Nasıl gidiyor yeni normal? Alışabildiniz mi?
Seda Akkul: Biz ne kadar normalleştik, ondan pek emin değilim. Hâlâ evdeyiz. Mümkün mertebe dışarı çıkmıyoruz. Arkadaşlarımızla konuşmaya, görüşmeye, toplaşmaya başladık ama bahçelerde, arada mesafeler bırakarak, maksimum 2-3 saat görüşerek, evimize henüz hiç misafir kabul etmeyerek bir normalleşme yaşıyoruz. Alışacağız. Tabiki normalleşmemiz gerekiyor ama bunun bazı önlemler eşliğinde olması lazım.
Burak Akkul: Kaldı ki bizde birçok insanın koronavirüse yakalanma olasılığından daha az bir olasılık var. Koronavirüsü atlatmış, vücudu antikor üretmiş, negatif test sonuçlarını almış kişilerin şu anda milyonda bir ihtimal görünüyor hastalığa yakalanması. Ama bizim üzerimizde farklı bir psikoloji var. Bu süreci ağır atlattığımız için, özellikle ben yoğun bakımda atlattığım için dışarıda farklı bir psikoloji oluşuyor. Sadece Covid-19 değil, Üşütmeyelim, başımıza bir şey gelmesin, ya da birileri bizi görüp kendini geri çekme durumunda hissetmesin… Bir yandan bir empati bir yandan farklı bir psikoloji. Travmatik bir durum kaldı tabiki. O yüzden imtina ediyoruz, çok fazla çıkmamaya çalışıyoruz.
Seda Akkul: Aslında biz biraz çıkmamayı da özlemişiz. Hem çok travmatik atlattık hem de 7 senedir Çok Gezenti programında sürekli dışarıda olduğumuz için –ayda 4-5 gün evdeydik- evi yaşamayı özlemişiz. Ev düzenini, yerleşik hayatı özlemişiz. Herkes eve kapandı, işler evden devam etmeye başladı. Ayrı bir yaşam, ayrı bir etkileme. Ama bizi hem travmatik olarak çok etkiledi hem Burak'ın yoğun bakım süreci, hem ben de korona oldum. Bunların üzerine 6-7 yıllık hayat alışkanlıklarımızın birdenbire değişmesi ve ev yaşamına dönmek bizim hayatımızı epeyce farklılaştırdı.
"BİR YERDEN SONRA SOSYAL MEDYAYI TAKİP ETMEDİM"
Ülkemizde koronavirüse yakalanan ilk hastalardan biri oldunuz ve hastalığı meşakkatli bir sürecin sonunda atlattınız. Neler kattı size o süreç?
Burak Akkul: Virüsün tehlikesi henüz geçmiş değil ve kolay kolay da geçecek gibi gözükmüyor. Geriye dönüp tarihlere bakma fırsatım daha çok oldu. O zaman uyutulduğum için o süreçleri çok net hatırlamıyorum. Süreçten çıktıktan sonra durumun ciddiyetini anladım. Haziran Temmuz ayı boyunca eski haberlere ve tarihlere baktım. Benim bu virüsü aldığım havaalanı ve uçak sürecinden geri döndüm. Sağlık Bakanımızın açıklamalarına baktım. Ülkemizde hastalığa yakalanan ilk 50 hastanın içindeyim. 16-17 Martta 49 vaka açıklanmış, o vakaların içinde ben de varım. O yüzden ciddiydi. Bir artısı bir eksisi vardı bunun. İlklerden olmanın artısı benim için, konuyla ilgili çok fazla bilgim olmadan yoğun bakım ve uyutulma sürecine girdim. O yüzden beynim çok korkmadan girdi. Ben çok duygusal bir adamım. Mesleğimden dolayı. Sürekli düşünen, düşünerek üreten, üreterek kazanan bir adamım. Eğer benim beynimde çok fazla korku enformasyonu olsaydı ben o süreci bu kadar kolay atlatamayabilirdim. Kalıcı bir hasar kalabilirdi. Çok korktuğumdan kalbim etkilenebilirdi. Tansiyonum etkilenebilirdi. Uyuduğum süreçte vücudum güçlüydü. Çünkü az biliyordum. Bazı konularda ne kadar az bilirsen o kadar iyidir. Covid-19'un ilk dönemlerinde bilgim çok fazla olmadığı için uyutulduğum dönemde beynim biraz daha rahattı galiba.
