Doğa Rutkay, Bi' Başka'da, konservatuvar sınavına girdiği dönemde duayen oyuncu Müşfik Kenter ile yaşadığı komik anıyı da anlattı. Sahnede Çehov'un Martı oyununun Nina tiradını oynadığını belirten Rutkay, "Tiradı oynadıktan sonra Müşfik Hoca ayağa kalktı, yavaş yavaş sahneye doğru gelmeye başladı ve elini bana doğru uzatıyordu. 'İnanamıyorum, koskoca Müşfik Kenter sahneye kadar beni tebrik etmeye geliyor' dedim. 17 yaşındayım. "Ay hocam estağfurullah" deyip elimi uzattım ben de. Şöyle baktı 'Şapşal, giriş kâğıdını ver' dedi. Ben kâğıdı vermeden çıkıp oynamışım. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü" dedi.
Pandemide neler yaptınız? Kimileri "Bu süreç bana çok şey kattı" diyor, kimileri "Psikolojim çok bozuldu" diyor. Siz hangi gruptasınız?
Pandeminin ilk zamanları ben de herkes gibi denizden çıkmış balığa döndüm. "Bu gerçek mi?" dedim. Filmlerde şahit olduğumuz o süregelen kaoslar bizde de mi olacak? Adım adım haberleri seyrederek, Twitter'dan takip ederek o sürece girdik. Tabii biz oyuncular, televizyon ve eğlence sektöründeki kişiler olarak belki bir nebze daha şanslıydık. Çünkü aktif hayatın içinde çalışmaya devam ettik. Benim çok canlı yayınlarım oldu. Çalışma köşemde hep bir şeyler ürettim, insanlarla buluştum. Dolayısıyla benim için çok acı çekerek geçmedi bu süreç. Çok vaktim oldu. Bol bol kitap okudum, çocuklarımla ilgilendim. Onları doya doya yaşama şansım oldu. Evde bilfiil annelik yapabilme, ev kadını olabilme şansım oldu. Bir şeyleri değerlendirirken kötü tarafları olduğu kadar iyi taraflarına da tutunmaya çalışan bir insanım. Daha pozitif, daha iyiliğe, iyi duygulara tutunan bir insanım. Onun da Pandemide faydasını gördüm. Kendime, çocuklarıma ve aileme daha hâkim olabildiğim ve daha her şeyi kontrol edebildiğim, her anı yaşayabildiğim bir dönemdi aslında benim için.
"GÜLDÜR GÜLDÜR, BENİM İÇİN YAPILMIŞ BİR PROJE GİBİ"
Uzun yıllardır devam eden tempolu bir projede, Güldür Güldür'de yer alıyorsunuz. Aynı işin içinde uzun bir süre yer almanın avantajları/dezavantajları nedir?
Kimi oyuncular yorulabiliyor, tükenmişlik sendromuna girebiliyor. Haklı olarak aynı karakterde devam etmekten sıkılabiliyorlar. Oyuncu sürekli yeni bir şeyler, kendinden bir şeyler çıkarmak ister. Ama Güldür Güldür söz konusu olunca böyle bir itirazınız olamaz. 8 senelik projede her hafta yeni bir tip yeni bir hikâye okuyoruz, yeni bir rol oynuyoruz. Güldür Güldür sanki benim için yapılmış bir proje gibi. Dolayısıyla izleyicimiz "Artık gidin şu ekrandan" demeden sanırım Güldür Güldür bitmeyecek gibi duruyor :) 9. sezonuna girdik. 2013'de başlamıştık. O günden bugüne neler olmuş arada. Hayatımda neler değişmiş. Nişanlanmışım, evlenmişim, çocuk sahibi olmuşum. Ve hep hayatımda Güldür Güldür varmış. Ben bir tiyatro sanatçısıyım, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü mezunuyum. En iyi bildiğim şey tiyatro ve sunuculuk. Eğer siz bir işe sadece bir gelir kapısı (ki haklı bir sebep yine), başka iş yok mantığıyla baktığınız zaman o iş farklı şekillenir. Ama sen o işe ait olduğunu o işin de sana ait olduğunu hissedersen o iş farklı şekillenir. Ben bütün işlerimi çok severek yapıyorum. Koşa koşa gidiyorum.
Aynı zamanda Çocuktan Al Haberi adlı programı da sunuyorsunuz. Çocuklarla aynı proje içinde yer almanın size kattığı en önemli şey nedir?
