Her şeyimiz var ama onur nerede?
Televizyon siyah-beyazdı. Her şey sansürlüydü, en sıradan şarkı bile...
Sana yağı, ekmek, sigara yoktu, ya da tezgah altındaydı. Bakkalla pazarlık taktiğini iyi geliştiren bir baba, eli dolu, evine mutlu gidiyordu.
O, eşinin gözünde bir savaşçı, çocuklarının gözünde ise bir kahramandı.
Bakkal amca o yıllarda büyük marketlere yenik düşmemişti henüz, alışverişte tek patrondu.
Otomobile bir depo benzin almak için ise aylarca beklemek gerekirdi.
Gaz yoktu, benzin yoktu, hele böyle çeşit çeşit hiç değildi.
Dönemin başbakanı Demirel'in de o çok bildik yakarışıyla; "Benzin vardı da içtik mi"ydi.
Zaman yasaklar dönemiydi.
Parti liderlerinin, başbakanların, bir askerin kaşlarını oynatmasıyla, makamını terk ettiği yıllar...
35 yıl önce Türkiye'de yokluk ve yasak baş köşedeydi. İnsan mahsun ve çaresizdi.
Para hem var hem yoktu; mafya da bu kadar palazlanmamıştı.
Ama "insanlık onuru" vazgeçilmezdi.
***
35 yıl önce...
"Seninle Bir Dakika" ile başladı Eurovision maceramız... Nerede ilk beş, son beşe girmek bile mucizeydi bizim için... Yıllarca boynu bükük ayrıldık ekran başından...
Müzikte "emek" vardı, elektronik bu kadar ruhları sarmamıştı.
Futbolda gelen gidenden 8 yedik... Milli takım yıllarca şerefli beraberliklerle anıldı, kulüp takımlarımızı ise Avrupa bile tanımıyordu.
Yolgeçen hanı gibiydik.
Aşk, tutkuydu, sevdaydı, dosttu, sevgiliydi. Parayla satın alınamazdı, yürekli yaşanırdı.
O yıllarda, "Kürtçülük", "Şeriat" tartışmaları da yoktu.
Tek derdimiz, sağ-sol mücadelesiydi. Hak arayışları, "Kahrolsun Amerika" yürüyüşleri ve "Vatan toprağını kimselere kaptırmamak"tı.
Bu uğurda çok kan döküldü. Fikir savaşları, güç gösterileri sonucunda binlerce gencimiz, daha teni yar tenine değmeden kara toprak oldu.
Bir inanç, bir fikir peşinde; zor ama arayış içinde geçen yıllardı.
Ancak yine "insanlık onuru" paha biçilemezdi.
***
Liste uzun, bitmez ama ana hatlarıyla böyle...
***
35 yıl sonra...
Her şeyimiz var ama her şey... Para, güç, özgürlük de...
Bastır parayı al Sana yağını, ekmeği, sigarayı.. Üstelik tezgah altında da değil, her yerde çeşit çeşit...
Bakkala değişilen marketler, tam bir tüketici avcısı... Yok, gerçekten yok buralarda...
Yeter ki paran olsun.
Açık seçik yaşanan aşklar, parasına puluna satılan vücutlar, tatminsiz bedenler, kaderini mafyanın eline bırakan beyinsizler, kredi kartı mağdurları, paraya değişilen sevdalar, ekran başında yalvar yakar dilenen onursuzlar, insan ruhunu satışa çıkarıp milyonlarca doları cebe indiren hokkabaz sunucular, cep telefonları marifetiyle hiçbir özeli kalmayan yaşamlar, hayatını satan şerefsizler, gelecek korkusu yaşayan gençler, şeriatı hortlatan baskı unsurları, silahını günahsız Mehmetçiğe kahpece çeviren terörün kanlı yüzü...
Saymakla bitmez. Siz onları biliyorsunuz.
Hele şu küreselleşen dünya düzeninde, bir grup kurnaz yatırımcının insanlığı meze yaptığı yayıncılık ağını anlatmaya kalksam, uykularınız kaçar.
***
Evet, Eurovision'da gurur doluyuz.
Futbolda artık bir deviz.
Televizyon izlemede, rekorları kıran bir milletiz.
Bireysel yaşamda kralız.
Ama...
Komşusu aç iken, tok yatan benciliz.
