Özgürlüğün, ilkemiz oldu peki ya senin gözünde biz?
Kanun önünde haklı ya da haksız, söyleyecek bir sözü olduğuna inanan her fikir savaşçısının, demir parmaklıklar ardında, "çaresiz" ve "yalnız" bırakılmasını gazetecinin geleceğine konulan bir ipotek olarak görürüm.
Onların tutuklu olması, beni hep tedirgin eder ve edecektir.
Çünkü ben dünü ve bugünümü, fikrini, düşüncesini, benliğini, ilkelerini her fırsatta ortaya koyan, yaşatan, baskılarına direnen, dürüst, ilkeli, bağımsız ruhlu, bir anlamda toplum mühendisi olan gazetecilere borçlu olduğumu hissederim hep...
Bir gazeteci olarak bilirim ki, ben aksadığımda o bana yol gösterecek, yanlış yola saptığımda o beni doğru yöne çekecek, Atatürk'ümün bana emanet ettiği Cumhuriyet'i pazarlık konusu yaptığımda o beni, uyaracak, silkeleyecek, aydınlatacak.
O benim toplumsal liderimdir. Korkusuz gözüm, bağımsız beynimdir.
O gazetecidir, benimse toplumsal öğretmenim...
***
İşte bu yüzden son günlerde, TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in, tutuklu olan gazeteci milletvekillerinin, en azından tutuksuz yargılanması, bir anlamda özgürlüğe kavuşması için gösterdiği çabaları dikkatle izliyorum.
İstiyorum ki, Başkan Çiçek'in ziyaret ettiği her parti, her milletvekili, benim gibi düşünsün. Fikirleri ayrı düşse de, görüşleri ne olursa olsun, gazetecilerin birer özgürlük neferi olduğu gerçeğini bilsin, tavrını ona göre ortaya koysun.
Bu ayrıntı çok önemli...
Zira onlar birer fikir işçisidir her zaman... Eksiklikleri ise yeni dünya düzenine uyum sağlamaya çalışan Türkiye için dezavantajdır.
Burada, kin nefret değil, hoşgörü olmalıdır.
Burada geleceğin ışıkları vardır, karartılamaz.
Umarım bu fikir alışverişi, tutuklu gazetecilerin özgürlüğe kavuşmasıyla sonuçlanır.
Dünya görüşüm budur. Aksi, benliğimle çelişmek demektir.
***
Gazeteciler, toplum için birer değerdir, iyi korunması gerekir. Çünkü onlar, her riske imza atar, toplum yararına ölümü dahi göze alacak karakterdedir.
Dediğim gibi, onlar birer toplum mühendisidir.
Bu yüzden demir parmaklık onlara yaramaz, fikirlerini örseler. Tıpkı bizim sevgili Mustafa Balbay'da yaşadığımız hayal kırıklığı gibi...
Size geçtiğimiz gün yazmıştım. Bir süre önce İzmir Gazeteciler Cemiyeti seçimlerine katılmış ve kaybetmiştik. Çünkü seçim boyunca birileri, bizim gibi Atatürkçü bir ekibe, bağnaz yakıştırmalar takıp, "Cemaatçı" yakıştırması yapmış, gazeteci dostlarımızı da bir hayli etkilemişlerdi.
Ancak bize en büyük şaşkınlığı, özgürlüğünü "ilkemiz" yaptığımız gazeteci dostumuz, İzmir Gazeteciler Cemiyeti üyesi, İzmir milletvekili Mustafa Balbay yaşattı, cemiyete gönderdiği kutlama mesajıyla...
Köşesini sürekli okuduğum, Uğur Mumcu'nun yerine koyduğum, bağımsızlık görüşleriyle dolduğum, tutuklanmadan önce her pazar televizyonda Emin Çölaşan'la yaptığı programlarını hiç kaçırmadan izlediğim sevgili Balbay bakın ne yazmış mesajında:
"Meslek onurunu ve etiğini her şeyin üstünde tutanlar kazanmıştır."
İşte bu sözler kırdı bizleri, üzdü. Onu bile etkisi altına almıştı yalan fırtınası, hem de bizim Atatürkçü kimliğimizi göremeyecek kadar...
Balbay'ın aksine, seçimi "korku" kazanmış, kaybeden ise "sağduyu" ve Atatürk'ün bu ülkeye kazandırmaya çalıştığı demokrasi anlayışı olmuştu.
Şimdi Balbay'a sormak lazım, meslek etiğinin asıl mağduru kim?
***
Oysa Mustafa Balbay benim gözümde bir toplum mühendisiydi. Yalanı, dolanı, iftirayı çok iyi tartması, görmesi gereken bir fikir işçisi; topluma doğru yolu göstermesi gereken bir öğretmendi.
Bu önyargılı sözüyle sadece bizi değil, bize oy verenleri de kırdı, üzdü, hırpaladı.
Bir bağımsızlık savaşçısına da bu hiç yakışmadı.
Onun bu yanlı tutumuna karşın biz yine de sükunetimizi koruduk, "Zor günler geçiriyor, dışarıda neler yaşandığı görememiş olabilir" dedik ve ekip olarak ona kendimizi tanıtan, onun tanımladığı gibi "etik ve onur yoksunu" fırsatçı gazeteciler olmadığımızı, çalışmalarımızı aktaran bir dosyada gönderdik.
Aradan bir ay geçti, hala bir yanıt yok.
Oysa kutlamayı jet hızıyla yapmıştı.
