Haydi, bu bir başlangıç olsun
Gençliğin sorunları, yaşadıkları özlemler, hayat mücadeleleri, anne ve babalarıyla hissettikleri "görüş farklılıkları" ve güzel ilçemiz Urla hep çekmiştir beni bu güzel yapıma...
Ve de İzmir...
***
Dizi, bir süredir İzmir'de, Göztepe'de bir evde çekiliyor, biliyorsunuz. Konak Meydanı, tarihi Saat Kulesi, denizde süzülen körfez vapurları, Alsancak, Göztepe, Karşıyaka sahili ve güzelim Urla kare kare yansıyor dizinin her bir bölümüne...
Birkaç kez kafeterya ya da sahilde rastgeldim çekimlere...
Öylesine rahat ve huzurlular ki; karışanları yok, rahatsız eden yok.
Sanırım İzmir, onlar için iyi bir seçim olmuş. Yönetmenleri de sık sık dile getiriyormuş kulağıma gelenlere göre:
"İzmir, ihmal ediliyor. Böylesine güzel şehir, böylesine güzel insanlar her türlü övgüyü hak ediyor. Biz burada sevgi ve saygı görüyoruz" diye...
***
Ve hoş bir sahne geçen haftaki bölümde...
Bilirsiniz, hep üç büyük İstanbul takımının propagandası yapılır dizilerde... Ya küçük çocuklara formalar giydirilir ya da maçlara gidilir.
Oyuncular ya Fenerli ya Cimbomlu ya da Kartal'dır.
Sanki bu ülkede başka futbol takımı yok.
Oysa Kavak Yelleri, bu saçma "bencilliği" yıktı. Yönetmen, "Dizimiz İzmir'de, senaryoyu öykünün gidişatına göre İzmir takımlarıyla da süslemeli" tavrında...
Öyle de oldu, aylardır hasta yatan Karşıyaka hayranı bir çocuğu hastanede ziyaret etti, oyuncu Sarp Apak... Karşıyaka'ya transfer olmuş bir oyuncu kimliğinde...
***
Çok güzel diyaloglardı duyduğum...
Küçük delikanlı, doktor kızımız Aslı'ya soruyor:
- Sen hangi takımı tutuyorsun?
- Ben Fenerliyim.
- Yapma ya neyse, herkes hata yapar!
Ben o an koptum hayattan...
Bir İzmirli olarak çok büyük keyif aldım bu sahneden... Dizi ekibi, bu özel an için, İzmir'in en eski kulübü olan Karşıyaka'yı seçmiş...
Bir ekol, bir simge takımı...
Futbolda, basketbolda, voleybolda, yüzmede hep zirveye oynayan bir ekibi...
Yarın öbür gün, Göztepe gelir bir sahneye, bir Altay, bir Bucaspor...
Senaryonun akışına göre...
***
Yok, "iyi niyetli" bu girişime tepki gösterir, "Neden Göztepe değil de Karşıyaka?" sorusunu sorar; bu "güzelliği" yaşatan beyinleri, "takım fanatizmiyle" küstürürsek, İzmir'i düşünen onca insana ayıp ederiz.
Sonra bir gerçek var...
Neden İzmir'in Süper Lig'te takımı yok, işte bu hasmane tutumdan...
İstanbul takımları, iyi günde de kötü günde de, tek vücut olur yeri geldiğinde...
Bakmayın siz göstermelik fanatizme; dışa karşı rakip görünürler ama içten içe et ve tırmak gibi, ayrılmazlar.
Anadolu takımlarına karşı, birliktir hepsi de...
Bizde ise tam tersi...
Bugüne kadar hep uçuruma ittik birbirimizi; sonuç ortada. Hala debeleniyoruz, birinci ligde, ikinci, üçüncü ligte...
O halde, bu anlayış değişmeli.
Telafisi yok bunun!
Dizilerin, bilirsiniz, garip sahne uzatma taktikleri vardır, adamı deli eder...
Ya aynı sahne tekrarlanır ya da peşine müzik takarak ya da birbirine bön bön bakan insanlar görürsünüz uzun bir süre...
Hep yaşadık bunu...
Genç ve başarılı oyuncu Levent Üzümcü bunu pek güzel tarif etmiş.
Bir şekilde halka da uyarı bu, sahtekarlığı görmeleri için:
***
"90 dakikayı dolduracağım diye bir ton uzaklara bakıyor sürekli. 'Seni seviyorum' diyecek 2,5 dakikada söylüyor falan. Sıkılıyorum yani ben öyle işlerden. Benim enerjime de uzak."
İşin özü budur.
***
İzleyici dinamik olmalı, aptal değil.
Çünkü, izleyicinin zamanını çalmak, cüzdanını aşırmaktan daha büyük suçtur.
Ve de şu kısa yaşamda, telafisi yoktur.
SÖZÜN ÖZÜ
Cesur şövalyemiz Mustafa Kemal Atatürk'ü sevmeyenle ahbaplık etmem
Volkan Konak
Şerefinize...
Bir arkadaşım göndermiş bunu, e-posta'ma düşmüş. Gerçekten hep merak etmişimdir o sözü, yani "Şerefine"...
İşte onu yazıyor.
Benim merakım gitti, siz de bilmek isterseniz diye düşündüm.
İşte o yazı:
***
Neden içki içilirken "Şerefine" denir, bilir misiniz?
Her ülkenin kendine has deyişleri vardır bu konu ile ilgili... Kimi "sağlığına" der, kimi mutluluğuna... Ruslar "Nazdrovya" der, Rumlar "stinigia"...
Bizde ise konu daha hoş ve de farklıdır. Biz "şerefe" ya da daha da özelleştirip "şerefine" deriz.
Peki bu "Şerefe" sözünün nereden geldiğini hiç merak ettiniz mi ya da niye "şerefe" dendiğini?..
Kısaca şöyle anlatabiliriz.
***
Zamanın zaman olduğu dönemlerde, içki içmek bir adap, usül işiymiş.
İçki masasına oturan ağır abiler içmeye başlamadan önce kendi aralarında şu anlaşmayı yaparlarmış:
"Arkadaşlar bu meret şişede durduğu gibi durmaz, her ne kadar yakın ahbap olsak da, bir süre sonra çenemizin bağı çözülür ve olmadık şeyler söyleyip sonradan pişman olacağımız şeyleri anlatabiliriz. Bu masada konuşulan ve anlatılanlar sadece ve sadece bu masada kalacak, söz mü, söz!.."
- Şerefine mi?
- Şerefine!.."
O günlerde belki de bir yeminmiş bu "şerefine" sözü.
İşte tüm hikaye bu...
***
Oysa şimdi en çok dedikodu, içki masalarından çıkıyor. Herkes, içkisini tokuştururken "Şerefine" diyor ama ertesi gün her şey yerlere seriliyor. En önemli sırlar, namus bile...
Onca verilen söz, "unutuluyor".
Para için, reyting için, insanlık onuru, arkadaşlık gururu satışa çıkıyor.
Tam bir insani sefillik!
O halde sadece "Adam gibi adam" olana bu söz yakışıyor:
Şerefe...
Onlar için içki, şişede durduğu gibi...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.