Çocukların aşırı akıllı oldukları :) 3 ila 6 yaş arasında programdaki çocuklarım. Öyle cümleler kuruyorlar, öyle bir hayal dünyaları var, öylesine akıllı, bilgili, meraklı ve heyecanlılar ki zaman zaman annemi arayıp "Anne ben 4 yaşında bunu diyor muydum?" "Anne ben 5 yaşında bunları hayal edebiliyor muydum?" diye soruyorum. Çünkü bu çocuklar başka çocuklar. Bazen bana diyorlar ki "Doğa abla ya neden böyle saçma sorular soruyorsun?" Gülmeye başlıyorum :) Çünkü programın da formatı gereği saçma bir şeyler de sormam lazım ki komik bir şeyler söylesinler. Ama komiklikten ziyade hep bir mesaj hep bir bilgi verme peşindeler :) Çocukları keşfetmek, onların dünyasına girmek, onların sevgilerini görmek harika. "Doğa abla nasılsın? Seni çok özledik" demeleri bile yeni hücreler katıyor bana. Çocukları çok seviyorum. Bu işte bir de şunu öğrendim, kendi yaşıtlarımla ve benden büyüklerle iyi anlaşan biriyimdir. Çocuklarla da çok iyi anlaşabildiğimi bu proje sayesinde bir kere daha görmüş oldum.
"ALİ (SUNAL) İLE YOUTUBE'A GİRMEK HAYALİMİZ DEĞİLDİ"
Şimdi çiçeği burnunda YouTube kanalınıza geçmek istiyorum. Ali Sunal ile "Ali Baba Doğa Ana" isminde bir YouTube kanalınız var. YouTube'a girme fikri sizden mi çıktı? Nasıl gelişti süreç?
Hiç benden çıkmadı :) Bana hep "YouTube kanalı açsana" diyorlardı. Ben de düşündüm ne yapsam diye. Ev hayatımı anlatırım, formüllerimi, püf noktalarımı anlatırım diye düşündüm. "Ama herkes bunu yapıyor zaten ya, millet de bunu merak etmez" dedim hemen ardından. Zaten Instagram'ı çok yoğun kullanan bir insanım, her şeyimi orada paylaşan bir insanım. Bir de YouTube'a çıkıp bıdı bıdı anlatmayayım diye düşündüm. Ali Sunal ile menajerimiz Ayşegül Bafralı bir teklifte bulundu. "Ali de sen de ayrı bir şey yapmak istemiyor. Gelin beraber açın kanalı" dedi. Aslında bebekler ve çocuklarla ilgili eğitici bilgiler verecektik. Fakat editörümüz Doğan Akdoğan dedi ki "Hadi bir yarışma yapalım" O kadar çok izlendi ki o bölüm. Şimdi sürekli yarışıp duruyoruz :) YouTube Ali ile ikimizin de hayali değildi, menajerimizin bizi ortak bir araya getirmesiydi diyebilirim.
"HAYATI ISKALAMAM"
Çok çalışkan biri olduğunuzu biliyorum ama yine de sormadan edemeyeceğim. Birçok farklı projede yer almak, tempolu bir iş hayatına sahip olmak bir yerde yoruyor mu? Sosyal hayatınıza zaman ve enerji nasıl kalıyor?
Pandemiden dolayı kimse sosyalleşemiyor zaten son dönemde. Sosyal hayat şu anda benim için iş yerindeki arkadaşlarımla sosyalleştiğim anlardan oluşuyor. Güldür Güldür'de 3 gün tiyatrodayız. Kulisin içinde baş başayız. Herkes başına gelenleri, ne yaşadığını orada anlatıyor. Ama tam olarak sosyalleşmek değil tabii. Bir arkadaşınla yemeğe çıkamıyorsun, sinemaya gidemiyorsun. Evet, ben çok çalışırım, çalışkanımdır. Hep öyleydim. Ama çok tembel de bir insanım ben. Kendi hayatımı da hiç ıskalamayan bir insanım. "Bu kız da koşturuyor, hiç hayatını yaşamıyor" gibi düşünülmesin. Asla. Ben evde çiçeğime de vakit ayırırım, kitabımı da okurum. Film de izlerim. Hayatı ıskalamayan ama hayatı ıskalamadan da çalışabileceğini başarmaya çalışan bir insanım. Her şeyin bir zamanı var. Hiçbir şey için insan kendini karanlıklara sokmamalı. Çünkü en ufak bir yerde bile mutlu olacak bir an var. Bunun peşinde koşmak daha kıymetli.
