Saygıda kusur ediyoruz, ısrarla
Bu hem dinsel bir öğüt hem de çağdaş yaşamın da gereği...
Aslında, insanın "insanca" tavrı.
***
Ancak ya değişen yaşam koşulları ya da umarsızlık, "saygı kurallarını" birbir yıkıyor.
Bütüncül düşünen toplum, artık bireyselleşti çünkü... Maddi ya da kişisel sorunlar da, birçok değeri yüreğimizden kopardı.
Sevgi kalmayınca, saygı da zedelendi.
Bu da en çok yaşlı insanlara, "Ne hale geldik. Gençler saygısız, anne-babalar sorumsuz" şikayetini ettiriyor.
Haklılar da...
***
Örneğin, belediye otobüslerinde, geçmişte yaşlı insanlara yer verirdi gençler...
Hatta biz yaştakiler hala, yaşlı insanları görür görmez, hemen kalkarız yerimizden, onların rahat etmesini, ayakta kalmamasını sağlarız.
Bu bir insanlık görevdir.
Çünkü otobüste ayakta yolculuk etmek, bir işkencedir yaşlı insana...
Ancak, son yıllarda görünen o ki, inanılmaz bir dejenerasyon var, çünkü gençler yer vermek yerine, başını dışarı çeviriyor göz göze gelmesin diye...
O da yetmedi, ceplerinde "ipot", kulaklığı da takıyor kulaklarına, hiçbir şey duymuyor.
Herşeye kulak tıkıyorlar.
***
Hele annelerinin yanında oturan çocukların yaşlılara yer vermemesi, daha da garip geliyor bana...
Çocukluğumuzda, en azından annemiz, babamız uyarır, ayakta zor duran insanlara yer vermemizi sağlarlardı.
Şimdi tam tersi, çocuğu yer vermeye yeltense bile annesi kaş göz işareti yapıp, "otur oturduğun yerde" diye uyarıyor.
Belediye otobüslerinde yolculuk eden bir gazeteci olarak, hemen her gün yaşadığım bu duyarsızlık her defasında, üzüyor beni...
Çünkü bu çağdaş insana yakışmayan "bencil" bir tavırdır. Modern toplumda yeri yoktur.
Sözün özü, ar damarımızın da çatladığının işaretidir. Çünkü yaşlısına saygı göstermeyen toplum, bilinç yoksunu bir "sürü"den ibarettir.
Tıpkı, birilerinin istediği gibi...
Daha ilk günden sonucu belliydi!
Evlilik programlarının bir gün dip yapacağı ve insanları mutsuz edeceği, daha ilk günlerden belliydi.
Az mı yazdık, "Bu işte kimse mutluluk aramasın, işin içinde çıkar var" diye...
Program belki izleyen için heyecan verici bir buluşma ama ya katılımcılar?..
Hele, gerçek hayatta beceremediğini kurguda arayan, eşini bulmak için uyduruk öykülere sığınan, o spot ışıkları altında günlerce ter döken, yalakalık yapan, ikiyüzlülüğe çanak tutanlara ne demeli?
Şimdi çoğu eşsiz, şimdi çoğu umutsuz...
Çünkü evlendikleri eşleri, kendilerine vaat edilen dünyayı bulamayınca, terketmişler evlerini...
"Hayal" üzerine kurulan yuva, "kırıklıkla" yıkılır.
Sömürü düzeninin baş aktörleri ceplerini doldurur, o şirin bakışlı sunucularını program başına binlerce doları kıvırırken, onlar "neden" sorusuyla yapayalnızdır artık...
***
Önceki gün, Sabah Gazetesi'nde yer alan bir haber tüm o gerçeklerin yansıması gibi...
Özü şu:
"TV programında tanışıp evlenen erkekler, boşanamıyor. Evlilik programlarında tanışıp evlenenlerin birçoğu bir ay bile evli kalmadan soluğu mahkemede alıyor. Bu programların mağdurları, evlenip kısa sürede ayrıldıkları eşlerini boşanmak için dahi bulamamaktan yakınıyor."
Olay budur.
Yani, yalanla kurulanı, bir süre sonra yel alıyor.
***
İki nedeni var: Para ve şöhret beklentisi.
Bu tür programlara katılanlar, bir süre sonra kendilerini şöhret oyununa kaptırıyor. Çünkü "Eş bulamasam da televizyon ünlüsü olacağım" diye diye hayalle kurulan bir dünyaya adım atıyor, kurguyu gerçek sanıyor, yüzleşmeye yanaşmıyorlar.
Hele evlendikleri kişide para yoksa, ev-arsa, araba kıtsa, bir de önceki eşten çocuklar sararsa çevresini, sahte tavırlar "gerçek yüzünü" gösteriyor.
Bunu bilir, bunu söylerim:
Birliktelik bir emek, önce buna inanmak gerek...
GÜNÜN SÖZÜ
Dost ararken bir gözün kapalı olsun, bulduğun dostu kaybetmemek için, her ikisi de.
Norman Douglas
Geçmiş zaman olur ki...
Ünlü yazar Bernard Shaw ile İngiltere Başbakanı Churchill hiç geçinemez ve sık sık birbirlerini iğnelermiş...
Bernard Shaw, sahnelenen bir eserinin ilk gecesinde, oyuna Churchill'i davet etmiş ve iki davetiyeye de bir pusula iliştirmiş:
"Size iki davetiye gönderiyorum. Bir dostunuzu alıp gelebilirsiniz.
Tabii dostunuz varsa."
Churchill bu lafın altında kalır mı, hemen cevap göndermiş:
"Maalesef o gece başka bir yere söz verdiğim için oyununuzu
seyretmeye gelemeyeceğim. İkinci gece gelebilirim, tabii
oyununuz ikinci gece oynarsa."
Okan Bayülgen'i dinlemek
Okan Bayülgen televizyonun yaramaz çocuğu... Onu çok seven de var, nefret eden de...
Öncelikle çok zeki, hazırcevap... Ama huysuz ve fütursuz da...
Kimi zaman davranışları itici geliyor, kimi zaman da anlaşılmaz. Yalnız kimse ondan vazgeçemiyor, kızsa da sövse de izliyor. İnanılmaz bir büyü var bu adamda...
Yıllardır gözledim ekrandan, tespitim bu; o bir şov büyücüsü...
Üstüne de yok. Benzeri dahi...
***
Geçen gün Yaşar Üniversitesi'nin konuğu olarak gelmiş İzmir'e... Zamanı kısıtlı olduğu için de, kısa süreli ama dolu dolu sohbet etmiş arkadaşımız Özge Önder'le...
Yeni Asır Pazar'ın da söyleşi konuğuydu.
Onun İzmir hakkında söyledikleri, duvar yazısı olup belleklere kazınacak nitelikle...
Zeka ve gerçek fışkırıyor, her cümlesinde... İki örnek vereyim, yeter:
***
- İzmir bir marka şehir olduğu için insanları da şahsına münhasır.
- İzmir, gavur İzmir çünkü, henüz medeniyete alışamadık. Türkiye'de asıl medeniyet İzmir'de...
- İzmir'i seviyorum, çünkü medeniyeti seviyorum.
***
Okan Bayülgen'in bize yalakalık yapmaya ihtiyacı yok. Yapsaydı, magazin basınıyla iyi geçinirdi. Hatta iki yüzlü olurdu.
Kimseye de "eyvallahı" yok.
Bu yüzden, söyledikleri İzmir'in özetidir.
Marka ve medeni şehir...
İşte bu iki sözcük, çok şey.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.