2008 küresel krizinden sonra gelişmiş ülke merkez bankalarının aldığı önlemler daha doğrusu sıfır faiz politikaları birkaç yıldır meyvelerini vermeye başladı. Özellikle Avrupa coğrafyasındaki ülkeler daha belirgin performans gösterdiler ABD'ye nazaran. BU yüzden euro beklenmedik bir şekilde dolar karşısında değer kazandı, 1,03'lerden 1,26'lara kadar çıkmayı başardı. Tabi Avrupa ülkelerinin ayağa kalkmaları ve büyüme hızlarını artırmaları Türkiye ekonomisinin de işine geldi, bu sayede ihracat ivmelenmeye başladı.
Küresel ekonomi her ne kadar toparlansa da Türkiye ekonomisi açısından da belli riskler oluşturuyor.
FAİZ ARTIRIMI VE NORMALLEŞME
Bunların başında iyileşme sürecine girmeleri sonucu para politikalarında rota değişikliğine gitmeleri geliyor. Gerek FED'in gerekse Avrupa Merkez Bankası'nın bir taraftan fonlama oranlarını kademeli de olsa artırıyor olmaları diğer taraftan bilanço normalleşmesinin yaklaşması gelişmiş ülke tahvil faiz oranlarının yükselmesine katkı yapıyor. ABD 2 yıllık tahvil faiz oranları yüzde 2,3'lerde, 10 yıllık tahvillerin faiz oranları ise yüzde 1,9'larda seyrediyor. Bu durum doğal olarak yabancı sermaye akımlarını etkiliyor, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere kaymaya zorluyor. Türkiye ekonomisi gibi döviz ihtiyacı olan ülke merkez bankaları ister istemez faiz asimetrisini korumak durumunda kaldıklarından faizleri aşağı çekmekte zorlanıyorlar, para politikalarında hareket alanları daralıyor.
Bu faktör özel kesimin dış borç çevirme sorununu biraz daha çıkmaza sokuyor.
Özel kesimin bu yıl içinde ödemek zorunda olduğu 100 milyar dolar civarında dış borcu var. Reel kesimin dış borç çevirme oranı yüzde 130'larda... Yani 100 dolarlık borcu için 130 dolar borçlanıyorlar. Açıkça görüldüğü gibi ihtiyaçtan çok borçlanma gereği borçlanma maliyetlerinin artacağı beklentisinden kaynaklanıyor.
MALİYETLERDE ARTIŞ GÖRÜLDÜ
Küresel risklerin ikincisi ise emtia ve petrol fiyatlarının momentum kazanmış olmaları... Küresel büyüme hızları birkaç yıl öncesine kadar düşük seviyelerde kaldığından emtia ve enerjiye fazla ihtiyaç duyulmuyordu. Küresel büyüme hızı hareketlendikçe doğal olarak temel girdilere talep de artıyor. GC&SP Emtia Fiyat Endeksi 150 seviyelerinde... Temel emtialardan oluşan sepet 2016 başından bu yana neredeyse yüzde 50 civarında yükselmiş. Enerjide durum daha kötü, endeksi 190'larda... Bu faktör de Merkez Bankasını zorlayacak boyutlarda... Temel girdi maliyetlerinin artması maliyet enflasyonu göstergesi Yİ-ÜFE'yi yukarı itiyor, zaman gecikmesi ile TÜFE'ye de yansıyor
JEOPOLİTİK RİSKLER DE EKLENDİ
Küresel risk sıralamasının üçüncüsü dış ticarette korumacılığın artması. Amerika ve Çin arasında hararetli bir şekilde başlayan tarif uygulaması diğer ülkelere de yayılabilir.
Avrupa için bir sorun yok. Çünkü Gümrük Birliği kapsamında Avrupa ihraç ettiğimiz mallarda tarif yani gümrük vergisi uygulamıyor. Tabi bu istisna sanayi ve işlenmiş tarım ürünleri için geçerli.
Bu aşamada küresel riskler listesine son olarak belirsizlikler ve jeopolitik faktörleri ekleyelim. Yakın coğrafyamızda siyasi tansiyonun aşırı yükselmesi Amerika, Fransa ve İngiltere'nin devreye girmeleri ortamı gerdiği gibi yabancı sermaye algısını da değiştiriyor. Şimdilik rafa kalkmış gibi görünse de Kuzey Kore ile Amerika gerginliği de küresel ekonomiyi yakından ilgilendiriyor.