Fazıl'ı Say'mak...
Eserleri yıllık programlardan kaldırıldıkça isyan etmesi, uğradığı haksızlığın karşısında durmayanlara ateş püskürmesi neden?
Besteleri iki defa eksik çalınsa sanatından, birkaç konseri iptal edilse sanatçılığından bir şey eksileceği için mi?
Ya da Ankara, Antalya, İstanbul olmazsa, bestelerini seslendirecek orkestra bulamayacak diye mi?
Güleyim bari! Öyleyse neden bu haykırışı, tepkisi, bu kırgınlığı Fazıl'ın?
***
Bir virtüöz düşünün, piyanosunun başında müziği büyüdükçe evrenin küçüldüğü; notalarıyla dünyayı avcunun içine alan...
Bir düşünün, sanatın kalbindeki her ülkede kadife eldivenle tutulan; nerede çalarsa çalsın, dünyanın öbür ucuna birkaç tuşe mesafede olan...
Ve yine bir sanatçı düşünün, hak ettiği değeri görmediği vatanını el aleme Say'dıran, sihirli dokunuşlarıyla milletini yücelten, yaşadığı coğrafyayı ezgilerin sırtında diyar diyar gezdiren, tanıtan...
***
Peki, buna rağmen neye reva görülüyor Fazıl Say?
Yarattığı müzik festivali kursağında kalıyor, etiketinde adı yazan projenin üzerine başkaları oturuyor.
Orkestraların konser takviminden eserleri ayıklanıyor.
Toplumsal uzlaşma ve barış uğruna 'terör yasası' bile değişirken, Fazıl bir twitle mahkum ediliyor!
Üstelik en büyük darbe, beklemediği yerden geliyor, orkestra yönetimleri ve birçok sanatçı da yeterince dik durmuyor; onu sahiplenmekten, desteklemekten neredeyse ürküyor!
***
Oysa Fazıl Say'a vatandaşlık teklifi yağdıranlar sırada...
Onun müzik adamı kimliğine, sıra dışı yeteneğine şapka çıkaran, hayat boyu kendisini ağırlamaya hazır ülkeler peşinde...
Öyleyken ve üstelik onca vefasızlığa, haksızlığa maruz kalıyorken, neden çekip gitmiyor sizce Fazıl Say? Huzur içinde yaşamak, üretmek, saygı görmek, teşvik edilmek dururken, neden her güne kötü bir sürprizle başlamanın risklerine rağmen bir yere kıpırdamıyor dersiniz?
***
Günümüzde bırakın Fazıl gibi dünya yeteneklerini, Avrupa'ya, ABD'ye okumaya giden gençlerimiz bile geri dönmemeye bakıyor, hepsi oralarda hayat kurmak, kariyer yapmak için adeta çırpınıyor.
En değerli bilim insanlarımız, akademisyenlerimiz, birçok ünlü yazarımız, sanatçımız yurtdışında yaşamayı seçiyor.
Böyle bir ortamda kaçımız Fazıl'ın yerinde olup da her türlü perdelemeye direnir, 'ülkemde kalacağım, burada çalışacağım' diye diretir?
***
Demek ki Fazıl'ı Türkiye'ye bağlayan hatırı SAY'ılır sebepleri var.
Nedir? Ülkesini çok seviyor olması mı? Bu da önemli bir neden ama yurtdışında yaşayanlar da ülkesini seviyor. Belki de adımızı daha iyi duyuruyor, çalışmalarıyla, eserleriyle, buluşlarıyla gurur kaynağımız haline geliyorlar.
Öyleyse?
Fazıl sadece sevmekle kalmıyor, o aynı zamanda ülkesinden besleniyor! Taşımızdan, toprağımızdan, havamızdan, suyumuzdan, doğamızdan, tarihimizden, kültürümüzden, toplumsal olaylardan, insanımızın sorunlarından besleniyor.
***
Ait olduğu coğrafyanın hatlarını notalarla çiziyor, havasını soluduğu memleketi müziğiyle anlatıyor... Tarihimiz, toplumumuz, hafızamız onun bestelerinde canlanıyor, senfonilerinde hayat buluyor...
Şairlerimizin, ozanlarımızın Anadolu tüten mısraları Fazıl'ın parmak uçlarında şarkılara dönüşüyor.
Sonra ne yapıyor?
Halkının sanattan alması gereken paya katkıda bulunmak için il il, ilçe ilçe, belde belde dolaşarak konserler veriyor.
Geçtiğimiz haftalarda böyle bir turne programı kapsamında geldiği İzmir'de, Adnan Saygun'da, müziğinin yüreğinden taştığını neredeyse elimizle tutacakmışçasına hissederken, aklıma takıldı:
Neden kendini paralıyor Fazıl Say?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.