Su damlası kadar berraktır Şebnem’im
Çiy, yani akşam serinliğinde bitkilerde oluşan su damlaları demek Şebnem... Aynı adı gibi benim değerli, can dostum, aynı anda arkadaşım, aynı anda kardeşim, aynı anda bu yaşımda eğitmenim diyebileceğim, aynı anda yoldaşım, aynı anda kızım, aynı anda yaşamımı güzelleştiren sevdiğim, sevdiğim kadar hürmet ettiğim Şebnem...
O kadar çok, o kadar güzel dostlukla, can dolu, hepsi ayrı çerçeveler içinde unutulmaz resimlerim var ki...
Dostluğuna çok önem verdiğim kardeşim dediğim Şenay Düdek sağolsun, birlikte katıldığımız bir akşam yemeğinde tanıştırdı bizi.
O kadar güzel sohbet oluşturduk ki üçümüz, Şenay bana gazetede yazabilme cesaretini verdi. 2 gün sonra röportajımın yapılması için gittiğim Yeni Asır'da o dönemin Genel Yayın Yönetmeni Bursalı "Aynen konuştuğun, anlattığın gibi yaz. Düzeltilecek şeyler varsa buradayız" deyince ilk yazımı yazdım. Hiç ümidim yokken, 'Bodrum'da cenneti cehennemi yaşadım" ardından 'Ajda Çeşme'de' derken her hafta, seyahatlerimde ise her gün yazıp köşe yazarı oluverdim.
BU BENİM HİKAYEM
Paylaşmasını çok sevdiğimi anladı, al sana bir meslek paylaş dedi.
Bu benim hikayem. Arkadaşlarla tanıştığımda herkesle ayrı ayrı ilgilendiğini ve herkesi yeteneğine göre yönlendirdiğini izledim.
Seyahatlerimizden birinde (ki seyahatte belli olur dostluklar, derler) New York'ta sabahın 03.00'ünde odasında ışık görünce merak edip kapısını çaldım bilgisayar, telefon, i-pad arasında faal bir Şebnem tablosu ile karşılaştım.
Sonradan alıştım, 03.00 ile 05.00 arası gazetedeki ekip arkadaşlarıyla yazılar, sayfalar ve başlıkları konuşuyordu. Her zaman işinin başındaydı Şebnem...
Çok başarılı idareciliğinin yanı sıra çok genç yaşında Ankara'da Meclis'in tek kadın gazetecisi olan Şebnem'in başarılarını çok değerli devlet adamlarından, kişilerden duyduğumda bir kez daha iftihar ettim çok değerli kardeşimle.
O kadar değerlidir ki, beni çok sevip saydığına emin olduğum halde bir kez olsun iş saatleri içinde özel telefonundan aramamışımdır.
İzmir'de bana hayat veren, her an arayacağım, belki herkesten çok özleyeceğim, kızımı, arkadaşımı, patronumu çok arayacağım.
Ama en çok da belli etmeyen benim. Bu satırlarda biraz anlatmaya çalıştım belki ama ailesi ve dostlarının yanı sıra en önem verdiği şeyin çalışmak, üretmek, başarıya ulaşmak, bu arada çevresindekilere de yararlı olmak olduğunu biliyorum.
PIRLANTA BİR İMZA
Hani beni Ekol'un kurucuları Baz Ailesi ile tanıştırdığı gibi. Şimdi İzmir'in bu pırlanta imzası Ankara'da artık. Eminim ve dilerim orada da çok ama çok iyi şeyler yapacak ve sevdiklerini (çok kişiyi ve de beni) çok mutlu kılacak.
Kabına sığmayan epey insanı çok iyi yere getiren, ailesinin canı, biz dostlarının medahar-ı iftiharı Şebnem Bursalı seni çok özleyecek, arayacağız...
Belli etmiyorum eve geldiğimde, belki de gözyaşlarımı kendim paylaşıyorum. Geçen gün düşündüm ve paylaştım arkadaşlarımla.
İzmirli işadamı Rıza Akça'nın düğününde idik, (Şebnem de oradaymış tanışmıyorduk daha) önce gençlerin 'harmandalı' oyununda hislendik hepimiz baba- kız, 'yüksek yüksek tepeler' türküsünde karşılıklı oynayınca bizim masa onlarla ağladık. Baba ağlar kız ağlar... Biz de kızımızı Ankara'ya öyle yolluyoruz. Her zaman daha iyiliklere, yükseklere, başarılara canımız mütevazi, çok başarılı, içinin güzelliği fazlasıyla yüzüne vurmuş Şebnem'imiz...
Çok özleyeceğiz seni ama başarıların ve mutluluğun çok daha önemli.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.