Başarının gerçek formülü burada
Tek derdimiz kendimizi gerçekleştirmekti, başarılı olmaktı.
Çünkü sistem bize bunu öğretmişti. Daha uzağa, daha çok, daha uzun süre vs... Rekabetçi bir dünyada ayakta kalmanın yolu 'daha'dan geçiyordu. 40 yaşıma kadar içimi kemiren, beni kırbaçlayan tek şey, içimde duyduğum acımasız 'daha' sesi oldu.
Kırkımdan sonra bir aydınlanma anı yaşadım ve 'aha!' diye bir ses duydum. Hep böyle olur, o aydınlanma anında 'aahaa' dersiniz.
Yıllarca okudum. Altı kitap yazdım. Binlerce saat yayıncılık yaptım. Yüzlerce konuk ağırladım. Yüzlerce ünlü, onlarca devlet adamının sunumunu yaptım. Uluslararası organizasyonların yüzü oldum. Onlarca üniversite ve şirkette konferans verdim. Yüzlerce meslekdaşımı eğittim. Peki ne anladım? Bunca çalışma ve bunca insan sermayesi birikimi sonunda ne öğrendim? İnsanlara öğretirken onlar bana ne verdi?
Çok önemli bir şeyi anladım.
İslam'da da bilgiyi sadece taşıyan, içselleştirmemiş kişilere alim gözüyle değil, çok afedersiniz merkep gözüyle bakılıyor. Yalan değil, bilgiyi sadece sırtlarında taşıyorlar çünkü. Eğer bilgiyi okuyup hafızaya aldıysanız, o ölü bir bilgidir. Deneyimleyip öğrendiğiniz ise kalıcı, yaşayan bilgidir. İnsanlar da bunu hissediyorlar.
Evet, bilgili, başarılı kişilere hala hayranlık duyuyorlar. Ancak sadece tanıyıp da karakterini öğrenene kadar. Eğer o ünlü sadece bilgiyi taşıyor ama yaşamıyorsa, anlattığı şeyin bir fotoğrafı değilse (misal, spor antrenörü ama fazla kilosu var) inandırıcılığı bitiyor.
Yani başarı, bir yere kadar gidiyor.
Günümüzde gerçek başarı, içselleştirilmiş bilgiden, deneyimden geçiyor. Peki bu deneyim kişiye ne sağlıyor? Karizmatik bir aura, sağlam bir şahsiyet. Bunca yıl sonra size şunu söyleyebilirim ki, uzun vadede insanlar başarılı birinden çok şahsiyet sahibi, sınırları olan kişilere daha fazla hayranlık duyuyorlar. Çünkü onca başarı, şan, para, mevkii sonuçta tek bir şeye hizmet edecek: Sevilmek ve sayılmak. Bunu zaten tavırlarıyla sağlamış bir insanın takdir görmesi için öyle dünya çapında başarılara ihtiyacı yok, inanın. Kendini sevmek, başkalarını sevmenin ön koşulu ve karizmanın gerçek anahtarı.
Gerçek başarı, özgün ve sahici bir karakter geliştirebilmek. Kalan herşey opsiyonel...
Koparıyorlar
Suruç'ta yaşanan canlı bomba olayı sonrasında 31 kişi öldü, onlarca kişi yaralandı. Bu insanlar bir terör eylemine hazırlanmıyordu. Elde silah, güvenlik güçlerine saldırmıyordu. Konvansiyonel bir savaş içinde değillerdi. Sadece kendi görüşleri doğrultusunda insani bir eylem gerçekleştiriyorlardı.
Hemen pis ağızlar açıldı, kin kusmaya başladı. Bu kirli ağızlar, benim siyasi görüşümü de savunsalar, dünyaya benimle aynı gözlükle bile baksalar, bu, yaptıklarının ne kadar çirkin olduğu gerçeğini değiştiremez. Tahammülsüz, hoşgörüsüz ve fanatik olan her düşünce sistematiği, benim için aynı kulvarda yer alır. Dünya solcular ve sağcılar, Müslümanlar ve Museviler, Kürtler ve Türkler, Aleviler ve Sünniler, Laikler ve mütedeyyinler, Atatürkçüler ve muhafazakarlar, iktidar ve muhalefet diye ayrılmaz benim gözümde. Bu kadar karmaşıklaştıran biziz. Dünya sadece insancıllar (hoşgörülüler) ve fanatikler (bağnazlar) diye ayrılır ve bağnazlık, kendine her dünya görüşünden insan bulur. Bunlar, kendi fikirlerinden başkasının aldığı her nefesi kendilerine bir tehdit olarak görürler. Bunların baktığı dünya gözlüğü, çirkin ve tek yanlı bir camla filtrelenmiştir. Bunlar, her konuda haklı çıkmak isterler. İnsanı insan olarak göremezler. İnsan sadece bir fikirdir ve o fikir kendi fikirleri değilse, ölsün ve gebersin ve gerekirse bin parçaya bölünsündür.
O yüzden bu memlekette asil ve onurlu bir şekilde yasımızı yaşayamayız. Çığlıklar ve salyalı ağızlar eşlik eder cenazelere. Bi bırakın da insanlar yasını yaşasın be! Ondan sonra sergileyin 'büyük oyunu' çözen zekanızı... Ondan sonra bile siyaset ve oy devşirmeyin kandan ve ölümden!
Biliyorlar ki bu toprakların hafızası zayıftır. Öfkeli ve tezcanlı insanlarız ama çok sürmez, bir gün gelir kucaklaşırız. Etle tırnağız. İnsanların ellerini kollarını bombayla koparıyorlar bu ülkede. Koparıyorlar çünkü tek kolla sarılamazsın ötekine. Sarılamayasın diye koparıyorlar benden seni, senden beni...
Kartal mısın, sürüngen mi?
Hangi eksik bilgiyle kimin hayatını yargılıyoruz ki? Tepeden bakan kartal mısın ki sürüngenin dünyasını küçük görürsün? Herkes bildiğinin en iyisini ve yaradılışının gereğini yapar, doğal olarak... Dolayısıyla yanlış diye bir şey yoktur. Sadece farkındalık ve seviye vardır. Mesele sürüngeni küçümsemek değil anlamak, kartal olduysan da bir daha aşağı düşmemeye gayret etmektir. Yukarıda olan kartal sürüngeni avlar ama yargılamaz. Kartal yaralanıp aşağı düşerse sürüngene yem olur ama yargı yine yoktur. Sadece seviyeler ve farkındalıklar ayırır kartalla sürüngeni...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.