Türkiye'nin temellerini atanlarla aynı salonda!
Türkiye'nin geleceğini şekillendirdiler, bugünlerin temelini attılar.
Atatürk'ün İsmet Paşa'ya yazdığı bir mektubun satırları, aslında genç Türkiye Cumhuriyeti'nin, ne kadar güç bir durumda olduğunun da kanıtı...
Mektup çok uzun ancak bir bölümü, herşeyi çok açık anlatıyor. Gerçek ne acı değil mi, hele "Ne varmış canım, hem memlekette o kadar sıkıntı yoktu, abartılıyor" diyen ulema kılıklı 2. Cumhuriyetçilere de birer tokattır aslında her bir satırı...
Yüzleşmek mi, işte böyle...
***
"Sevgili Paşam. Cumhuriyet'in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.
Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart.
***
Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet'le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı yüzde 60'ı geçiyor. Nüfusun yüzde 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor..."
***
İşte bu zor durumda, 750 Türk gencini Avrupa'da eğitime gönderdi Atatürk... Anadolu'nun dört bir köşesinden; torpilsiz, hakkıyla bir imkanı kazandı o gençler... Atatürk çok iyi biliyordu ki, kalkınmanın temeli modernleşmede yatıyordu. Bunun için gelişmiş ülkelerin modellerini örnek almak, en nitelikli şekilde yetişmiş insan gücüyle genç Cumhuriyet'in temellerini atmak gerekiyordu.
Kasa tamtakırdı, para yoktu ama o kararlıydı. Trenle gönderdiği gençlere bir de mektup yazdı. İçeriğinde şunlar yazıyordu: "Sizi bir kıvılcım halinde gönderiyorum, volkan olarak geri döneceksiniz."
----
Önceki akşam, İzmirli yaratıcı gençlerin aylar süren çabalarıyla ortaya koydukları "Kıvılcımdan Volkana" adlı belgeselin galası vardı İzmir Sanat'ta... İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin destek verdiği gecede, Atatürk'ün yurtdışına gönderdiği o çocukları da konuktu, günümüz gençleri de... Salon tıklım tıklım doluydu.
İzmirli Gece Vardiyası Film Ekibi'nin, yönetmen Göker Göktepe ve arkadaşlarıyla bir mucizeye imza attıkları belgesel, Türkiye'nin temellerini atan bir neslin hikayesini anlatıyordu.
Yokluğu varlığa dönüştüren bir nesildi onlar... Atatürk'ün İsmet Paşa'ya mektubu işte bu mucizenin kanıtıydı.
İçlerinden çok azı hayattaydı, işte belgeselin de ana kaynağı onların sözleri, yaşadıklarıydı.
Salona şöyle bir göz gezdirdim. Çıt çıkmıyordu. Karanlıktı ama o bile, göz pınarlarından sözülen gözyaşlarını gizleyemiyordu.
İzmirliler, Türkiye Cumhuriyeti'nin, eğitimde, sanayide, politikada, mühendislikte temellerini atan Atatürk'ün çocuklarıyla gurur duyuyor, onları yüreklerinden alkışlıyordu.
O gözyaşlarının sırrı, işte buydu.
Bu dev buluşmanın mimarlarını ben de yürekten alkışlıyorum.. Göker'i, Yusuf, Merve'yi ve diğer emekçileri...
Okan Bayülgen gerçeklerle yüzleştiriyor
Sevin ya da sevmeyin bu bir gerçek: Talk şovda kendini aşan, prensipleri olan, fikirlerini benimseten, boş lafa karnı tok olan tek bir isim kaldı ekranda; Okan Bayülgen...
Onun, yerli dizileri baştacı yapan Kanal D yönetimine rest çekip, TV 8'e geçişi ve bu kanalı sırtlaması, bu özgün kimliğin bir kanıtı aslında...
Her hafta, yerli dizilerin kol gezdiği bir zaman diliminde, yeteneğini konuşturmak, ekibini ön plana çıkarmak ve her akşam gündem yaratmak kolay bir şey olmasa gerek...
Ama Okan Bayülgen, onca soruna rağmen, hem TV 8'e getirdiği farklı tarzı hem de yaratıcı programcılığıyla, sadece magazini değil, Türkiye ve dünya gündemini de ayakta tutuyor.
Yeri geliyor ABD'yi konuşuyor, yeri geliyor Van depremini... Siyaset, ekonomi, kadına şiddet vs. hepsi Okan'ın ajandasında...
Magazin de var, yeni şarkılar da, dizi oyuncuları da... Ama abartılı değil, olması gerektiği gibi...
Böyle olunca, ilgi toplamayı da başarıyor.
***
Bu açıdan bakınca... Okan Bayülgen'i artık "diğerlerinde" ayırmak gerek... Çünkü onlar yerinde sayarken, Bayülgen kendini aştı.
Onun program akışlarında; ucuz sohbetler, kaset promasyonları, reklam bağlantılı kandırmacalar, yıkamak, yağlamak yok. Aksine bilgi, aksine öneri, aksine fikir var.
Ekran karşısına geçtiğinizde biliyorsunuz ki, yeni bir şeylere kucak açacaksınız. Hemen her yıl tekrarlanan; kim hangi kaseti çıkardı, hangi filmde oynadı gibi sulu muhabbetlere, bayat esprilere tanık olmak yerine; kendinize, yüreğinize katacağınız yeni fikirler edineceksiniz.
Hayatı daha net görecek, başkalarının hayatını oynamak yerine, kendi yolunuzdan yürüyecekseniz.
İşte bunun için, çoğu zaman itici olmak uğruna, "gerçekçi" gömleğini giyiyor Okan, toplumun bundan hoşlanmadığını bile bile...
Ekrandan çeşitli vesilelerle vermeye çalıştığı mesajları, artık doğrudan yüzüne söylüyor insanın...
Öyle telefon felan kapatarak değil, birebir yüzleşerek...
Bu nedenle onu iyi anlamak ve desteklemek gerek... Çünkü, lehimize çalışıyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.