Tam tersi bunun eksisi, çevremdeki insanların tehlike başladığında ben uyuduğum için çok fazla korkmaları oldu.
Seda Akkul: Bir yerden sonra ne sosyal medyayı ne haberleri takip ettim. Çünkü Sağlık Bakanımız rakamlar açıklıyor, bir kesim onu rakam olarak görüyor. Ama bunu birebir yaşayan kişiler, hasta yakınları, bizler, onları hayatını kaybetmiş birer insan olarak görüyoruz. Eşimin o kritik noktada olduğunu biliyorum. Dolayısıyla yarın açıklanacak sayı içerisinde olacak mı olmayacak mı, endişesiyle yaşadım.
O dönemde sosyal medyada çıkan kötü haberler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Burak Akkul: Yanlış bilgiden dolayı gerçekleşti bu olaylar. İnsanlar duyduklarını kendilerine göre yorumlayıp önce haber vermek istiyor. Türk insanında felaket haberciliği önemlidir. Deprem olmuştur herkes "Evet hissettim, hissettim" yazar. Bunu biraz da sanki duyurup acısını, korkusunu hafifletmek için yapar. Benimle ilgili de o yorumları aniden yapmak Seda'yı çok etkilemiştir tabiki.
Seda Akkul: (Burak Akkul'a) Senin kadar naif düşünemiyorum. Çok hümanist bir yaklaşım oldu. Ben o kadar hümanist yaklaşamıyorum. Kötü niyetle yapıldığını düşünüyorum. Tabiki birebir Seda Akkul'u üzelim niyeti taşımıyor olabilir. Ancak bir insanın hayatıyla ilgili, "hayatını kaybetti" tweeti atmak tam anlamıyla kötülüktür. Gerçek olmadı bu çok şükür ama gerçek olsaydı daha büyük bir kötülüktü. Çünkü bunun hasta yakınına bir söylenme biçimi vardır. Ben evdeydim, yalnızdım korona pozitif olduğum için. Hiçbir aile yakınım yanıma gelemiyordu, kabul etmiyordum. Tek başıma eşimi bekliyordum. Hali hazırda hayatta olan birinin, canından endişe eden sevdikleri onu beklerken hayatıyla ilgili o kişiyi kaybettik tweeti atmak birebir kötülüktür. Ve o kötülük benim ayakta geçirebileceğim koronavirüsü, yatarak hastanede geçirmeme sebep oldu. Dolayısıyla ben o geceyi aile yakınlarım, Burak'ın doktorları "Haber yalan, Burak iyi" dedikleri halde evimin penceresinin önünde "Ben yalnızım diye bana bu haberi vermiyorlar, gerçeklik payı olabilir. Şimdi arabayla mı gelip bana bu haberi verecekler?" diyerek bekledim. Bu kötülüktür. Ben bunun bir insanın vicdani düşüncelerini bir kenara bırakarak sadece prim kasmak, ne tür bir zevk alıyorsa –artık o psikologların işi, ben bilemem- bu dürtüsünü tatmin etmek için yaptığını düşünüyorum.
"YALNIZ KALACAĞIM, SEVDİĞİMİ KAYBEDECEĞİM, ONSUZ NE YAPARIM!"
Sürecin size kattıklarına gelirsek?
Burak Akkul: Çok Gezenti'nin ilk kitabını yazarken şöyle bir şey not düşmüştüm: "Anılarınızı iyi biriktirin aklınızda. İleride ayaklarınızın seyahate gidemediği zamanlarda anılarınızla seyahat edeceksiniz" İkinci kitabın notlarını alırken bu sözü yine kullandım. Şimdi kendim o duruma düştüm. Anılarımla dünyaya bakmayı, o dönemi atlatmayı bildim. Acılar, tehlikeler size bazı önlemler almayı, hayata bu konuda adapte olmaya zorluyor. Güçlendim. Dostlarımızın, iş çevremizin bize hoşgörüsü yardımları da oldu. İşi tamamen etkilenip dip pozisyonda kalan biri olsaydım bu kadar kolay atlatabilir miydim bilemiyorum. Bütün bunları çevrem, arkadaşlarım iyi atlatmama, çok fazla etki altında kalmadan mutsuz olmadan atlamama yardımcı oldu. Güçlendim diyebilirim.
