Pardon yani, o çocukları yetiştiren de bizleriz...
Bu işin mimarı da evet, gençler... Daha ilk günden beri baş koydukları "Gezi Parkı" eyleminden hiç dönmediler, gücü elinde tutan iktidara "Mesaj alınmıştır" dedirttiler.
Bu, "bir dayatmalar ülkesinde" önemli bir aşamadır.
Binbir emekle, kare kare örülen bir dantel gibi, 'toplumsal bilinç" mantığında yetiştirilen bir neslin, kendini göstermesi, öncü rolü üstlenmesidir.
Olay "tümüyle" budur.
Peki bu nesli kim yetiştirdi, "her şeye rağmen" bizler... Yani, büyüklerimizin, "Hiç çocuk yetiştirmesini bilmiyorsunuz, bu çocuktan bir şey olmaz. El öpmesini bile bilmiyor. Saygısız, küstah" nitelemelerine maruz kalan bizler..
***
Çocukluğumu hatırlıyorum, çok baskıcı, kuralcı bir ailede büyümedim fakat bizim nesilde uyarılar genelde şöyleydi:
"Büyüklerin elleri öpülür. Hadi öp bakayım dedenin elini."
"Büyükler konuşurken küçükler susar. Senin ne fikrin olabilir ki."
"Sen sus, büyükler daha iyi bilir."
"Babanı dinle, sen fikir söyleme."
"Yalan söylersen Allah seni çarpar."
"Namaz kılmazsan, seni evlatlıktan reddederim."
"İçki içme, içersen eve almam".
"Hadi bakalım geçin sıra dayağına, hak ettiniz siz bunu..."
Bu, o malum uyarıların sadece bir bölümü, ilk anda aklıma gelenler... Daha çok dayatmacı zihniyetin ürünü; eserimci, keserimci toplum yapısının özü bir bakıma...
O dönem, küçükleri boyunduruk altına almayı benimseyen, disiplini hayatın tek gerçeği gören, sertliği yola getirme biçimi olarak algılayan, şimarmasın diye babaların çocuklarını kucaklamadığı insanların ülkesi...
Hatırlayın, adam olmak için askere gitmeye bekleyen bir nesildik biz.
***
Biz öyle yapmadık...
Geçmişten aldığımız derslerle, mahçubiyete, yenilgiye son verdik, kimliğimize eğitimli yönümüzü ekledik, önce çocuklarımızla bir şeyler paylaşmayı önemsedik.
Onları sofrada, parkta, yolda, ruhumuza afakanlar basıncaya kadar, dinledik, sevgiyle kucakladık, başucunda masal okuduk, altını aldık.
"Tek efendi benim", demedik, "sen de bir bireysin, senin de söz söyleme hakkın var" dedik.
Bir sohbet sırasında evladımız, lafımızı kestiğinde belki öfkelendik ama belli etmedik, "Peki sen ne düşünüyorsun bakalım" diyerek onları cesaretlendirdik.
Sofradan ilk kalkmasına ses çıkarmadık.
Fikirleri abuk gelse de sabrettik, "Yaşayarak öğrenecek" felsefesini savunduk.
Yediği yemek hakkında, politikada, sporda fikrini beyan etmesine karşı çıkmadık, özgür bıraktık.
Eve misafir geldiğinde, zorla yanımızda oturtmadık, şaklabanlık yapmasına yol açmadık, dostlarımıza "Onun da kendi dünyası var" dedik, onlar da anlayışla karşıladı.
***
Dinimizi öğrettik.
Namaz kılmayı, dua etmeyi, Haz. Muhammed'i... Onun yüceliğini, hoşgörülü, savaşçı yüreğini anlattık; ama korkutmadan, dayatmadan, özgürlüğünü kısıtlamadan... Herşeyi gösterdik, anlattık, yorumu ona bıraktık.
Bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü anlattık, sade bir dille, putlaştırmadan... İnsanlığını, yüreğini, özgürlükçü zihniyetini, dünyaya örnek olan liderlik vasfını... Anlatmakla yetinmedik, kitaplar verdik. Eleştireni de okudu, öveni de... Özgür bıraktık onu...
Doğayı anlattık, kurdu, kuşu, kediyi, köpeği... Değer vermemiz, korumamız gerektiğini vurguladık. Örneklerle çoğalttık anlatımlarımızı...
"İnsana, çevreye, yeşile önem ver, koru" dedik, oldu.
"Boyun eğme, bilinçli ol, tek bakışlı değil, çok yönlü ol" dedik, oldu.
"Barışçı ama mücadeleci, dinleyici ama fikir kavgacısı ol" dedik, oldu.
Dinledi, okudu, anladı, yorumladı.
Bunun gibi daha pek çok örnek var.
Ama bir gerçek daha...
Biz bunları yaparken hep eleştirildik; dayatmacı, aşırı disiplinli olmadığımız için...
