Kadınlar göz göze, erkekler omuz omuza
Erkeklerin özellikle erkek erkeğe gerçekleştirdikleri bazı etkinlikleri anımsayınca, uygulanan ritüelin tam da bu olduğundan emin oldum. Mesela ava giden bir çift erkeği düşünün... Pusudayken yanyana dururlar. Yine balık avında da durum böyledir. Erkekler, balığın kendisinden çok ritüelden zevk alırlar sanki. Bazen sessiz, bazen de sohbet ederek uzun saatler boyu yanyana, omuz omuza dururlar. Kayık, gözgöze gelmeyen iki erkek için bir günah çıkarma kabinine dönüşebilir.
Kadın ve erkeklerin iletişim alanındaki temel farkları, daha çocukluklarında ortaya çıkar. Bir restoranda bir oğlan çocuğuna seslenin. Sizi farkettiği anda gözlerini kaçırır, öfkeli bir yüz ifadesi ve yükselmiş omuzları ile sizden kaçar, belki de saklanır. Çünkü erkek, toplumdan bağımsız hareket ederek, -kendi ayakları üzerinde durarak- bağımsızlığını ilan edeceğini, birey olacağını düşünür. Erkek beyni böyle çalışır.
Aynı şeyi kız çocuğuna yaparsanız ilk tepkileri aynı olur. Ama kız çocuğu güvenli bir mesafeye geçtiği andan itibaren sizinle kaçamak temaslar kurmaya başlar. Kadın beyni de, kendi ve çocuğunun varlığını ancak içinde bulunduğu toplumla ve özellikle egemen güçle (tabii bu ilk başta ebeveynler oluyor) iletişim kurarak koruyabileceğini düşünüyor. Bu sebeple kız çocukları erken yaşta ebeveynlerinin yüz ifadelerini okuyarak yaptıkları her davranışın onaylanıp onaylanmadığını öğrenmeye başlıyorlar. Böylece kız, ileri yaşlarında, özellikle yakınları için bir yalan makinesine dönüşüyor.
Şimdi, aralarında bu kadar temel iletişim farkları olan iki cins varken yazının başında anlattıklarım daha anlamlı gelmeye başlamış olabilir. Bir başka örnek: Eğer bir konuşma sırasında erkek başını sallıyorsa, bu, sana katılıyorum , anlamına geliyor. Aynı davranışı kadın gösterdiğinde bunun anlamı: 'Devam et. Seni takip ediyorum,anlıyorum' anlamına geliyor. Yalnız bu anlama, sizi onayladığı anlamına gelmiyor.
Yüzleri okuyabilen kadın için duyguların anlayabilmek ve elbette ki kendi duygularının anlaşılması hayati önem taşırken, erkek dünyasında ise -iç güdüsel olarak, bu yüzyılda bile- poker suratlı olmak- duygu ifade etmemek makbul. Bu dünyada duyguların dışavurumu, zayıflık belirtisi olarak algılanıyor. Tam da bu nedenle erkekler sorunlarını konuşarak çözeceklerse ve işin içinde duygular da varsa, ağırlıklı olarak yanyana durup, göz göze gelmemeye çalışıyorlar.
Erkeğin karşı karşıya durmak istediği durumlar yok mu? Var. Yalnızca flört etme ya da kavga etme, meydan okuma durumlarında erkek muhatabının gözlerinin direkt olarak içine bakıyor. Eğer konuşmanın sonunda 'aksiyon' (!) yoksa, bu zahmete girmek istemiyor. Şimdi, kadınların uzun süreki ilişkilerde eşlerine 'Sen artık beni sevmiyorsun. Hiç gözlerime bakmıyorsun' demekte hakları var mı, yok mu? Siz karar verin...
Reklamcılardan nefret etmek için nedenler
Zaten dizi aralarında onlarca reklam izlerken, jenerik ve cıngıllarda 'diziye bir dakika kaldı' yazdığı halde on dakika fragman izlerken bu sektörden nefret etmek için yeterince sebebimiz vardı. (Tamam tamam biliyorum, o maliyetli dizileri reklamlar sayesinde izleyebiliyoruz. Ama reklamlar da bu kadar ucuz olmasa diziler de seksen dakika çekilmeyecek.) Daha sonra sanal ürün yerleştirme dönemi başladı. San'alsan da, almasan da (!) gözümüze gözümüze soktular markaları.
Kurtlar Vadisi'nde baskına gidiyorlar, en heyecanlı sahnede grafik animasyon bir reklam tabelasını görüyoruz. Üzerinde 'AMK 25 krş.' yazıyor.
Kuzey Güney'de bir bakıyorsun, komiserin gözü kayıyor yukarıya. O sırada reklamı yapılacak ürün, paraşütlü bir efektle yukarıdan düşüyor. Zekice mi? Ne demek! Dahice...
Dizi dışında izlediğimiz sürüyle reklam yetmiyor, içine de yediriyorlar ürünü. Son olarak 'Karadayı' isimli dizide 'Mutlu olmak için bir milyon neden var' diyor bir karakter, hoop reklama! Coca Cola'nın yeni sloganı bu... Hadi bir kere neyse, aynı espri ikinci kez yineleniyor.
Hepsi ince zekaların ürünü, alkışlıyorum. Peki ama inandırıcılık meselesi ne olacak? Sinema ve televizyon, bir kandırma sanatıdır. Eğer perdede anlatılan öykü -sizin de işbirliğinizle- sizi kandırabiliyorsa iyi öyküdür. Bu şu demek: Kendi hayatınızı ve benliğinizi sınırlı bir süreyle unutmak koşuluyla hikayeye dahil olabilirsiniz. Yoksa konsantrasyonunuz dağılır, yanılsama bozulur.
Dizi karakteri benimle arasına bir marka soktuğu anda benim için bir kurgu karaktere dönüşüverir. Bu saatten sonra Coca Cola hala 'gerçek tat' olmaya devam eder. Kenan İmirzalioğlu'nun tadı ise hemen kaçar.
Zehir misiniz, virüs mü?
Aslında sizi etkileyen kadınlar kabaca ikiye ayrılır;
1. Bir zehir gibi hızla kanınıza yayılan, nefesinizi kesen, elden ayaktan düşüren ama hızlı bir ölüme sebep olduğu için beraberliği kısa süren.
2. Bir virüs gibi kuluçkaya yatarak vücudunuza yuvalanan, süreğen bir hastalığa dönüşen, varlığını hissettiren, alışkanlık yapan, sizi değiştiren, dönüştüren ve belki de birlikteliği bir ömür süren...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.