Seda Akkul: Bu yaşa kadar oluşturduğum karakterin alt metninde olan bazı konu başlıkları çok daha netleşti. Sevdiklerimle, değer verdiklerimle, arkadaş çevremle, ailemle kurduğum bağın aslında ne kadar önemli ne kadar güçlü bir bağ olursa o kadar destekçi bir bağ olduğunu fark ettim. Bu biraz daha gün yüzüne çıktı. Çünkü Burak'ı beklerken, benim karşı komşum her gün kapıma yemek astı. O yemeği oraya asmasaydı ben gerçekten beslenemezdim. Abim her gün telefondaydı. Aramasaydı o vakti geçiremezdim. Yengem, kardeşim, birçok arkadaşım destek oldu. Bir de tezat gibi görünecek ama bireyselleştim. Ayakta durmanın ne kadar bireysel bir durum olduğunu fark ettim. Karakterinizi ne kadar güçlü tutup sabır sınavını verebilmek için pozitif davranabilmek ve bekleyip kendinize zarar vermemenin aslında bireysellik ve bencillik içerdiğini fark ettim. Çünkü o sırada Burak uyurken elbette ki eş seçtiğim, tüm hayatımı üzerine kurduğum kişinin yaşamla ölüm arasında gidip geldiği o sürede ilk başta "ona bir şey olmasın" korkusunun aslında ne kadar bencilce olduğunu fark ettim. İnsan orada kendine üzülüyor, "yalnız kalacağım, sevdiğimi kaybedeceğim, onsuz ne yaparım" diyor. Burada gizli özne benim. Bunu bir hafta yaşadıktan sonra aslında yas tuttuğumu anladım, hem de nefes alan biri için. Yas tutmamam gerektiğini fark ettim. Ondan sonrasında olayın bencil kısmını bırakıp "Burak yaşamalı, Burak çok iyi bir insan, benim tanıdığım benim eşim benim gözümde muhteşem bir insan, ona bir şey olmamalı" dediğimde biraz daha sabırla bekleme kısmına geçebildim.
Burak Akkul: Güçleniyorsun. Çok büyük bir felaketten ayakta kalarak çıkıyorsun. Kendini, düşüncelerini de geliştiriyorsun. Karakter olarak güçleniyorsun, etrafını iyi süzüyorsun.
Seda Akkul: Bunları yaşamadan önce sevginin, aşkın içerisindeki o bencillik seviyesini ben çok fark edemezdim. İnsan önce kendi için seviyor. İnsanın herhâlde en büyük korkusu sevdiklerini kaybetmektir. Ben o korkuyla yüzleştim. Fark ettim ki büyük yüzdesi bencillik, ben merkezli sevmek. Hep kalsın Burak, sadece benim için değil, onun hayatı önemli.
"ÖLSEYMİŞİM GÖREMEYECEKTİM"
Yeni projeler var mı? Çok Gezenti'ye devam etmek istiyor musunuz? Çekinceleriniz var mı?
Burak Akkul: Devam etmek istiyoruz ama buna henüz dünya müsaade etmiyor. Bir yer seçmeye kalksak, İtalya'ya gitsek, uçuşların ne kadar az olduğu, hangi ülkeleri kabul ettiği önemli. İngiltere'ye gitsek bize 14 gün karantina uygular mı, Belçika kapılarını açar mı düşünceleri var tabii. Zaten zor bir şey seyahat programı yapmak. Bütün hayatınızın içinde, onunla yatıp kalkıyorsunuz. Kendinizi yüzde yüz ona göre entegre ediyorsunuz. Bir de bunun üstüne her ülkenin kendine göre kuralları var. Bizde travma var uçağa binme konusunda. Shuttle'a bile bindiğimizde "kaç kişi var, bir şey olacak mı" diye düşünüyoruz. Düşünmek yerine yapmamak daha iyi. O yüzden işin biraz yazı kısmına döndüm. Bir gazetede yazıyorum. Her hafta bir tam sayfa seyahat köşesi hazırlıyorum o anılarla. Bu beni çok motive etti açıkçası. İkinci kitabın da notlarını alıyordum hastalıktan önce ama hastalıktan sonra "iyi ki buraları görmüşüm, ölseymişim göremeyecektim" kafasıyla notlarımı almaya devam ettim. Kitap ve gazete beni bu yaz hem maddi hem manevi olarak götürüyor. Eylül, Ekimden önce bir Çok Gezenti programı çekimi görmüyorum. Yurt içinde gezsem de yine tehlike var.
