Bir velinin eğitim sistemine itirazı var
Özü sözü bir, doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, herkese yardıma koşan, iyi şeyler yapmak için çabalayan, düşünen, fikir üreten, genç ve bilinçli bir işadamı...
Bir turizm şirketi var yoktan var ettiği... Denizli'nin Çal ilçesinden gelip yerleşmiş İzmir'e...
Fakülteyi burada bitirmiş ve kalmış...
"Ben çok fakir bir ailede büyüdüm Hürol Bey, kimi zaman yiyecek ekmek bulamazdık. Ama bundan hiç gocunmadım. O günler benim gururum, her şeyim... O zor günler sayesinde bugünlere ulaştım, değerini çok iyi bilirim" diyecek kadar da açık sözlü...
Çevresinde saygın bir kimliği, mutlu bir evliliği var. Biri ilköğretim son sınıfta okuyan, diğeri daha çok küçük iki kız babası...
Kızları onun için hayatın anlamı... Koruyan, kollayan, geliştiren bir baba, yeri geldiğinde katı eğitim kurallarına karşı çıkacak kadar da, ağzı laf yapan, bilgili bir insan...
Hala günlük tutuyor örneğin... Yaşamının her dakikasını, eşini, kızlarını yazıyor burada... İyi, yürekli bir insan, benim diyen eğitimciye kafa tutacak kadar da bilinçli bir veli...
***
Geçen gün, gönül bağım olan bu derneğe uğradım... İçeride Aydın'la karşılaştım, oturup sohbet ettik, sohbet bir ara eğitim sistemi üzerine yoğunlaştı. Sıkıntılıydı, "Bu sistem öğrencileri robotlaştırıyor, çocukları kimse anlamak istemiyor" dedi ve yaşadığı bir olayı anlattı. Dahası kızının okuduğu okulda yaşadığı bir olayı ve onun okula gönderdiği bir yazıyı...
Görüşlerimiz çoğu zaman Aydın'la örtüşür, merak ettim o yazdığı satırları... Önce paylaşmak istemedi, "Bende kalsın" dedi ama ben ısrar edince, getirdi üç sayfalık düşüncelerini... Okudum ve çok etkilendim. Sizinle paylaşmak için de bayağı uğraştım ama ikna ettim. İşte o satırların bir bölümü...
***
"Çocuklar daha fazla farkındadır her şeyin. Bir çocuğu izlediğinizde enerji dolu, taptaze, açık, uyanık olduğunu görürsünüz. Ama biz ona başka bir şey öğretiyoruz. Toplum farkındalığı istemiyor. Farkındalık bu sözde toplum için sakıncalı çünkü; toplum hasta ve bilinçsizlikten çıkar sağlıyor...
Sizden ricam okulunuzun, sınıfının bir penceresinden çocukları izlemeniz. Çocuklar çok canlıdır. Bilinçlerinden hiçbir şey kaçmaz, her şeye dikkat ederler. Bir kuş öter, hemen camdan dışarı bakarlar. Öğretmen kızar, der ki "Dikkat edin, dikkatinizi bana verin!"
Şimdi çocuk nasıl dikkat etsin ki, ne yapsın? Numara yapar. Öğretmene bakar, kafasını, gözlerini zorlar dikkatini veriyormuş gibi yapar. Öğretmen de memnun olur, egosu şişer. Bütün çocukların dikkati onun üzerinedir. Tüm gözler ona kilitlenmiştir. Bu öğretmen egosu yüzünden ufacık çocuklar yozlaşmaktadır.
Ama çocukların dikkatleri tekrar başka bir yere kayacak. Yine bir kuş ötecek, bir köpek havlayacak, sokakta biri konuşacak, bir araba geçecek, binbir şey oluyor. Dünya çok küçük ve çocuklar capcanlı... Fakat öğretmen dikkatini ona vermesini istiyor. Önemli olan dinleyebilirken farkında olabilmeyi becermenin yolunu bulabilmektir ama bizler sistemimizi konsantrasyon üzerine kurmuşuz. Kanımca konsantrasyon çocuğu zehirlemekle eşdeğerdir, benliğini daraltmaktır. Sadece ufacık bir delik açılacak ve tüm kapılar kapanacaktır. Bir bunun adına konsantrasyon diyoruz. Bu delik açık kalacak ve bu uçsuz bucaksız gökyüzü kapanacak...
***
Bir kuş ötüp aynı notayı tekrarladığında öğretmenden daha çekici olur. Bir şey demez, reklam yapmaz, kimseyi zorlamaz. Dinleyip dinlememekte özgürsün. Ancak çocuk dinlemek ister. Hayat çok güzeldir ve öğretmen orada dikilip durmaktadır. Zamanla öğretmen çocuğu zorlamaya başlar, biz çok çirkin oyunlar oynarız. Öyle çirkin oyunlar ki bunlar, zorbalığa başvururuz. Bir düşünün, bir çocuk 6 saat boyunca oturuyor, sert tahta bir sıranın üzerinde kıpardanmadan oturmaya zorlanıyor. Oysa psikologlar kıpırdanan bir çocuğun daha zeki olduğunu söylüyorlar. Enerji kıpırdanır, enerji canlıdır. Capcanlı bir çocuk uzun süre oturamaz. Canlıdır. Hoplayıp zıplamak, pek çok şeyi yapmak siter. Coşkusu dışarı taşmaktadır. Ve biz onu oturmaya zorluyoruz...
Sonra bir de sınavlar var. Başarısız olunca lanetliyor, başarılı olunca takdir ediliyor. Şimdi de ego oyunu oynuyoruz. Ona egoist olmayı öğretiyoruz. Onu çirkin bir yarışa sokuyoruz. Başkalarına düşman olmayı öğretiyoruz. Ve ona bu toplumdaki tek değerin farkındalık değil de verimlilik olduğunu öğretiyoruz. Oysa bu ne vahim bir hatadır."
***
Bu satırları okuyunca, gençliğimin idol şarkısı "The Vall" geldi aklıma... Pink Floyd, bu şarkıyla, "Baskıcı eğitim sistemi"ne karşı çıkıyordu.
Şarkı bugün bile bir klasiktir.
***
Aydın Ay işadamı ama aynı zamanda bilinçli bir öğrenci velisi... Çocuğunun en iyi şekilde yetişmesini isteyen ve eğitim sisteminin çarpıklığını hissedince isyan eden ve bunu dile getirebilen bir veli...
Geçen hafta bir yazımda "Çocukları anlamak yerine, hiperaktif tanısı koyup haplıyoruz, yaşamdan koparıyoruz" demiştim.
Aydın ise çocukları anlamayı ve onlar için hayatı kolaylaştırmayı öneriyor.
Şimdi dürüst olun ve düşünün; sevgili Aydın'ın yaptığı uyarıları, hangimiz bir öğretmene söylemek istedik de yutkunduk!
Bir çoğumuz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.