"YALNIZLIĞIMA ÇOK DÜŞKÜNÜM"
Doğa Rutkay çalışmadığı günlerde neler yapar? Eşinizle çocuklarınızla nasıl vakit geçirirsiniz?
Paylaşmayı seven neşe dolu bir insanımdır ama çok kalabalıkları sevmem mesela. Böyle çok sosyal böcek bir tipimdir ama en fazla 2 saat. Mesela çok kalabalık bir arkadaş ortamında 2 saatten fazla duramam, bilirler zaten. "Ay şimdi gider bu evine" derler. Yalnızlığıma çok düşkün bir insanım. Diyeceksin ki iki bebek evde, yardımcın var, eşin var, annen var. Nasıl yalnızlık? O yalnızlığı yaratabiliyorsunuz. Çalışma odamın kapısını kapattığım zaman orada bahçeye bakıyorum, müzik dinliyorum, bir şeyler çiziyorum, kitap okuyorum. Arkadaşlarımı görüntülü arıyorum. O zamanı kendime yaratmaya çalışıyorum. Yürüyüş bağımlısıyım. Aynı anda çok fazla kitap okurum. Birinden 5 sayfa birinden 10 sayfa okurum. İkizin olunca zaten zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorsun. Bugüne kadar bekâr hayatımda zaten yalnız zamanlarım oldu. O bana yeter :) O kadar yalnızlığı da istemem açıkçası.
"BEBEKLERİM BANA ANDA KALMAYI ÖĞRETTİ"
Klişe olacak belki ama çocuklardan çok şey öğrendiğimizi düşünüyorum. Sizin çocuklarınızdan öğrendiğiniz en önemli şey neydi şimdiye kadar?
Rutkay Kerim ve Piraye bana sabrı öğretti. Sabırlı olmak ve anda kalmak. Yıllarca peşinden koştuk ya bunun, anda kalmanın. Seminerler, hocalar, kitaplar… Anda kalın, anda kalın. Anda kalmak ne demek derdim hele ki benim gibi hiperaktif bir insan için çok zor. Aynı anda bir sürü şey düşünüp yapmaya çalışırım. Çocuklarım bana resmen şunu öğretti: Anne biz buradayız, el ele tutuşuyoruz. Burada kal! Mutfaktaki yemeği, trafikte işe nasıl giderimi, birini arayacaktın, şunu alacaktın düşünme! 42 yaşındayım. 40 senedir aradığım sabrı buldum. O anda ne var, gökyüzü ne renk, şu an ne hissediyorum? Bütün bu duyguları bana bebeklerim öğretti.
Bugüne dek çalışmaktan en keyif aldığınız oyuncu kim?
Çok var. O kadar çok var ki saymadıklarıma ayıp olur. Hakan Bilgin, Yosi Mizrahi, Yağmur Kaşifoğlu, Uğur Uludağ, şimdi bütün Güldür Güldür ekibi. Ayıramam. Hepsiyle çok keyif aldım.
"Yok artık böyle oyunculuk mu olur!" deyip hayrete düştüğünüz oyuncu var mı? Olumsuz veya olumlu açıdan :)
Var :) Ama tabii söyleyemem. Olumsuz açıdan. Bu işin okulunu okuduğumuz için bazen farklı şeylere takılabiliyoruz. "Acaba biraz daha mı çalışsaydı, keşke farklı tonlasaydı burayı" gibi. O bizim mesleki hastalığımız olabilir. Bazı oyunlarda duygu geçmez. Bana da söylüyorlardır bunu. Benim de söylediğim var tabii. Yok diyemeyeceğim. Ama çok hayran kaldığım oyuncular da var tabii.
"ONU SEYRETTİĞİM ZAMAN SAATLERCE KENDİME GELEMEDİM"
Yeni nesil oyuncular da çok eleştiriliyor. Sizin bu konu hakkındaki fikriniz ne?