Seda Akkul: Tabiki işimize dönmek isteyeceğiz bir zaman sonra. Hem çok emek verdiğimiz hem çok sevdiğimiz bir iş yapıyoruz yıllardır. Karşılığında da çok güzel dönüşler alıyoruz. Ancak bu işin bütçeleri çok değişti koronavirüsle beraber. Bilet fiyatları, otel fiyatları, döviz kurları. Kendine güvenip ben bu işi sırtlayabilirim sponsorlar olduğu sürece biz de yaparız. Ama önce o sponsorun olması lazım.
"MİZAH SONRADAN DEĞİŞTİ"
Gazetecilik bölümü mezunusunuz. Birçok farklı Talk Showda yazarlık yaptınız. Özellikle Plastip Show dönemini ele almak istiyorum. Mesleki hayatınız nasıl başladı ve devam etti?
Burak Akkul: 90'ların Show dünyası… Özel televizyonlar açıldığında işin içine neşe, eğlence katmak için biz o zaman özel çocuklar olarak görüldük. Biraz şansımız yardım etti, biraz da bu işe çok yönelen yoktu. Magix Box yurtdışından yayın yapıyordu, Show TV açıldı TRT'den sonra. Sıra arkadaşım Erdil Yaşaroğlu'ydu. Ben espri buluyordum o çiziyordu. Yarışmalara katılıyorduk, Milliyet yarışmalarında ödüller alıyorduk. Harçlığımızı çıkarıyorduk. Sonra mizah dergileri amatör karikatürle yazı kabul etmeye başladı. Limon Duvarı, Hıbır Duvarı… Biz oralara amatör yazılar, karikatürler yolladık. Erdil'in köşesinin adı "Komikaze" benden çıkmıştır. Liseden mezun olduktan sonra Varol Yaşaroğlu –şimdi Kral Şakir ve Koca Kafalar gibi işlerin illüstratörü- Erdil ve ben ekip oluşturduk. Piyasaya bir şeyler üretmeye başladık. O zaman bir Gani Müjde'nin yazar ekibi vardı bir de biz vardık. 2-3 kanala 2-3 yazı ekibi yetiyordu zaten. Diziler üretiyorduk. Çılgın Bediş'e metin veriyorduk. Beyazıt Öztürk Eskişehir'den radyoculuktan buraya geldiğinde ve kanalda Talk Show'u başladığında metin desteği veriyorduk. Cem Özer'e bir yandan gizli gizli espri yolluyorduk. Plastip Show ise bizim okulumuzdu. Günlük hayatı süzmeye, yanlış gördüğümüz şeyleri uygun cümlelerle seyirciye iletip bir kamuoyu yaratmaya yanlışa dikkat çekmeye çalışıyorduk. Genç beyinlerdik. Biz apolitiktik. Kaldırım taşının döşenmesine gerek yoksa bunu eleştiriyorduk. O sırada hükümette kim varmış umurumuzda değildi. Ünlü insanların kuklalarının ağızlarına cümleler yazıp uygun bir şekilde veriyorduk. Hakkımızda hiçbir dava açılmadı. Hiçbir saldırı olmadı bize. Demek ki edepli, düzgün mizah yapıyorduk. Mizah sonradan değişti ve bir kanadın silahı olarak görülmeye başlandı. Bu mizahı yapanlar tarafından da oluşturulmuş olabilir algılayanlar tarafından da. Uçlar biraz sivrildi. Bir tarafta olmayan öteki tarafta görülmeye başlandı. Yanlışa bakarken illa bir taraf olmanıza gerek yok. Şu an o mizahı, showu yapamayız. Oto sansür geldi üzerimize, kendimiz de "Dur, bunu söylersem yanlış anlaşılırım" dürtüsüyle bunları yapmıyoruz. Sosyal medyaya bile yazı yazarken iki düşünüp bir yazıyoruz.
Çok Gezenti serüveni nasıl başladı?