"Dayak cannetten çıkmadır" diyenlere inat sevgiyle ördük yüreklerini çocuklarımızın...
Özgür bir ruh verdik onlara, bağımsızlığı öğrettik.
"Çocuk yetiştirmesini bilmiyorsunuz" diyen büyüklere, bugün öündükleri, meydanlarda ziyarete gittikleri yürekli gençleri yetiştirdik.
"Bunlardan bir şey olmaz, apolitik gençler geliyor" diye dalga geçenlere inat, imrenecekleri bir ruh kattık.
***
Sonuç ortada...
Bizim çocuklarımız "Gezi Parkı"ndaki ağaçlar kesilmesin diye, Türkiye'yi ayağa kaldırdı, hakkını aradı, kimseye muhtaç olmadı, dilenmedi.
Bizim evlatlarımız bizden daha güçlü Atatürkçü oldu, onu bizden çok daha iyi anladı, mirasına sıkı sıkıya sarıldı, söz söyleyene "sert" karşılık verdi.
Özgürlüğünden, bağımsızlığından ödün vermedi, esip gürleyenlere, kendilerine tepki gösterenlere pabuç bırakmadı.
Eylem yapıp kirlettikleri sokakları, ertesi gün temizledi. Saygıda kusur etmedi.
Biber gazı sıkan polise börek yaptılar börek; çiçek verdiler.
Yaşlılar ellerini öpen çocuklarla gurur duydular ama "bu çocuklardan bir şey olmaz" dedikleri için de "içlerinden" utandılar.
Rakip takım taraftarıydılar, özgür bir gelecek için "birleştiler".
Ve daha birçok şey.
***
Evet Türkiye gelişiyor ama bu kez daha gerçekçi, daha bir bilinçli...
Ve bu 90 kuşağının temelinde, bizler varız. Çocukları için yüreklerini ortaya koyan, eleştirilere göğüs geren biz anne-babalar...
Evet, "eserlerimizle" gurur duyuyoruz biz. Dün de öyleydi, bugün de...
Fikrimiz de rüzgara göre hiç değişmedi.
Ne sağcı, ne solcu onlar, sadece herkese özgürlük istiyorlar, saygı bekliyorlar.
O çocuklar bizim yüreğimiz...
Onlar, yeni dünyanın insanları.
SÖZÜN ÖZÜ
Sahip olduğunuz koşulları değiştirmek için, önce farklı düşünmeye başlayın.
Norman Vincent Peale
Önce çocuklara, gençlere saygı göstermeyi bilelim
Hep çocuklardan bekliyoruz, saygıyı, hoşgörüyü, mahçubiyeti...
Hep onlardan "istiyoruz" ama yılda iki ya da üç kez geleceklerini belirleyecek sınava girecekler, saygısızlık ediyoruz.
Hem de bağıra çağıra, güle oynaya...
***
Önceki gün Seviye Belirleme Sınavı vardı çocukların... Onların geleceğini belirleyecek bir sınav...
Gezi Parkı protestosuyla, Türkiye'nin gündemini değiştiren ağabeyleri, "Dikkat minikler, SBS sınavına giriyor. Eylemi çok geçe bırakmayalım" diye hassasiyet gösterirken, kamuda durum söyle değildi, yani vur patlasın çal oynasın.
Bakın sadece ben, neler gördüm...
Benim oturduğum muhitte, Karşıyaka Dededaşı civarında, gece 24.00'e kadar, avaz avaz haykıran şarkıcısıyla bir nişan töreni vardı.
Sokak ortasında, çocukların sınavından 12 saat öncesi bu... Herkes, çocuklar için "Erken yatmalı, dinlenmeli, sınava öyle gitmeli" diye nasihatta bulunurken, onların o gürültüde zor uyuduklarına eminim.
Ya onca emek, onca çaba?
***
Ya sınav sabahı...
Okulların önü zaten ana-baba günü... Bir okulda veliler; çocuklar gürültüden etkilenmesin diye okul bahçesinden dışarı çıkarılırken, bir diğerinde tam tersi...
Anne baba fosur fosur sigara ve çay içerken, onlar içeride ter döküyor.
Böylesine çifte standart olur mu?
Ya etrafta susturucusuz dolaşan araçlar, motosikletler... Avazı çıktığı kadar bağıran gevrekçiler, seyyarlar...
Hele hele, okulun sağına sağına aracını park edip, kavgaya tutuşanlara ne demeli?
Kurnazlığı, bir insan davranışı sayıp hak yiyenleri hiç saymıyorum.
Ancak ciddi bir saygısızlık olduğu ortada...
***
Bence sınavları merkezden çok öte, dağbaşında yapmakta fayda var.
Belki ulaşım sıkıntısı yaşanır ama...
En azından kişisel garezlerini çocuklar üzerinden atmaya çalışanlara bir dur, deriz.
Sonra biz, çocuklarımıza ne saygı gösteriyoruz ki, onlardan isteyelim.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.