Üstelik dostunu sırtından vuran, para için kadınını satan şerefsizleri yaratanlar da aramızda.
Sözün özü, değişiyoruz değişmesine de, insanlık onuru kalmadıktan sonra...
Bir kadın gittiğinde...
Erdal Çarboğa'yı 20 yıldır tanırım. Yürekli, başarılı, sevgi dolu bir gazetecidir.
Her koşulda haberin kokusunu alan "yetenekli" bir buruna sahiptir, haber peşinde 24 saat koşan bir çılgındır aynı zamanda...
Mesleğine aşıktır çünkü.
Bu yüzden özellikle İzmir'in kuzeyi ondan sorulur; Aliağa, Menemen, Bergama, Ayvalık ve ötesi...
Haberi kovalamak ve sonuçlandırmak için yaratılmıştır Erdal... Bugüne kadar tongaya düştüğünü görmedim, belki bir iki haber kaçırmıştır ama aldanmak asla...
İşte bu yüzden, mesleğimizin de bir boyutu olsa gerek, sevdiklerimizle doyasıya yaşayamayız.
Çok istesek de hep bir şeyler eksik kalır.
Ancak kaybettiğimizde anlarız değerlerini...
***
Sevgili Erdal da, çok sevdiği eşi Ümit'i geçen yıl kaybetti; amansız hastalık, hayatının en "yaşanası" yıllarında kopardı sevdiğinden Erdal'ı...
Çok uğraştı, çok savaştı, bütün imkanlarını seferber etti ama ölümün önüne geçemedi Erdal...
Sevdiği kadını toprağa verdiğinde, çok şey yitirmişti; duygularını, yaşama sevincini, hayata inancını...
O büyük boşluğu yaşayan bilir ancak onun ruh halini...
Yaşama tutunması zaman aldı.
Hani derler ya, bir kadın gittiğinde erkek çabuk unutur diye... Ne büyük haksızlık, ne büyük önyargı...
O hiç unutmadı. Sevdalı yüreği hiç susmadı çünkü...
Bir gün bir şiir okudu bana, gözleri dolu dolu...
Dile getirdiği satırlara Bekir Coşkun'un, Güzin Abla'nın vefatı üzerine, yazdığı, şiir gibi o mükemmel yazıdan aşinayım.
İşte o yakarış, sevdiği kadını zamansız yitiren bir erkeğin yaşadığı yalnızlığın dile gelişidir.
***
Bir kadın gittiğinde, arkasında büyük bir boşluk bırakır.
Bir kadın gittiğinde arkasındakileri öksüz bırakır.
Ev üşür. Odalar üşür. Sofralar üşür. Kalpler üşür.
Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler,
özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...
Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar.
Bir kadın gittiğinde, o teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz,
değerini kimse anlayamaz.
Ev artık sessizdir. Koridor kimsesizdir, bir kadın gittiğinde...
Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında.
Bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci.
Bir anne giderBir dost.. Bir arkadaşBir sevgili
Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde.
***
Bu satırları okuyup da göz pınarlarınızı tutabileniniz var mı?
Yüreğimiz seninle Erdal, acın acımız...
GÜNÜN SÖZÜ
Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak korkudan kurtarır.
Konfüçyus
Çok özel bir mekan
Evim Karşıyaka'da... Her gün geçiyorum önünden Bayraklı Arena'nın... Her geçişimde de gizemli, coşkulu, renkli, keyifli bir mekan görüyorum.
Geçen gece, inanılmaz bir kalabalık vardı, sahnede de Serdar Ortaç... Müziğin sesi, Karşıyaka semalarında yankılanıyordu.
Bu yüzden... İçine girip keşfetmek gerek, bu nadide eğlence merkezini...
Çok değil iki yıl önce, burası, bir kayık iskeletinin artık erimeye yüz tuttuğu, yalnız, çorak bir alandı.
Arena ile birlikte kıymete bindi. O bakımsız alan binlerce insanı coşku seline davet eden bir şov merkezine dönüştü.
İzmir'in ihtiyacı vardı böyle özel bir mekana; eğlence turizminin öncelikle...
Magazin gazetelerinde İstanbul Kuruçeşme Arena, hiç eksik olmayan bir markadır adeta...
Bayraklı Arena da buna namzet bence...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.