2000'lerin sonunda özel kanallar fazlalaştı. Bir yazım ekibi, bir ofis 5 kişiyi doyuramamaya başladı. İnsanlar kendi alanlarında da profesyonelleşmeye başladı. Varol çizgi romandan yürüdü, Erdil dergi ortaklığına başladı. Reklam yazarlığına geçenler oldu. Ben televizyon editörlüğünde kaldım. Talk Showlara ve haber Showlarına devam ettim. Metin Uca ile çok iyi anlaştık, onun Maydanoz programını yaptıktan sonra Mesut Yar CNN'e geldi. O ekip beni "Mesut'la da çalışır mısın" diye çağırdı. Genelde televizyonda işler böyle oluyor, çalıştığınız ekip sizden memnun kalmışsa bir sonraki ekibe sizi öneriyor. Aynı yapı bünyesinde alt katta Teve2 kanalı açıldı. Oraya önerildim. İki işi birlikte yürütebilirim dedim. Sonra Mesut Bey'in programı bitince teve2'de editörlüğe devam ettim. O esnada seyahatlere çıkıyordum hobi olarak. Yine aynı dönemde Seda ile tanışıp evlendik. 2010-2011 senesinden bahsediyorum. Seyahatlerle kanala gitmeyi aynı anda sürdürüyordum. Müdürüm ve arkadaşlarım "Haftanın bir günü toplantıya geliyorsun ama diğer günler yoksun" demeye başladı. Ben de "Ben dışarıdan çalışıyorum, ister Çin'den ister başka bir yerden yollarım yazılarımı" diyordum. "Hatta haftaya Çin'e gidiyoruz, ucuz bir bilet buldum. Bana bir mikrofon verin" dedim. Kanalın da yükseliş dönemleriydi. "Çin'e çekim için eleman mı göndereceksiniz bir daha, hayır. Verin bir mikrofon çekim yapayım" dedim. "Olur" dediler. Biz bir havaya girdik orada. Orada Şangay'ı Pekin'i anlattım. Sıradan bir şey değil de farklı bir şey yaparsanız göze batıyorsunuz. Ben orada biraz cingözlük yaptım, ilk bölümü Çin Seddi'nin üzerinde açtım. Kanalımızın adını Çin Seddi'nin üzerinde yazı için ayrılan bir bölüme yazdım. "Sedleri aşar" diye. O kliplerle siz müdürünüzün karşısına çıkıp demoyu verince güçlü oluyorsunuz. Seyirci de o gözle bakıyor tabii. Gel zaman git zaman ayda bir olan bölüm, "Burak 15 günde bir periyodik olarak bir bölüm çıkabilir miyiz? Bütçe ayarlayalım"a dönüştü. Bir arkadaşımızın doğum günü için Yunanistan'a gidiyorduk. Onu avantaja çevirdim, orada Atina'yı çektik. İş böyle gelişti. Sonra yönetimler değişti, yerli bölüm de yapın dediler. Şu an programlarımızın tekrarlarının yayınlandığı kanalın kuruluşundan beri çalışanıyım. Program yapan olarak en eski kalan da benim. 6 yıl tamamlandı. 100 küsur bölüm yayınlandı. Ama pandemiden dolayı yeni bölümleri çekemiyoruz tabii.
Kaç ülke ve şehir gezdiniz?
Burak Akkul: 60 ülkeyi gezmişizdir.
Seda Akkul: 70 vardır.
Bugüne dek gördüğünüz yerler arasında hayatınızı orada devam ettirmek istediğiniz bir yer oldu mu?
Burak Akkul: Yarı zamanlı olarak Londra'da yaşıyorduk zaten.
Seda Akkul: Benim ailemin bir kısmı uzun zamandır Londra'da yaşıyor.
Burak Akkul: Biz işi bir ara şuna çevirmiştik. Oradan uçuş ucuz oluyordu. Londra'da birkaç ay kalıyoruz, Lizbon'a uçacaksan oradan 20 pound'a uçuyoruz Avrupa havayollarıyla. Bir sene böyle sürdü. Ama şartlar değişti. Yurda dönmek gerekiyor. Medyada çok da uzaktan yürütülmüyor işler, illa birilerinin müdahale alanında olmak zorundasınız. Harcama da pahalı.
