Rijkaard bizi çözmüş!
Yani, artık kemikleşmiş yaşam biçimimizi...
Bu nedenle, uğraşa uğraşa, toplumun zayıf noktalarını da keşfetmiş. Bir spor dergisinde verdiği röportaj, adeta bize ayna tutuyor. Şöyle diyor art arda:
- Türk futbolunda hiçbir şey tam değil. Her şeyden biraz var.
- Yürekten oynayan oyuncu sayınız çok, yetenek var, ruh var, mücadele var ama bazen akıl devre dışı kalıyor.
- Kollektif düşünce sık sık arızaya uğruyor. Herkes kendi başına maçı çevirmeye kalkıyor.
- Futbolda oyuncular arasında eşitlik vardır. Birinin katkısını diğerinin üstüne çıkarmak doğru değildir.
***
Ünlü teknik adam aslında spora, yani futbola bakış açımızı özetlemiş ama hayatımıza fırça atmış sanki...
Çünkü biz hayatı da futbol gibi yaşıyoruz.
Örneğin hiçbir işimiz tam değil. Bir işe başlıyoruz ama sıkılıp bir başkasına atlamak, bizim için prestij... Hatta çok alkış alır. Derler ki, "Ne zeki adam, elinden her iş geliyor." Bu, bir süre, teşvikle gider ama bir de bakarsın, geride hiçbir şey bırakamamışsın...
Planlama yapamayınca, bir işin ustası olmayınca hayat boşa akıp gider. Ne İsa'ya ne Musa'ya yaranamazsın. Arkanda da kimseyi bulamazsın.
***
Gerçekten "yetenekli" bir milletiz. Ama bunu bilime, akla, mantığa kullanmak işimize gelmez.
Okuyup öğrenmek yerine, "hazıra" koşarız.
Araştırıp gerçeği bulma yerine, "başkasının sözüyle" hareket ederiz.
Emek verip çalışmak yerine, hangi işten daha "pratik" nasıl para kazanırız, ona bakarız.
Bir mesleğe gönül vermiş, kahrını çekmiş insanı yerinden etmek, an meselesidir. Hemen kuruluruz, çünkü arkamızda bir "dayı" vardır.
Buzdan telefon jetonu yapmak, kredi kartı kopyalamak, insanı enayi yerine koymakta da üstümüze yoktur.
Ruhla, mücadele ise ayrı konu...
Gerçekten ikisinden de yüklüce var bizde... Ruhumuz, birçok millete göre daha genç, azimli...
Yürekliyiz, heyecanlıyız, ateşliyiz. Hiç itirazım yok. Rijkaard'ın da... Ama iş mücadele etmeye gelince, nevrimiz döner, işi kavgaya dökeriz.
Gücü gücü yetenedir bizde mantık... Meseleyi akılla değil, kaba kuvvetle çözmek, rağbet görür bizde...
İşin doğrusunu öğrenmek yerine, dedikoduya çanak tutarız. Hem de pek severiz.
***
Evet, birlikte hareket etmek de yok bizde... Bir işi çuvallamadan, kavga etmeden, itişip kakışmadan çözmek hiç işimize gelmez.
Sesini yükselteceksin ki, elalem iş yapıyormuşsun hissine kapılsın. Öyle sessiz ve derinden gitmek yok. Hele birlikte hiç.
Hep sensin en "büyük", hep sensin en "akıllı", hep sensin "en yılmaz savaşçı"...
Üstüne kimse gül koklayamaz.
Yalnız kükremek varken, birlikte güç olmak da ne!
En güzel kızı sen seçersin, en güzel içkiyi sen içersin, en güzel filmleri sen bilirsin, en güzel sen yaşarsın.
Hazine arazisine evini bir gecede yasadışı diker, kentin yasalarını hiçe sayarsın.
Parayı nasıl kazandığın değil, kimleri üttüğündür asıl olan... İşte onun için büyüklerimiz, "İş bilenin kılıç kuşanandır" demiştir geçmişte...
Emek vereni çiğner; insanını zehirleyeni, kanını akıtanı, kabalık edeni, hakkını çiğneyeni baş tacı edersin.
