediğiniz menüyü yiyebilirsiniz. Dolaşmak isterseniz 1 saati burada eğlenceli geçirirsiniz. Tek ürkütücü görüntü, çengellere asılı tavşanlar. Bu tavşanlarla, paella yapılıyor. Yemeğimizi yedikten sonra direksiyonu Cuidad de las Artes ylas Ciencias'a (Bilim ve Sanat şehri) kırın. Beş ana binadan oluşan yapı, mimarlık şaheseri. Binaların hepsi birbirinden görkemli. Agora, eski bir kapalı tenis kortundan kültür merkezine çevrilmiş. Sanat, moda gibi organizasyonların evi.
OPERA TUTKUNLARINA
Palau de les Arts Renia Sofia ise opera tutkunlarının mekanı. Aynı anda dört büyük opera sahneye koyma kapasitesi olan muazzam bir bina. Prince Felipe Science Museum (Prens Felipe Bilim Müzesi) de dinozorlardan tutun da, uzay bilimlerine kadar bir çok materyalin sergilendiği mekan. Hemisferic ise eğlence merkezi. İstenirse çok büyük gece kulübüne dönüştürülüyor. Beş binanın içindeki en keyifli bölge, L'Oceanografic (Akvaryum). Dünyada iki adet beyaz balinanın bulunduğu tek akvaryum olarak ünlenmiş. Burası, Avrupa'nın en büyüğü, dünyanın da 3. büyüğü. İspanya'da her yerde olduğu gibi burası da ücretli. Valensiya'da haziran aylarında renkli bir festival sizi bekliyor: La Tomatina (Domates festivali). İnsanlar birbirlerine domates fırlatıp stres atıyorlar. Festival, Valensiya'ya yakın Bunol'da. Biz iki ay kadar gecikmişiz, ama siz Valensiya gezi planı yaparken, bu festivali de mutlaka yaşamak için atlamayın. Bembeyaz tişörtlerle domates savaşı başlayıp, kıpkırmızı olana kadar atış serbest. Bu arada binlerce kilo ddomatesin tüketildiğini de eklemeye gerek yok.
PLAJLAR BİR HARİKA
Valensiya'nın en çekici yeri, plajları. Bu kentte en kısa plajın uzunluğu 5 kilometre. Üstelik incecik kumuyla çok davetkar. Vaktiniz varsa, kenti gezerken mayonuzu da bulundurun,, arabayı parkeder, serinleyebilirsiniz de. Valensiya'nın geceleri de bir başka alem. Barselona ve Madrid'ten aşağıya kalmıyor. Virgen Meydanı'nda yürürseniz, El Carmen'e ulaşıyorsunuz. Sanatın duvarları süslediği El Carmen'de sayısız restoran, bar ve gece kulübü sizi bekliyor. En çok bar, Baja Sokağı ile Negrito Meydanı'nda var. İspanya'nın kentlerinde yemek kültürü birbirlerine çok benzer. Çok fazla farklılık yok. Her yerde paella ve deniz ürünleri var, tabii isteyene biftekler. İspanyollar ile damak zevkimiz birbirine yakın. Ancak tek fark, onlar domuz ürünlerini çok seviyorlar. Zaten yemek almadan önce domuz olup olmadığını sorduğunuzda gerekli uyarıyı hemen alıyorsunuz. İspanya'yı üç kentle sınırlamayın. Granada, Sevilla, Malaga, Bilbao, Mallorca da en az üç kent kadar ilgi çekici şehirler. Ama bizim zamanımız kısıtlı. Oraları bir başka sefere bırakalım diyor ve ekliyoruz: Ole Espania.