Seda Akkul: Yurtdışında yaşamak gibi bir tercihimiz olur mu? Sanmıyorum. Pandemi sürecinden sonra hayatımda değişen fikirlerden biri odur. Karşı komşum her gün yemek astı kapıma dedim ya. Bir ara her gün kapımı açtığımda bir şey oluyordu. Biri portakal getirmiş, kimin bıraktığını bile bilmiyorum. Mahallemizin fırıncısı kapıya kurabiye bırakmış. Londra'da ya da yurtdışında yaşarken böyle bir şey göremezsiniz. Dolayısıyla başından beri ülkemizde yaşamayı tercih ederdik. Yurtdışında yaşama hayali de hiçbir zaman kurmadık. Devam eden işlerimiz olduğu için ve ailem orada olduğu için gidiyorduk zaten.
Burak Akkul: Daha kolaylığını ve katkı sağlayacağını görseydik kalabilirdik. Ama gün geçtikçe döviz kurlarından dolayı biz Türkiye merkezli çalışıp paramızı Türk lirası olarak alıp yurtdışında oranın kurunu harcayan insanlarız. Çok zor oluyor yani.
Seda Akkul: Bunların çok dışında olarak da hiçbir zaman orada bir iş arayışına girmedik. Bizim hayalimiz İstanbul'dan bir yere gideceksek Çeşme'de ya da Fethiye'de yaşamaktı. Daha kısa süreli yaşam hayalimiz oldu. Burada 2 ay yaşarım gibi. Bir yerde 2-3 ay yaşayıp oranın kültürünü, yaşam tarzını hissetmek, içlerinde olmak birkaç ömrü yaşamak gibi geliyor. Çok sevdiğimiz 10-15 ülkede ikişer ay yaşamak isterim. Tamamı olarak yurtdışında yaşamak istemeyiz. Bu altyapıyla bir yerin kültürünü anlatabilmeyi çok istiyoruz. İtalya'da 2 ay yaşayıp İtalyanlar gerçekte nasıl yaşıyor temasını anlatabilmeyi çok isteriz. Burak sadece kocam değil aynı zamanda hocam da. Burak işin televizyonculuk ve anlatıcılık kısmında bence mükemmel bir adam. Bunu eşim olduğu için değil patronum ve iş arkadaşım olduğu için söylüyorum.
Eşinizle hem hayat hem iş arkadaşısınız. Birlikte çalışmanın dezavantajları var mı?
Burak Akkul: Ofise gittiğinizde arada bir ayrılık oluyor. Birkaç saat sonra buluştuğunuzda kendi aklınızda da bir yenilenme oluyor. Daha çok sohbet ediyorsunuz, daha farklı şeylerden bahsediyorsunuz. Ama sürekli bir arada olup aynı mesleği yaptığınızda hayat biraz daha sünebiliyor yavaşlayabiliyor. Ama bizim ilişkimize çok büyük bir etkisi yok açıkçası. Evde kendi alanlarımıza çekilip kendimize vakit de yaratabiliyoruz. Uyku saatlerimiz farklı. Ben 6-7'de uyanıyorum. Seda 9-10 gibi uyanıyor. Ben daha erken yatıyorum. Seda gece oturup biriktirdiği dizilerini izliyor. Adapte ettik hayatımıza.
Seda Akkul: Biz çok fazla bir arada olduğumuz için çalışırken de kendimize alan oluşturmayı öğrendik. Birbirimizin alanına da saygı duymayı öğrendik. O sırada Burak çalışmak istiyorsa ben onu rahatsız etmeden günlük yaşamıma devam ediyorum. Ya da ben kitap okuyorsam dizi izliyorsam o benim alanıma müdahale etmiyor. O alanlar birbirine karıştığında gerçekten nefes alacak yer kalmaz. Beraber çalışırken de çalışmak zaten o profesyonel bir iş. Sosyal hayatla iş bambaşka şeyler.
Burak Akkul: Kitap yazarken kafamı tamamen bulunduğum alandan izole etmek durumundayım. Garsonu, kargo elemanını, şuradaki plastik çiçeği görmek bana şimdiyi bugünü hatırlatıyorsa kafam Lizbon'a gidemiyor. Lizbon'u gezer gibi anlatamıyorum. Arkadaşımızın yazlık bahçesine kapandık. Ayrı bir şekilde yazımı yazdım.