Demek ki, bizi yine anlamamış...
****
Ben ve ekip arkadaşlarım için, Balbay'ın özgürlüğü, bizim ilkemiz, geleceğimizdir.
Çünkü, gazetecilik yaşamı çeyrek yüzyıla ulaşan bizler için, meslek etiği ve onurunu korumak, herşeyin üstünde gelmiştir, "yaşam felsefemizdir"...
Mustafa Balbay öyle hissetti diye, bu ilke değişmez. Çünkü, hiçbir anlayışa peşkeş çekilemeyecek kadar değerlidir.
Önyargıyı, iki yüzlülüğü reddeder.
***
Sözün özü Mustafa Balbay'ı anlamak, sürekli onun yanında bulunmak değildir; yaşadıklarını hissetmek, fikirlerini yaşatmak ve özgürleşinceye kadar savunmak mesleki koşumuzdur.
Ötesi dalkavukluğa girer.
Balbay'ın da bundan hoşlandığını sanmam.
O da bilir ki, toplum mühendisleri birer yalnız devrimcidir.
Ancak emin olsun o yalnız değil; yüreğimiz hep onda, onunla...
GÜNÜN SÖZÜ
Bir insan birisini seviyorsa olduğu gibi sever, olmasını istediği gibi değil..
Tolstoy
El sanatlarına özeni gördünüz mü?
Çünkü, yüzyılların birikimi, el emeği göz nuru var bu kültürde... Türkü, Kürdü, Yahudisi, Ermenisi, Lazı, hep aynı kültürden beslenip yaratmış dünyanın zenginliğini katmış ülkesinin hamuruna...
Bu öyle bir değer ki, turizmin yüz akı, alın teridir. Geleceğe açılan kapıdır, geçim sıkıntısı çekilen, ekonomik kriz yaşayan ülkelerin ilacıdır.
Yani tartışılmaz bir dünya değeri... Peki biz ne yapıyoruz; okullarda eğitimini vermek yerine kapatıp, yerine "anlamsız" bölümler açıyoruz.
Koca bir ulusa tarih yazdıran bu özel geleneğin, bilimsel gelişmesinin önünü tıkayıp sıradanlaştırıyoruz.
İşte bu yüzden turizm kenti İzmir'de, geleceğini turizme bağlamış bir kentte; dokumayı, çiçeği, yaratıcılığı içine alan dekoratif el sanatları, sadece bir okulda evet sadece bir okulda, o da zorlukla hayat buluyor.
Kısacası orada da can çekişiyor. Kapandı kapanacak...
***
Bir geleneksel el sanatları ustası olan, tasarımcı ve modacı sevgili Zuhal Yorgancıoğlu, önceki gün 60 yıllık tasarımlarını, sanatsal birikimini, birbirinden değerli eserlerini sergiledi, Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi'nde...
Hepsi de birbirinden büyüleyici, hepsi de geleceğe ders verir gibi mağrurdu.
100 yılı aşkın abiyeler, gelinlikler, kostümler, geçmişten geleceğe köprü olmuştu.
Ben bu tip sergileri, "kaçırılmaz bir sanat şovu" olarak görürüm, çünkü ülkemde, el emeği göz nuruna verilen değerin giderek azaldığını görmek acı veriyor bana...
Özellikle el sanatlarının eğtimini gören gençler mutlaka izlemeli bu sergiyi...
Soluk aldığım yerler, işte bu sergiler... Yüzyıllar ötesinden gelen, atalarımızı hissettiren bu büyüleyici eserlerin görmek, kokusunu duymak yeniden yaratır beni...
Bir gün yitip gideceğini, yeni ustalar yetiştirmeyeceğini hissetmek ise yüreğimi kanatır.
Ancak ne yazık ki gerçek bu...
***
Zuhal Yorgancıoğlu'nun, 60 yıldır emekle, göz nuruyla koruduğu, tasarladığı, gün ışığına çıkardığı eserleri mutlaka görün.
Her biri size hayat dersi verecektir.
Evet özellikle siz genç modacılar, tasarımcılar... Bir an önce yükselmeyi tercih eden, bu uğurda ödün vermeyi mübah sayan genç yetenekler... Bakın, hayatının el sanatlarına adamış bu moda üstadı, gururla, umutla nasıl sesleniyor sizlere...
Diyor ki, sahip çıkın, satmayın, peşkeş çekmeyin bu geleneği... Çünkü ben onlara hayatımı verdim, şöhret peşinde koşmadım; onları koruyup yücelttim. Sıra sizde... Bu toprakların yoğurduğu el sanatlarımızı, paraya, şöhrete değişmeyin.
Bir ülkenin geleceğini karartmayın.
Hiçlik makamı!
Nasrettin Hoca'ya sormuşlar:
"Kimsin?"
"Hiç" demiş Hoca,
"Hiç kimseyim."
Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
..."Sen kimsin?"
"Mutasarrıf" demiş adam kabara kabara.
"Sonra ne olacaksın?" diye sormuş Nasrettin Hoca.
"Herhalde vali olurum" diye cevaplamış adam.
"Daha sonra?" diye üstelemiş Hoca.
"Vezir" demiş adam.
"Daha daha sonra ne olacaksın?"
"Bir ihtimal sadrazam olabilirim."
"Peki, ondan sonra?"
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş:
"Hiç."
"Daha niye kabarıyorsun be adam!
Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
"Hiçlik makamında!"
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.