Sıkıyorsa Skorsky
İsrail'de Tel Aviv ve RAD Veri İletişimi giriş lobisinde. Japonya'da Tokyo Batı Sanatları Ulusal Müzesi'nde. Norveç'te Oslo Ulusal Galeri'de. Birleşik Krallık'ta Cambridge Üniversitesi'nde. Vatikan Müzesi Modern Dindar Sanatlar Kolleksiyonu'nda. ABD New York'ta bulunan Columbia Üniversitesi, California'daki Stanford Üniversitesi ve Washington Ulusal Galeri'de. Avustralya'da Sydney'deki meşhur Opera binasında. Arjantin'de Buenos Aires Parlamento Binası önünde.
Daha saymayayım, sıkılırsınız. Elbette bu bir sanat tarihi ya da coğrafya dersi değil.
Peki, bizdeki kopyası nerede? Elleri göreyim...
Evvet, bildiniz!
Rodin'in "Düşünen Adam" heykelinin kopyasının akıl hastanesinin bahçesine dikilmesi fikri, 1950'li yıllarda başhekimlik yapan Fahri Celal Göktulga'dan çıkmış. 1953 yılında heykelin yapımı için orada yatan hastalardan heykeltıraş Kemal Künmat'a ricada bulunmuş. Aslında güzel sanatlar mezunu olmayan, Künmat, eli yatkın olduğu için Rodin'in eserini yapmayı kabul etmiş. Düşünen Adam'ı yontmaya başlayan Künmat, heykelin bitmesine az kala "Ben bu kadar emek harcıyorum, paramı isterim..." demeye başlamış. O dönemin şartlarına göre olanaksız bir para talep etmiş. O günlerde zaten 'heykel ödeneği' olmadığı için Künmat'ın talebi geri çevrilmiş. Bunun üzerine alıngan heykeltıraş, heykelin elini çenesine koyduğu kolunu yapmadan öylece bırakmış. Künmat'a para verilmemiş ama özel odalarda yatırılmış, gömlek alınıp hediye edilmiş. Bakırköylü Rodin, emeğinin karşılığını alamayınca heykeli öylece bırakarak gitmiş. Heykel 6 ay boyunca kolsuz beklemiş. Bu sırada depresyon tedavisi için hastaneye yatan Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykelin kolunu tamamlayabileceğini söyleyince herkes rahatlamış. Böylece Düşünen Adam'ın elini çenesinin altına koyduğu, dirseğini de dizine dayadığı sağ kolu işte bu yüzbaşı tarafından tamamlanmış. O dönemde gazetecileri haklı olarak heykelin neden buraya dikildiğini sorunca başhekim muzip bir yanıt vermiş. "Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel onların durumu ne olacak diye düşünüyor."
Zamanla, ülkemizde akıl hastalığının simgesi bu heykel haline gelmiş.
İyi niyetli ve sanatsever bir girişimin Türkiye'de yeşerebildiği tek yer, akıl hastanesi bahçesi! İroniye bakar mısınız? Bu aslında tam da bilinçaltımızı sergileyen bir anı değil mi? Dönelim bugüne!
Yeni anayasada evliliğin tanımında cinsiyet belirtilmeli mi belirtilmemeli mi diye düşünülür tabii. Birileri de kalkıp 'Kadın- erkek diyelim de gay vatandaşlara evlilik yolu açılmasın' der. Öbürü kalkar der ki 'Bu mevzuu ciddi, yurt dışında köpekle evlenen kadın var' der. Der tabi, bu millet düşünür böyle şeyleri. Ama iş dört ayda düşen üç adet Skorsky helikoptere geldi miydi, düşünemez. Bir tür akıl tutulması yaşanır. Konu metal yorgunluğu değil, akıl durgunluğudur bizde. Lütfen Sağlık Bakanlığımız 'Sikorsky düşmesi ile vefat'ı 'Türk'ün doğal ölüm şekilleri' arasına alsın da biz de rahat bir nefes alalım. Düşün düşün, köşelerde bu konuyu yaz yaz aklımız çıkacak...
Bunlar garip mi geliyor? Gelmesin. Sen Düşünen Adam'ı delilikle özdeş tutarsan, bu millet de düşünmeye tırsar. Sonra düşün düşün, yoktur işin...
Minyatür müzesi olur mu?
Minyatür ressamı Hasan Kale ile iki yıl önce canlı yayınıma konuk olduğunda tanıştım. Bu mütevazı çılgın adam, yaptığı harika tabloların haricinde, mikro yüzeylere mikroskop kullanmadan çalışması ile ünlü.
Kale'nin İzmir Hilton'da açtığı sergiyi büyüteçle gezmiştik. Tuval olarak kullandığı alanları sayalım: Kelebek kanadı, cips yüzeyi, çivi başı, kürdan üstü, balık pulu, kabak çekirdeği, kurşun kalem üzeri vs...
Onun çalışmalarını görmek bende çoğu zaman ilahi bir duygu yaratır ve yaradanın varlığı ve gücü üzerine düşüncelere dalarım. Bir alt ya da üst boyutta hangi alemlerin var olabileceğine dair ensemdeki tüyler dikiliverir. Geçen Cumartesi de ressamı Beyaz Show'da görünce yine duygulandım.
Benim programıma katıldığında, yaptığı işin zorluğunu ve sabır gerektirdiğini çağrıştırsın diye ona bir isim takmıştım ve o da bu ismi severek benimsemişti: 'İncir çekirdeğini dolduran adam'
Hatta Yeni Asır'daki ilk makalelerimden biri onu anlatıyor ve bu başlığı taşıyordu.
Çılgın Hasan Kale bu lakabı iş edinmiş ve bir de gerçekleştirip altına da 'Çok mu çok oluyorum?' diye espri yapmamış mı? Anladım ki ben Nostradamus (!) oldum ve geleceği görebiliyorum. Hasan bey, gerçekten ama gerçekten incir çekirdeğinde İstanbul'u resmetmiş. İlahi Hasan Bey! Şimdi gerçekten çok oldunuz... Yeni hedefi kalmaz artık diye düşünürken, saç teli üzerine portre yapmak hedefini duydum. İnanılmaz! Bir de minyatür resimleriyle bir Hasan Kale müzesi kurmak istiyormuş ki bence bir ilk olur. Tadından yenmez...
İthal zamanı, gelir zamanı
Efendim neymiş? Ukrayna'dan saman ithal ediliyormuş da çok bozuluyorlarmış. Bu normaldir kardeşim. Esas bozulman gereken şey sığır ithalatıydı. Memlekette bolca yerli öküz varken (!) asıl bu gereksizdi. Ee, şimdi yabancı öküze yerli saman ayıp olur tabii...
Anlamazsınız
Rusya'da kargalar milletvekillerinin araçlarını taşlamış. Ruslar şaşkın bir biçimde olaya açıklama getirmeye çalışıyorlarmış. Müslüman olsalardı şaşırmazlardı. Ebabil kuşu diye bir şey var ama, değil mi?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.