Seda Akkul: Beraber çalışmanın benim için büyük bir avantajı var. Mesleğinin 27. senesinde sektörün her alanında çalışmış, mesleğin erbaplarından denilebilecek birinden 7 senedir bu mesleğin ayrıntılarını, inceliklerini öğreniyorum. O yüzden çok şanslıyım. Çekim yaparken sadece eşimle geziyor gibi değil bana bunu öğreten hocamla, iş arkadaşımla geziyor gibi oluyorum. Burak'a duyduğum bir meslek saygısı var.
"ÖLÜMDEN DÖNECEKMİŞSEM DE BU ZAMANDA DÖNMELİYMİŞİM"
Yeni yerleri gezmek keşfetmek bir tutku olsa gerek. Ama çok yorulup bırakmak istediğiniz oldu mu?
Burak Akkul: Yorulmuştuk. Tam zamanında olan bir Pandemi süreci oldu. Bu tür şeye de tam zamanında oldu denmez ama. Ölümden döndüm. Ölümden dönecekmişsem de bu zamanda dönmeliymişim. Bir zorlama olmasaydı ben ara vermezdim. Vermeyecektim. Kırklareli Belediyesi sponsorluğunda son sezonumuzu çektik. Sürekli bir yer ayarlamak bir yere gitmek yoruyor. Maddi manevi de onunla ayakta duruyorsun. Vazgeçemiyorsun da. Roma'da Hindistan'da ağladığımı hatırlıyorum. O güne 6 yer ayarlamışım gezilecek. Oraları tamamen bitirmeliyim. 2. Gün şehrin diğer tarafına gideceğim çünkü. Biri sarktığında öbür güne atıyor kendini. Sorumluluğu çok yüksek. Editörlükten gelmeyim. Tüm programa tepeden bakıyorum. Sadece sunucu veya yönetmen olsam işin bazı kısımlarını boşlayabilirim. Çok ağladığımı bilirim.
Seda Akkul: Biz sezon finali 2 kez yaptık. Çok çalıştık. Ara vermedik neredeyse. 4 ayda toplamda 11 gün evi kullandığımızı biliyorum. Sağlıksız beslendik, kilo aldık. Şimdi dinlenince anladım yorgunluğu. Evi özlemişim. Yemek yapmayı, evi temizlemeyi, ütü yapmayı. Bunlar özlenebilen şeyler. Ama bundan bıkmam da yakındır. Valiz toplamayı tercih edeceğim, çünkü bir tutku bu.
Burak Akkul: Biz hayatın getirdiği şeylere adapte oluyoruz ve ona göre hayatımızı düzenliyoruz. Hayat bize dinlenme getirdi, ona ihtiyacımız olduğunu gördük ve dinlendik. Hayat bize iş heyecanı getirirse bu defa onun üzerine gideceğiz. Çok güveniyoruz biz hayata. Hayata verdiklerimizin geri döndüğüne çok güveniyoruz.
İstanbul'da en sevdiğiniz semt ve favori mekânınız hangisi?
Burak Akkul: Ortaköy. Çok farklı bir havası var buranın. 1989'dan beri burada yaşıyorum. İş yerlerim, toplantılarım hep burada oldu. Burayı çok seviyoruz.
Seda Akkul: Ortaköy. Ben daha önce Maçka'da yaşıyordum. Orayı da çok sevdim. Ama buraya ait hissediyoruz.
Hiç arkadaşlık sitesine veya bir aplikasyonuna üye oldunuz mu?
Burak Akkul: Hayır.
Seda Akkul: Hayır.
Sosyal medyada fake hesabınız var mı?
Burak Akkul: Hayır.
Seda Akkul: Hayır.
"Her gün olsa yerim" dediğiniz yemek?
Burak Akkul: Tatlılı ekşili tavuk olarak tabir ettiğimiz bir Çin yemeği. Pilav üstüne koyarsınız yersiniz.
Seda Akkul: Soba makarnadan yapılmış Kore yemeği çorbası.
"Asla yemem" dediğiniz yemek?
Burak Akkul: Kişniş. Asla yemem.
Seda Akkul: Kişnişin içinde olduğu hiçbir şey yemem. Tarçın çok yemem. Benim çok var yemediğim. Burak ile tanışmadan önce 10-15 çeşit ürünle besleniyordum. Sonra çoğaldı.
Depresyona girince ne yaparsınız?
Burak Akkul: Yiyorum.
