Kadın ya da erkek karşı cinsi nasıl seçer?
Erkek cinsi, mevcut hemen hemen tüm kadın çeşitlerini arzuluyor olsa da genellikle hayatının kadınını seçerken aynen otomobil alır gibi duygusuz ve akılcı davranır. Yani?
1. Mevcut modelleri gözden geçirir.
2. Alırken bütçesine uymayan modelleri baştan eler, satın alma kararında ciddi ise üst modelleri fazla düşünmemeye çalışır.
3. Karar verirken önce bir otomobilde (kadında) aradığı nitelikleri düşünür: Örneğin, konfor, prestij, sportif sürüş özelliği, iyi bir görünüm, araziye uyma yeteneği... Bunlardan hepsine bütçesi yetmiyorsa iki ya da üç niteliği eleyerek seçim yapar. Aracın sadece alındığı andaki maliyeti değil, kullanım maliyetlerini de( vergisi, benzini, arızası vs...) hesaba katar.
4. Bu seçiminin ardından zaman zaman aracın baz modelinde karar kıldığı için üst modeller ya da daha prestijli markalara iç geçirse de sorulduğunda: 'Ben otomobilimden gayet memnunum' der, dervişçe başını öne eğer ve şikayet etmemeye çalışır.
5. Eğer erkek bir başka otomobile sahip olma isteğine gem vuramazsa ilk otomobille yolları ayrılır. Ancak onun haricinde fazla sorun yaşanmaz.
Kadın cinsi, mevcut tüm modelleri arzulamaz. Sadece prestijli ve kendisine çekici gelen modellere eğilim gösterir. Seçimini de erkek gibi akılcı değil, ağırlıklı olarak duygusal yapar. Kadın, erkek seçiminde bilgisayar alıyormuş gibi davranır. Yani?
1. Tüm modeller arasında dış görünüşü en cazip (misal pembe ya da swarowski taşlı) modeli ya da en iyi markayı hedefler. Tabii ki her arzuladığına kadın da sahip olamaz. Eğer bütçesi bu modellere yetişmiyorsa, parasının yettiği en şık dizüstü bilgisayarı ya da iyi bir bilgisayarın kapasitesi düşük olanını seçer.
2. Kadın her ne kadar aldığıyla yetinecek gibi gözükse de bu asla gerçekleşmez. Alıcı kadının aklı hala beğendiği asıl modelde olduğu için hep mevcut cihazının özelliklerini yükseltmenin (kocam spora başlasın, daha iyi maaş alsın, beni tatile götürsün, daha nazik olsun, romantik olsun vs...) yollarını arar. O yüzden hemen tüm kadınlar, sevgililerinin ya da kocalarının yeni, sürümlerini yükletmek, onu sürekli olarak güncelletmek derdindedirler.
3. Ancak her cihazın kapasitesi, böyle bir sürüm yükseltme ya da özelik yükleme imkanına uygun değildir. Yeni bir yazılım programı yüklenmeye çalışılan eski ve yetersiz cihaz (erkek) arıza verir ya da sistem çöker.
Murathan Mungan'ın da dediği gibi; 'Doğada tüm canlılar dişine göre av seçer. Bir tek insan neslinin kadın cinsidir ki avına göre diş geliştirmeye çalışır. Doğa buna izin vermediği için dünya, yanlış avı ısırmaya çalışmış, hayal kırıklığına uğramış, dişleri eksik, yaralı kadınlarla doludur.'
Fazıl'a Say'gılarımızla
Belki sadece otomobiller hariç, küçüldükçe büyüyor herşey... Herşeyin küçüğü güzel, bir kere! Küçük, korunmasız olduğundan belki, daha bir sevilesi oluyor ve özel bir ilgi görüyor.
Çok sevdiğim bir söz, şöyle der: 'İnsanlar buğday başakları gibidir. İçleri doldukça başları eğilir. 'Yani küçülmekle maksadımız, sadece fiziksel bir küçülme değil asla! İnsanın hayat ya da kariyerinde öyle bir an gelir ki daha fazla görünür olmak istemezsiniz. O andan sonra görünme, daha büyük algılanma isteği kalmaz. Bu biraz insanın yapısından, bazen de tokluk hissinden kaynaklanır. Şöhrete ne kadar açsınız? Özsaygınız ne kadar gelişkin? Gerçekten kendisini seven ve beğenen biri, başkalarının kendisi hakkındaki düşüncelerini bir referans, bir varlık kanıtı olarak kabul etmez. Her ne kadar toplum içinde birlikte yaşamanın kurallarına uysa da, kendini daha fazla kanıtlama ihtiyacı duymaz. Belli bir seviyeden sonra size ekstradan bir şeyler kazandıracak tek olgu, tevazudur. Tabii gerçek bir tevazudan bahsediyorum.
Unutmayın! Ancak doğal sınırlarınız kadar büyürsünüz, cinsiniz ne kadarsa, o kadar kalırsınız. Belli bir saatten sonra içilen süt nasıl boyunuzu uzatmıyorsa, belli bir saatten sonra kendinizi pazarlama çabalarınız da hem beyhude, hem de tuhaf durur sizde. Kendinizin bir karikatürüne dönüşürsünüz. Bir görgüsüzlük heykeli yontarsınız kendinizden. Doğal sınırlarına ulaştıktan sonra- ki o sınırı doğal olarak hissedersin- daha da büyümeye çalışma.
Her ne kadar Fazıl Say gibi bir sanatçıya sahip olmak gurur verici olsa da böyle bir sanatçıyı magazinel haberlerle anmak, beraber oldukları ile hatırlamak, karıştığı kavgalarla anmak içimi burkuyor. Öyle, 'Sanatçı örnek insandır. Toplumun bir adım önünde olmalıdır.' gibi klişelere saplanıp kalmış biri olmasam da Say'ın isminin geçtiği pek çok hadisenin (haklı bile olsa) üslup sınırlarını aştığını ve yaptığı işin doğasını zedelediğini düşünüyorum. Dayanamayıp şöyle mırıldanıyorum bu haberleri okuduğumda: 'Merak etme! Biz seni sadece piyanodaki maharetinle de Say'arız sayın Fazıl Say...Küçül birazcık, küçüldükçe büyürsün...'
Aşk nedir?
Yatak mı? Sohbet mi?
Elektrik çarpması mı, haşlanma mı?
O olduğu için mi sevmek, o olmasına rağmen mi?
Gördüğünü mü sevmek? Bildiğini mi?
Varken mi sevmek, gittiğinde mi?
Gerçeği mi sevmek, aklında yarattığını mı?
Ağlamayı mı sevmek daha çok, gülmeyi mi?
Gürültüyü mü tercih etmek, sessizliği mi?
Kedi gibi canı isteyince mi sevmek, köpek gibi her istendiğinde mi?
İdealizm mi, romantizm mi?
Olduğu gibi mi sevmek? Olması gerekene mi dönüştürmek?
Yanında mı durmak? Arkasında mı?
Yapılanları affetmek mi, yapılmayanları hoşgörmek mi?
Kendini mi kandırmak, eşini mi?
Onu mu sevmek, ait olduğu evreni mi?
Sahip olmak mı, ait olmak mı, yoksa alet olmak mı?
Dürüst mü olmak, vicdanlı mı? Yani senin bildiğini mi bilmesi, yoksa bilmesi gerekeni mi?
Senin mi olması, seninle mi olması?
Ona mı uyanmak, onunla mı uyanmak ?
İhtiyacın olan mı, arzuladığın mı?
Şimdi mi üzülmek? Sonraya mı ertelemek?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.