Tiyatro 'Peron'unda bir absürtlük var!
Üst üste sahnelediği yeni eserlerin ardından 'Peron'a yanaşan İzmir DT, absürt tiyatronun başarılı bir örneğini sunarak yelpazeye son rengi de ekledi. Artık gerisi, gelecek sezona...
İzmir Operası'ndaki 'Mançalı Şövalye'nin ilk gösterimi ile çakıştığı için Türkiye prömiyerini kaçırdığım 'Peron' oyununu, önceki akşam Konak Sahnesi'nde izledim.
***
Slovak Milos Karasek'in kaleme aldığı, İzmirli yazar, eğitimci ve çevirmen Prof. Dr. Semih Çelenk'in Türkçeye kazandırdığı 'Peron'u yönetmen İskender Altın sahneye taşımış.
Dünkü yazımda, yaşadığımız kültürün insanı git gide yalnızlaştırmasından, yabancılaşma ve güven bunalımının dayanılmazlığından bahsetmişken, aynı gece bireyin kimliğini yitirmesi ve geleceksizliği üzerine bir oyun izlemek doğrusu ilginç bir tesadüftü.
Absürt oyunları hep ürpertici bulurum. Çünkü toplumun ve insanın ruhundaki çarpıklaşmayı, insansızlaşma eğilimindeki o korkunç dönüşümü sarsıcı bir yumruk gibi izleyicinin yüzüne vurur.
***
Peron'da aynı sarsıntıyı, huzursuzluğu ve ürpertiyi iliklerime dek hissettim. Bireyin nereden gelip nereye gittiği konusundaki hafıza bağlarının çözüldüğü; şizofrenik bir kimlikle tüm düşünce ve duygularının anlamsızlaştığı; zaman, mekan, dün ve gelecek arasındaki köprülerin yıkıldığı bir boşluktan ibaretti aslında oyunun geçtiği peron...
Başkahramanlar Vincent ve Kornel, perondan bir yere gidemezler. Sanki treni kaçırmışlar ve geçen tüm banliyöler kendilerini hiçbir zaman aynı yere ulaştırmayacakmış duygusuyla bekleyip dururlar. Kaçan hayatlarıdır aslında.
Perona uğrayan diğer insanların arayışları ile iletişimleri arasındaki zihinsel kopukluk da hiçliğin boyutlarını güçlendirir.
***
Oyunun Cem İdiz tarafından bestelenen müzikleri dokunaklıydı. Peron sahnesinin bir köşesine yerleşen dörtlü çalgı grubunun canlı performansı ve özellikle Mesure Tahir Öznur'un etkileyici sesinden dinlediğimiz şarkılar, 'Peron'da farklı bir dramatik atmosfer uyandırıyor.
Canlı heykel sanatının kullanılması da hoş bir sürprizle karşılıyor izleyiciyi... Bu açıdan yönetmen İskender Altın'ın, absürdün etkilerini uçlarda hissettiren reji yaratıcılığı ve kurduğu karşıtlıklar hoşuma gitti.
***
Savaş Çevirel'in dekoru oyunun ruhuna son derece uygun, sade ve işlevseldi... Özellikle Peron'un düşlemsel algısını yansıtan renkler ve ışıkların kullanımı gayet etkileyiciydi.
Buket Başaran Akkaya'nın tasarladığı kostümleri de çok beğendim. Absürt kimliklerin iç dünyasını koyultan, onların birbirleri ve sahneyle ilişkisindeki uyum-uyumsuzluk dengesinin dozunu kaçırmayan bir çizgi yakalamış Buket Akkaya'nın hazırladığı kıyafetler...
***
Oyunculuklar ise tek kelimeyle harikaydı. Absürt tiyatronun örnekleri, anlatımı ve tekniği açısından herkesin aynı düzeyde ilgi odağına oturmayabilir.
Ama önceki gün sahnede olağanüstü bir uyum ve enerji vardı. Anlamakta zorlananların bile algı kayması yaşamaksızın gözlerini ayırmayışı dikkat çekiciydi.
Seyircide o motivasyonun sağlanmasında, hareketli rejinin yanı sıra peronun iki gediklisi Vincent ve Kornel'i canlandıran İbrahim Raci Öksüz ile Fatih Özyiğit'in üstün performanslarının etkisi yadsınamaz.
***
Oynadığı her karakterdeki rol yeteneğiyle İzmir DT'nin fenomeni haline gelen, yıllardır ustalık çıtasını sürekli zirvede tutarak genç sanatçılar için model oluşturan İbrahim Raci'yi ayrıca kutlamak istiyorum.
Bunun yanında güçlü oyunculuklarıyla Canan Erener Şen, Musa Zindan, Şuayip Ünsal, Ceyhan Gölçek, Ozan Yıldırım ve Yunus İşçi de ilginç tiplemelerle müthiş ilgi uyandırdılar. Emeği geçen herkese teşekkürler...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Psikolojik ilaç almadan yaşamanın yolu yok mu! (01 Mayıs 2013)
- 'Perdelerin kapandığı yerde sokaklar başlar!' (25 Nisan 2013)
- Sylvia balesi, İzmir'in çıtasını yükseltiyor (24 Nisan 2013)
- Mezopotamya Senfonisi ve Faaazıl, Faaazıl, Faaazıl! (23 Nisan 2013)
- Belediyeler, salonlarını Devlet Tiyatrosu'na açmalı (18 Nisan 2013)