Seda Akkul: Aşırı sessizleşip içime kapanırım. Saldırgan olmam. Alakasız konulara takabiliyorum. Evdeki bir eşyaya takıp ondan nefret edebilecek hale gelebiliyorum. O an dışarı çıktıysam hemen yeni bir kıyafet alıp üstümü değişirim, o çok iyi gelir.
Ömrünüzün sonuna kadar bıkmadan dinleyeceğiniz şarkı hangisi?
Burak Akkul: Stevie Wonder - I Just Called to Say I Love You. Çocukluğuma döverim. Büyük sorumluluklar yok.
Seda Akkul: Sting - Desert Rose. Hiçbir zaman bıkmam. Selda Bağcan, Erkan Oğur çok dinlerim. "Pencereden Kar Geliyor" Elazığ türküsüdür. Elazığlıyım. Her zaman dinlerim.
Size söylenen hangi hitap şekli en çok hoşunuza gidiyor? Kim tarafından?
Burak Akkul: Burak ağabey. Sen diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmam.
Seda Akkul: Abla. Kardeşimin abla demesi. Sedoş denmesinden hiç hoşlanmam.
Hayat mottonuz nedir?
Burak Akkul: Ölüme yaklaştıktan sonra değişti. Önceden kafaya takma, bazı şeyleri sıkıntı yapma oluyordu. Şimdi takmama üzerine, takmayacağım bir hayatı nasıl elde ederim diye düşünüyorum.
Seda Akkul: Kimsenin özgürlük sınırlarını etkilemeden özgürlüğümün etkilenmemesi.
Bugüne dek gezdiğiniz yerler arasında sizi en çok etkileyen ülke ve şehir hangisi?
Burak Akkul: Hong Kong'da aşırı etkilenmiştim.
Seda Akkul: Hindistan-Varanasi.
Ergenlikte ailenizle zıtlaşıp yaptığınız en büyük saçmalık neydi?
Burak Akkul: Hiç ailemin yanında yaşamadım. İlkokul 5'ten sonra Kadıköy Anadolu Lisesi'ne gittim. Sürekli yatılıydım. Üniversiteyi de burada okudum. İş hayatım da burada başladı ve devam etti. Ailemle bir arada oturup zıtlaşacak bir zamanım olmadı. Okuldan geldiğimde de hep bir özlem oluyordu. Her istediğimi yapıyorlardı.
Seda Akkul: 13-14 yaşından sonra ben de ailemle yaşamadım pek. Parça parça bir araya geldik. Bir ay kadar bulunduğumuz şehrin yerel televizyonunda meslekler ve sorunları diye bir program yaptım. Ailemin haberi yoktu. 1 ay sonra haberleri olunca devam edemedim programa. 18 yaşındaydım.
Sizi en çok sinirlendiren şey nedir?
Burak Akkul: Bir işi revize etmek. Tekrar geri dönmesi. Bunun bir ucu eleştiri kaldıramıyor'a gidiyor ama yaptığım iş konusunda ben 30 yıldır yapıyorsam bir işi ancak 31 yıl deneyimi olan birinin eleştirisini kaldırabilirim. Sanki olmamış, şunu revize edelim gibi sözlere dayanamıyorum.
Seda Akkul: Kişisel alanıma müdahale ve saygısızlık. En çok sinirlendiğim şeylerden biri çocuk sorulması. Birebir özel alanıma müdahale çünkü.
Hayatınızdaki en büyük çılgınlığınız?
Burak Akkul: Üç kişi 1999'da Amerika'ya gidecektik. Bir kişi maddi yetersizlikten iptal etti, diğer arkadaşım yeni bir iş teklifi aldı hayır diyemedi. Ben vazgeçmedim. Sırt çantasıyla Amerika'ya gittim, 16 eyalet dolaştım. Çılgınlıkmış. İnternet yok, telefon yok. Seyahatten çok korkuya dönüştü bir ara. Şimdi olsa aynı çılgınlığı yapamam.
Seda Akkul: Üniversiteden mezun olduğum gün, önce eve dönüp eşyamı toplayıp ertesi gün sabah İstanbul'a sırt çantamla gelip 1 sene önce imzasını aldığım adımı bile unutmuş olan firmaya "Ben staj yapmaya geldim" dedim. Stajyer almamalarına rağmen zorla kendimi kabul ettirmiştim.