Ve de eşitliği hiç tanımazsın. Ne kadında, ne erkekte, ne yaşam biçiminde eşitlik yoktur. Ezmeyi sever, üstelik bundan keyif alırsın.
Disiplinli yaşamak mı, o da ne? Enayilik bu yav.
***
İşte böyle yazdıklarım, kimimize ağır gelebilir ama ne yazık ki gerçek... Bu yüzden Rijkaard'ın işi zor ama yılacak gibi de görünmüyor.
Bizde bazı izler bırakacak.
Yüreğimizi sevdi o, en başta.. Evet yürekliyiz çok şükür, sevgimiz de herşeyden yüksek...
Delikanlıyız yeri geldiğinde, gözümüzün içine bakınca saflığımız hemen görünür.
Dostluğumuz da çelik gibi güçlüdür. Zeki, saygılı ve uysalız da...
Ama aklı kullanmayı sevmedikçe, neye yarar?
Obeziteye davet!
Sağlık Bakanlığı araştırma yapmış... Türkiye'de 8.5 milyon obez var, bunun yüzde 15'i de 40 yaşın üzerinde...
Aşırı kilonun, insanı nasıl etkilediği, birçok hastalığa yol açtığı, kalp krizi, kanser ve yüksek tansiyonun başlıca destekçisi olduğu bilinen bir gerçek...
Bu açıdan bakınca, sağlıksız bir toplum yapısına doğru hızla gidiyoruz.
Bu gerçeğin ışığında, Sağlık Bakanlığı'nın yapacağı bir şey daha var: Hazır ama vitamin yönü çok zayıf, insanı "şişiren" gıdaların reklamlarına denetim getirmek...
***
Cips gibi cezbeden çerezler, insanı kolaycılığa alıştıran şoklanmış etten yapılmış hazır gıdalar ve asitli içeceklerin reklamlarında, uyarılara da yer vermek gibi...
Evet, hiçbir gıda üreticisinin böyle bir uyarıyı yapmak işine gelmez ama zorunlu tutulursa, vatandaş da bilinçli olur, firmada kendine çeki düzen verir.
Çünkü son yıllarda sağlıklı beslenmek yerine, sadece mide dolduruyoruz.
Ne vitamin, ne de vücudu hastalıktan koruyan enzimler...
Varsa yoksa şişinmek...
Ama tehlike çanları çalıyor, bilesiniz.
SÖZÜN ÖZÜ
Kanla sulanan toprak mahsul vermez.
Victor Hugo
Karşıyaka'ya yakıştı
Karşıyaka Belediye Meclisi'nin aldığı kararla, İzmir'in simge işadamı Selçuk Yaşar'ın büstü, hemen ilçenin girişine Alaybey'e dikilecek.
Çok isabetli bir karar. Çok anlamlı bir vefa örneği... Hem de yaşarken.
Hatta, geç bile kalındı.
Çünkü Selçuk Yaşar için Karşıyaka, hayatın anlamı. Bugüne kadar, ne istediyse verdi ilçesine...
Evi orada, aklı da...
***
Örneğin Karşıyaka Spor Kulübü'nün her şeyidir Selçuk Yaşar... Kulüp onun desteğiyle ayakta, yıkılmadı, yıllardır zirveye oynuyor.
Kulüpten hiçbir şey esirgemedi. Paraysa para, manevi destekse, destek...
Hem de hiç karşılık beklemeden, yüreğinde yaşattığı bir sevda uğruna..
Tek istediği, çok sevdiği kulübünün futbol şubesini Süper Lig'te görmek...
Basketbolda, zaten zirvede... O da, onun desteğiyle...
***
Bugün Karşıyaka Kulübü, her branşta başarılıysa, Selçuk Yaşar'ın, "Yeşil-Kırmızı"ya tutkusu sayesindedir.
Onun için projenin mimarı Ahmet Diker'i ve Belediye Başkanı Cevat Durak'ı bu özel girişimleri nedeniyle kutluyorum.
Sadece Selçuk Yaşar değil, kulübün kurucusu Kadızade Zühtü Işıl'ın da büstü yapılacakmış şehrin merkezi bir yerine... Aynı zamanda Kuvai Milliye anıtı da...
Yani, gurur duydum.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.