Egosuz, sahici ve başarılı biri olmak
'Biliyor musunuz, ben tiyatroyu sabahları geç kalkmak için seçtim. Hiçbir hırsım yoktur. Kendimle gayet iyiyim. Başarı peşinde koşanları da anlayamıyorum...'
'Ben hiçbirşeyin doruğunda değilim. Pardon, sadece hazlarım konusunda....'
'Ben solo biriyim. Tek başıma olmaktan çok zevk alırım. Gecelere doyamıyorum. Zevklerime karşı oburlaştım. Sakındığım herşeyi unuttum. Daha ortalıkta, daha çıplağım.'
Uğur Yücel'e dair...
Onun her röportajını okumakla çok şey öğreniyor, basit cümlelerle kotarılmış, haz dolu edebi yolculuklara çıkıyorum. Uğur Yücel'den bahsediyorum... Geçenlerde Ayşe Arman'a verdiği röportajla bir kez daha gönlümdeki tahtı sağlamlaşan, müthiş oyuncu, harika yönetmen, çocuk insan Uğur Yücel'den... Muhsin Bey'deki arabesk şarkıcısı ile çıktığı yolculukta, dramanın kralına dönüşen sossuz, sade adamdan...
Uğur Yücel'e sonra döneriz. Önemli olan o değil, bize verdiği mesaj, hatırlattıkları aslında...
Seksenler ve yurdum insanı
Hindili bir sofrada buluşan bir ailenin anten çekmediği için ister istemez karlı (!) olan bir televizyonda yalnızca yeni yılda dansözü seyredebilmek için ekran başına geçtiği, elektrik kesintilerinin olağan olduğu seksenli yılları yaşamış biriyim ben.
O yıllarda eskiyen pantolona yama, ayakkabıya pençe yapılırdı. Bir şey kullanılmaz hale gelene dek kadar atılmaz, bayat şeylerden de yararlanmanın bir yolu aranırdı. Komşudan alınan ikramın tabağı boş gönderilmez, içine en azından iki mandalina konurdu. 'Tabağındakini bitirmezsen ardından ağlar'dı. 'Bunu bulamayanlar da var'dı. 'Aza kanaat getirmeyen çoğu bulamaz'dı. 'Allah bugünümüzü aratmasın'dı.
Yani kırık dökük, yani ehven-i şer, yani yarım yamalak sahip olunan şeyler, bununla birlikte o eksikleri tamamlayacak kadar büyük bir insanlığımız vardı. Mükemmel diye bir şeyin var olmadığı bilinir, ona göre davranılırdı. Bugünkü gibi ego canavarı manyaklar değildik. 'Kendi içindeki bilmemne gücü keşfet, sen mükemmelsin, sen herşeyin en iyisine layıksın, yürü be kim tutar seni koçum benim' değildik.
Reyting sizsiniz
O yıllarda doğum günün geldi miydi, hatırlayan arardı, ev yapımı pasta yapılırdı. Bugün sosyal medya sayesinde bakkalın oğlu da doğumgününü biliyor, arayan yok. 'Like' ediyorlar seni, gerçekten seven yok. Zaman daha yavaş akardı. Diziler bile o tempodaydı. Reyting icad olmamış, mertlik bozulmamıştı. Sabır, tevekkül, kanaat etme vardı. Bugün temposu biraz düştü mü nasıl ki kanal değiştiriliyor, onun gibi insanlar da değiştirilmezdi. İnsanların arkadaşı, sevgilisi, eşi kıymetliydi. Yenisi sanal (!) pazarda satılmazdı. Aynı odada bulunan iki sevgili ya da yemeğe çıkmış beş arkadaş birden aynı anda elindeki mini tabletlere bakarak oturmazdı. Bugün sohbetin temposu, karşındakinin reytingi azıcık düştü mü, hemen facebook'a, twitter'a, whatsup'a sarılıyorsun, daha yüksek tempolu, daha eğlenceli birini kaçırıyor olabilir miyim, diye...
Kusursuzun peşinde an'ları kaçırıyoruz, oysa ki gerçekten sahip olduğumuz tek şey an'lardır. Başkalarına benzeyeceğiz diye saç ektirip dudak şişirtip göbek eritirken kendimizi unutuyor, benzemek istediklerimizin aptal kuklalarına benziyoruz. Öne geçme yarışında geri kalmamak adına çevremizdekilerin tatminsiz zevklerini doyurmaya çalışıyoruz. Ünlü şeflerden Jamie Oliver, insan eti pişirmesini isteyen bir yapımcıyı reddettiğini açıklarken bir yandan da 'İnsan etinin domuza benzediğini biliyorum aslında...' deyip yine reytinglere göz kırpabiliyor. Nereden biliyorsun lan! Nereden biliyorsun, tattın mı?
İşte böyle böyle kendimizin tadını unutup başkalarının tadını, etini, yatağını, sofrasını merak eder oluyoruz. Politikacıların, medyatik isimlerin gizli çekim yatak öykülerini merak ediyoruz çünkü biz yalnızız yataklarımızda! Eskiden fakir görmesin diye gizli gizli yenen mütevazı yemekler, bugün instagram'larda ziyafet sofraları paylaşmaya dönüyor. Ulen aç adam bunu görüp seni kesse, sonra da gidip Jamie Oliver'a pişirtse üzülürsem şerefsizim!
Playboy'un yaratıcısı Hugh Haffner Marilyn Monroe'ya yakın olmak için onun yakındaki komşu mezarlardan birini 50000 Euro'ya satın alıyor, ölümünden sonra da egosuna bir firavun gibi put diktiriyor.
İki orta bi sade, başarıcam az müsaade
Oysa aslında hepimiz ne kadar eksik, ne kadar kusurlu ve kırılgan olduğumuzu ( bununla güzel olduğumuzu farketmeden) biliyoruz, ne mal olduğumuzun gayet farkındayız. Gerçek, sahici olandır ve aslında çok da etkileyicidir. Gerçek koç başlıdır. Ona hiçbir kalbin kapısı dayanmaz. Gerçeğe sahip olan özgürleşir. Gerçeğinden saklanmayan kişi, kum torbalarından kurtulmuş bir balon gibi yükselerek önce kendi gerçeğine, oradan da hakka ulaşır. Ne mutlu fazlalıklarını atarak sadeleşebilenlere, ne mutlu kendini arayıp bulabilen, kendiyle mutlu olabilene...
Dün Amerikalı yaşlı ve başarılı bir orkestra şefinin konuşmasını izledim. ' Gerçek başarı, bir iş yapmadan da edinilebilir' diyor. 'Gerçekten başarılı olan kişi, mükemmel olan değil, çevresindekilerin gözlerinin pırıl pırıl parlamasını sağlayan kişidir.' Bence yaptığı işler ve bize gösterdiği insan kimliği ile Uğur yücel, benim gözlerimin parlamasına neden olan kişilerdendir. Bu teoriye göre kendinizi test edin şimdi, gerçekten bugüne kadar hiç başarılı oldunuz mu?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.