Enrico Macias, en güzel yanıtı verdi
Faşist bile demediler mi?
Hatta, bu kentte yetişmiş, havasını solumuş, suyunu içmiş pek çok yazar-çizer de ağzına geleni söyledi. İstanbul'dan baka baka İzmir'in ana damarını sulayan "barış şehri" kimliğini unutan, gerçekleri hayalle karıştıran bu beyzadeler, doğup büyüdükleri kente, hançeri saplaya saplaya prim yapmaya bile kalkıştılar.
Bu kente ve İzmir insanına çok ayıp ettiler.
Onlar bu kentin değerini bilmezler ama bakın dünyaca ünlü bir sanatçı, nasıl tanımlıyor İzmir'i...
Ve dünyaya nasıl mesaj veriyor, hak ettiği çizgide:
***
"İzmir, Rumların, Musevilerin ve Müslümanların birarada yaşadığı çağdaş bir kent. Bu kentin yelpazesi beni de çok etkiliyor. İzmirliler'in kalbinin bana her zaman açık olduğunu biliyorum. Benim de kalbim İzmir için atıyor. İzmir'de yaşayanlar bu kadar geniş kültürlerle birlikte yaşadıkları için çok şanslılar."
Bu sözlerin sahibi Enrico Macias...
Onun sözleri tercüme edilir edilmez, kopan alkış tufanı da, onu izlemeye gelen İzmirlilerin ne büyük baskı altında olduklarının işareti...
Bu sözleri, biz İzmirliler, Enrico Macias'a zorla söylettirmedik, kendisi gördü, yaşadı, tanık oldu.
Ve ülkeler ötesinden gelen bir sanatçı, İzmir'le barışı ne de güzel yan yana getirdi.
İzmir faşist olsa, bu sahne yaşanabilir miydi?
***
Enrico Macias'a bunu söyleten tarihi bir gerçek de var üstelik. O, şöyle anlatıyor:
"Dario Moreno ile ben, Musevi asıllıyız. İspanya Kraliçesi tarafından istenmeyen bir soydan geliyoruz. O 500 yıl önce bizleri ülkesinden sürdü, Osmanlı ise sahip çıktı. Benim ailem Fransa'ya, Dario'nun ailesi de Türkiye'de, İzmir'e yerleştirildi. Sevgili arkadaşım bana hep İzmir'den, gördüğü ilgi ve sevgiden söz ederdi. O, İzmir'i çok seviyordu."
***
Bu sözler çok şey anlatıyor. Ama bilinen bir gerçek var: İzmir hiç değişmedi dostlarım, 500 yıl önce ne ise, bugün de o...
Sadece, değişmesi için çabalayanlar var, ama beyhude bu çaba...
Onlara en iyi cevabı yine halk verdi.
Yeniden düzenlenen Dario Moreno'nun yaşadığı evi ve sokağı görmek için İzmir'e gelen Enrico Macias'ı yaşamak ve ona dokunmak için Asansör'ü dolduran İzmirliler gibi...
İçlerinde Türk de vardı, Kürt de... Musevi de vardı Ermeni de... Hepsi kardeşçe, omuz omuzaydı.
Binlerce kişi hep bir ağızdan Macias'ın şarkılarını söyledi, sözlerine eşlik etti, onu sevgiyle kucakladı.
Bu sahneyi görmenizi isterdim; ben gördüm ve gözyaşlarımı tutamadım.
***
Buradan Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan'a çok teşekkür ediyorum. İzmir'i uluslararası alanda temsil eden Dario Moreno'nun yaşadığı sokağı çok güzel düzenlemiş...
Sokağın hemen başında, birkaç gün içinde, heykeltraş Tülay Çelikel'in gece gündüz çalışarak yetiştirdiği Enrico Macias ve Dario Moreno heykelleri çok hoş bir sürprizdi.
Genç, dinamik ve kültürlü bir başkana sahibiz. Bunu yaşayıp görmek, özel bir andı benim için...
Hele bu gözlemi, eğitimini Fransızca yapan biri aktarıyorsa...
Başkan Tartan, konuğunu, yani Enrico Macias'ı, hiç çevirmene gerek duymadan Fransızca sözlerle karşıladı. Dile müthiş hakimdi. Konuşmasının bir bölümünü de Fransızca yaptı. Sanatçının şarkılarından bir bölümünü okuması da çok hoştu. Tam bir lider kimliğiydi.
***
Tarihi dokusu korunan sokakta herşey vardı, geleneksel pamuk helvacı, macuncu, şerbetçi... Rahatsız olduğu halde İzmirlilere verdiği sözü tutmak için, hiç bahane üretmeyen Enrico Macias, sokağın girişinden, Asansör'e kadar müthiş bir kalabalık arasında, sevgi çemberi arasında yürüdü.
Hem pamuk helva yedi, hem de macun... Çocuklar gibi neşeliydi. Asansör'ün hemen girişinde onun ve Dario Moreno'nun şarkılarını söyleyen "Beyaz Sayfa" grubunu kutladı ve onlarla "Le vent du sud" şarkısını söyledi. Kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen kimseyi kırmadı aksine sıkıca sarıldı.
Dario Moreno'yu unutturmayan isimlerden Sancar Maruflu da, babacan ve sıcak tavırlarıyla, günün örnek kimliğiydi.
***
Yaşadığım bu barışçı atmosfer ve çocukluğumun romantik prensini yakından görmeme, onu yaşamama olanak sağladıkları için, iki isme teşekkür borçluyum.
İlki, gerçek bir dost olan, ölümünün üzerinden 40 yıl geçmesine karşın, yakın arkadaşı Dario Moreno'yu hiç unutmayan, unutturmayan, gelecek kuşaklara taşıyan; ayrıca Macias'ın İzmir'e gelmesi için büyük çaba sarf eden organizatör Erkan Özerman'a...
Ve, "Enrico Macias mutlaka, ödül aldığı İstanbul'dan İzmir'e, Dario Moreno'nun yurduna gelmeli. İzmirliler bunu hak ediyor" diye ısrar eden ve Konak Belediyesi'ni harekete geçiren arkadaşım Besim Kazado'ya..
Onlar olmasaydı, bu parçalı bulutlu havada İzmir, gerçeğini dünyaya haykırma imkanı bulamazdı.
Ben de çocukluğumun anılarını yaşamaya, Enrico Macias'la Dario Moreno'yu bir kez daha hissetmeye...
'Yanlış' ve.. 'Değerler'
On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi.
Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini hissedince, büyük bir balık takıldığını anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. O güne kadar gördüğü en büyük balıktı, bir levrek ama av yasağının kalkmasına sadece saatler kalmıştı.
***
Baba-oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat on olmuştu. Av yasağının bitmesine daha iki saat vardı. Önce balığa, sonra oğluna baktı.
'Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum,' dedi. 'Baba!' diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle.
'Başka balıklar da var,' dedi babası.
'Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!' dedi çocuk.
Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.
***
Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi.
Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York City'nin ünlü mimarlarındandır. Babasının küçük evi hala o adadadır. Oğlunu ve kızlarını hala o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür.
***
Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat 'değerler' konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirir. Babasından öğrendiği gibi 'değerler', doğru ile yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca değerlerin uygulanabilmesidir.
Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz? Evet, küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş olurduk.
Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman yitirmez. Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara kabara anlatırız. Fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır önemli olan...
SÖZÜN ÖZÜ
Ne kadar çok insan, ne kadar az insaniyet var
Robert Zend
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.