Çoğu konservatuvar okumadığı için eleştiriliyor. Oyuncu eğitimini almalı gibi bir tabu olmamalı. Bizim nice 'alaylı' diye tabir ettiğimiz ustalarımız var. Eğitim almamış, setlerde, tiyatro kulislerinde yetişmiş. Okumuş, izlemiş, kendini yetiştirmiş. Ustasını izlemiş. Bu eleştirilere çok katılmıyorum. Katı buluyorum. Hiç oyunculuk yapmayan birini ekranda görüyorsunuz ve "Nasıl yani, bugüne kadar nasıl oyunculuk yapmamış?" diyorsunuz. Mesela en büyük örneklerinden birini vereyim: Ercan Kesal. Çok büyük bir aktör bence. Aynı zamanda bizim aile dostumuzdur kendisi. Ercan abi çok iyi bir hekimdir. Ercan abiyi 'Üç Maymun'da seyrettiğim zaman saatlerce kendime gelemedim. Yıllarca eğitim alsan onu yapamayabilirsin. Genç nesli de çok seviyorum. Çok yetenekli, meraklı oyuncular var. Onları örseleyip yaptıkları büyüyü bozmak, eleştirmek istemiyorum. Destekliyorum onları.
Bir ilişkinin içindeyken en berbat özelliğiniz ne olur?
Galiba "öyle bir şey yok" der. Hiç sanmıyorum. Ben eşimi tanıdığımda 36 yaşındaydım. Aslında çok uzun bir genç kızlık ve kendini tanıma sürecinden geçmiştim. Dolayısıyla o yaşlarda karşınıza çok kıymetli biri çıktığı zaman kendinizi zaten törpülüyorsunuz. Tuhaf bir edep hali geliyor insana. Karşınızdaki insana kullandığınız üslubun sizin ilişkinizi kırıp dökebileceğini artık biliyorsunuz. Genç yaşlarda bunun olması çok zor. Erken yaşlarda insan hep kendisiyle meşgul. Ama 30'u 35'i geçtikten sonra işler değişiyor. O yüzden çok dikkatli davranıyorsun, empati kuruyorsun. Eşim belki çok tez canlı olmamı eleştirebilir. O daha sakin ve sabırlıdır. Düşünerek hareket eder. Ben hemen her şey olsun isterim hiperaktifimdir. Söylenirim, hızlı olmaya çalışırım. Ondan şikâyet edebilir.
İçinde yer almaktan en çok mutluluk duyduğunuz proje hangisi?
Doğa Rutkay ile Her Şey Bu Masada programım. Bu program üzerine hiçbir şeyle tatmin olamayacağım gibi duruyor. Şimdi yeniden başlayacağım umarım.
"MÜŞFİK KENTER BANA 'ŞAPŞAL, GİRİŞ KâĞIDINI VER' DEDİ"
Hayatta en utandığınız anı paylaşabilir misiniz bizimle?
Yıl 1996. Mimar Sinan Üniversite'sinde sınava giriyorum. Konservatuvar sınavları o zamanlar 4 aşamadan oluşurdu. Günlerce sürerdi. Zeliha Berksoy, Cihan Ünal, Müşfik Kenter gibi çok kıymetli hocalarımın önüne çıkıp performans sergileyecektim. Çehov'un Martı oyununun Nina tiradını oynamıştım. Tiradı oynadıktan sonra Müşfik Hoca ayağa kalktı, yavaş yavaş sahneye doğru gelmeye başladı ve elini bana doğru uzatıyordu. "İnanamıyorum, koskoca Müşfik Kenter sahneye kadar beni tebrik etmeye geliyor" dedim. 17 yaşındayım. "Ay hocam estağfurullah" deyip elimi uzattım ben de. Şöyle baktı "Şapşal, giriş kâğıdını ver" dedi. Ben kâğıdı vermeden çıkıp oynamışım. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü :)
Tanışmayı çok istediğiniz ama tanıştığınızda tamamen hayal kırıklığına uğradığınız bir sanatçı oldu mu?
Olmadı. Ben babamdan dolayı bu mesleğin en büyük isimleriyle birlikte büyüdüm. Hepsi abilerim ablalarımdı benim. Tarık Akan, Zeki Ökten, Zeki Alasya, Atıf Yılmaz, Umur Bugay… Hepsi çok değerli ve arkadaşım gibiydi. Atıf abi benim oyun arkadaşımdı.
Size söylenen hangi hitap şekli en çok hoşunuza gidiyor? Kim tarafından söyleniyor?
Çocuklarımın "Annem" deyişi. İsmimin direkt söylenmesini de çok severim ve tercih ederim. Eşim ilk tanıştığımız günden beri "Do" der bana. Onu da çok severim.