Önce ünlü oyuncularımızdan Haluk Bilginer oltayı attı... "Babam ölse de sahneye çıkarım yavşaklığına asla inanmam. Ben babam ölürse sahneye filan çıkmam, kıçımı yesin herkes..." diyerek, yıllardır perdenin asla kapanmayacağı ahlakına bağlı kalan tüm meslektaşlarını 'yavşak' yerine koyuverdi.
Aslında Bilginer'in hoşa gitmeyen yakıştırmasını bir yana bırakırsanız, söylediklerinin çok da tartışılacak tarafı yok. Çünkü bir oyuncu, babasının öldüğü gün sahneye çıkmayı reddedebilir ve bu onun insanlık anlayışı ile sanat etiği arasında kurduğu kişisel dengenin bir sonucudur. Bir diğeri de çıkıp, "Annem ölse de oynarım" diyebilir.
***
Ama bizim ülkemizde söylenmeye çalışılanı anlamak yerine 'çarpıtmak' esastandır. Tıpkı Haluk Bilginer'in sivri dilini kendine kılıç edinerek Nedim Sabancı'ya saldıran Levent Kazak'ın yaptığı gibi...
"Leyla'nın Evi"nde rol alan Onur Bayraktar'ın ölümü üzerine, yeni bir ismi sahneye çıkaran Tiyatrokare'nin sahibi Nedim Saban için, "Haluk Bilginer'in bahsettiği yavşaklık işte bu. Onunla karşılaşınca, zavallı bir fırsatçı olduğunu söyleyeceğim" diye buyurmuş Levent Kazak...
***
Hayır, Levent Kazak! Bilginer'in bahsettiği 'yavşaklık' bu değil. O, insanın yıkıcı bir olay karşısında mesleğine ara verebileceğini, yaşadığı acının ve buna duyduğu saygının gereği sahneye çıkmamayı tercih edebileceğini anlatıyor.
Bir oyuncunun hayatını kaybetmesine rağmen perdeyi kapatmamanın konuyla ilgisi ne? Eğer Bayraktar'ın ölümüne rağmen oyunun sürmesinde bir 'yavşaklık' arıyorsan, bu yakıştırma herkesten önce onun boşluğunu dolduran meslektaşına da gitmiyor mu? Hatta oyunda emeği geçen herkesi suçlamış sayılmıyor musun?
***
Onur Bayraktar mesleki bir ihmalin kurbanı olsaydı, yerine piyon gibi başkasının sürülmesine 'yavşaklık' demek bile az gelirdi. Ama şimdiki durumda bir 'saygısızlık' aramaya kalkışacaksak, olayın boyutları farklılaşır.
Rahmetli, keşke anısına duyulmasını beklediğiniz saygıyı kendi hayatına karşı gösterseydi de motosikletiyle hız denemesi yapmasaydı. Keşke, "Yol yağışlı, benim aracımı al' diyen arkadaşını dinleseydi ve sahnedeki rolüne kendi çıkabilseydi. Ne yazık ki Bayraktar, kaderin ağlarını elleriyle ördü. Bunun üzüntüsünü hepimiz derinden yaşıyoruz ama acısını başkasından çıkarmanın manası var mı?
***
Nitekim konuyla ilgili fikri sorulan Yıldız Kenter ve Ali Poyrazoğlu gibi iki büyük üstat, 'perde kapanmamalı' demiş. Ali Poyrazoğlu daha da ileri giderek, ölümün bile reklam malzemesi haline getirilmesine öfkelendiğini söylemiş.
Sanatçıların çoğu, neden her acıya rağmen 'devam' kararında ısrarlı? Çünkü bir de tiyatronun velinimeti sayılan izleyiciye saygı denen bir şey var.
İçinizdeki adamlarla tanışmaktan kaçınmayın
Yazın Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu'nda izlemiştim Ali Poyrazoğlu'nun yazıp yönettiği 'Tanımadığım Adamlar' oyununu...
Kendisini, Orostopontopolis Tımarhanesi'nin genel sanat yönetmeni ilan eden, Monte Carlo'da oynamakla övünüp duran bir alzheimer hastasındır Madam Arşaluz Taşaklıyan...
Bu madam, tımarhanedeki hastalardan kurduğu tiyatro topluluğuyla, onları saplantılarından uzaklaştırmakta kullanılan 'psikodrama' tekniğiyle hazırlanmış '7 Numaralı Koğuş Müsameresi'ni sahneye koyuyor oyunda. Tiyatro içinde tiyatro var yani!
***
Madamın oyununda rol alan hastalar, aklını kaçırmalarına yol açan sorunları içlerine gömmüş, çevrelerini kuşatan daireler çizerek ruhlarını yalnızlığa mahkum etmiş kişilerdir. 'Psikodrama', onları dış dünyadan yalıtan zırhların içinden çekip kurtarmayı amaçlamaktadır.
Elbette Poyrazoğlu oyunda psikodramayı izleyiciye de uygulamayı başarıyor. Ve aslında değişik yaşlarımızdan birçok tanımadığımız adamın bilinçaltımıza yerleştiğini, sorunlarımızdan kurtulmak için onlarla yüzleşmemiz gerektiğini anlıyoruz. Hem de katıla katıla gülerken...
Oyun AKM'de 10 ve 11 Aralık'ta yeniden gösterimde olacak, kaçırmamanızı dilerim...