Darbeden bir akşam önce Menderes'in yanındaydım
Eskişehir kuruldu kurulalı böylesine coşmamıştı.
Menderes, Vilayet binasının balkonuna çıkıp o kalabalığı gördüğü an, sabahın erken saatlerinden itibaren birbirini kovalayan çirkin olaylardan kendini kurtaracak ve doğrusu istenirse rahat bir nefes alacaktı.
Menderes'in gözleri yaşarmıştı.
Başını yana eğmiş, zihinlerden hala silinmemiş tebessümü ve ellerini önden birbiri üstüne koymuş hali ile o müthiş kalabalığı seyrediyordu.
Bir ara heyecanlandı.
Ellerini havaya kaldırınca meydanı dolduran onbinlerin "Yaşa...Varol "sesleri göğe yükseliyordu.
Menderes dakikalarca bu tezahüratın bitmesini bekledi.
"Kerem buyurun..." dedi çok defa.
"Kerem buyurun aziz Eskişehirliler..." dedi ve bekledi.
Yine başını yana eğdi, ellerini önde birbirinin üstünde tuttu.
* * *
Halk susmuş, Menderes'i dinlemeye hazırlanmıştı.
Oysa aynı anda, Başbakan'ın önündeki mikrofon sağır olmuş, hoparlörler de tabiatıyle susmuştu.
Bu, Eskişehir'de sabahtanberi birbirini kovalayan, "istenmeyen olaylar zincirinin" sondan bir evvelki halkasını teşkil edecek ve Menderes'i bir kez daha asabiyete sürükleyecekti.
Aslına bakarsanız Menderes'in o tarihte Atina'da olması gerekiyordu.
Zira, Başbakan ve Dışişleri Bakanı aylarca evvel hazırlanan program gereğince Yunanistan Başbakanı Karamanlis'in ziyaretini iade atmak amacıyla 24 Mayıs'ı Atina'ya gideceklerdi.
Ne var ki, Ankara ve İstanbul'da patlak veren olayların giderek büyümesi, bu gezinin iptaline yol açmış ve Menderes, Karamanlis'e gönderdiği mesajda "karşılıklı dostça görüşmenin ileri bir tarihe bırakılmasını" rica etmişti.
* * *
Menderes İzmir seyahatinden son derece memnun dönmüştü.
Mutluydu...
23 Mayıs günü TBMM toplantısında Menderes de vardı.
Ve o çatı altında Başbakan olarak son defa konuştuğu kimsenin aklına düşmüş değildi.
Oturum sonunda İçişleri Bakanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ve Başbakanlık müsteşarı Ahmet Salih Korur vardı.
Birlikte karar verdiler.
Başbakan bir yurt gezisine çıkacak ve ilk durak da Eskişehir olacaktı.
***
Ve o geziden birkaç not...
Menderes, akşama doğru Eskişehir'e vardı.
Havaalanında Vilayet ve Garnizon ileri gelenleri tarafından karşılandı.
Şimdi, o günlerin Eskişehir Valisi İbrahim Tevfik Kutlar'ı dinleyelim:
"Şehri gidiyorduk. Havaalanından tam çıkacaktık ki, yolun sol tarafında 20-30 kadar havacı sıra halinde duruyordu. Menderes arabamdaydı. Tam hizalarından geçeceğimiz sırada, Menderes onları da selamlayacaktı ki,hepsi birden elleriyle müstehcen bir işaret yaptılar ve sonra geriye çark edip kaçıştılar. Olay çok yakınımızda gerçekleşmiş ve Menderes herşeyi olduğu gibi görmüştü. Arabayı durdurmamı istedi.
Menderes'in emrini dinlemedim ve güvenlik düşüncesi ile şoföre yola devam etmesini emrettim."
HHH
Eskişiher Belediye Başkanı, aynı gece Menderes ve beraberindekiler şerefine bir yemek düzenlemişti.
Bu yemekte 100-150 kişi vardı ve bunun üçte biri de subaylardı.
Açık söylemek gerekirse, ziyafette buruk bir hava esiyordu.
***
Menderes o toplantıda şu ünlü Tahkikat Komisyonu'nun görevlerini tamamladığını açıklamıştı. Doğrusu istenirse bu demeç kamu oyunda sürpriz etkisi yaratırken, Komisyon üyelerini de zor duruma düşürmüştü. Çünkü, komisyon faaliyetini henüz tamamlamamıştı.
Bu Menderes'in son heyecanıydı ve o saatlerde hazırlanan tertipten habersizdi.
Oysa, o kulağı delik İzzet Akçal, özel bir uçak kaldırıp Eskişehir'e gelmiş, Ankara'da birşeylerin tezgahlandığını önce ziyafet sofrasında, sonra otel koridorunda kıstırdığı Menderes'e anlatmak istemiş:
"Yemekten sonra çoook vaktimiz olacak İzzet Bey" ya da "Biraz sonra..." gibi cevaplarla karşılaşmıştı.
***
Şimdi burada deneyimli bir bakan olan İzzet AKçal'ı dinleyelim. Tartışılır bir meseledir.
Yine de gerçeklerin ortaya çıkmasında fayda vardır.
İzzet Akçal diyor ki:
"Adnan Bey ile acilen konuşmam lazımdı. Hayati bir mesele olduğunu kendilerine arzettim. Rahmetli huy haline getirmişti bunu. Kabine toplantılarında da öyle idi. İki dakikalık görüşmemizde kendilerine çok şeyler söyleyecektim. Olmadı. Olmadı..."
***
Akçal'ın Eskişehir'e uçuşu, Havalanındaki çirkinlik, Şeker Fabrikasında verilen yemekteki buruk hava, bazı subayların Menderes'e aşırı va alışılmamış yakınlığı, iltifatları...
İşte o sırada iki havacı subay, albay Agasi Şen ve Hulusi Kaymaklı, darbe gerçekleştiği takdirde Menderes'i tutuklamak üzere Eskişehir yolunu tutmuşlardı.
Saatlerin 22'yi gösterdiği sırada Menderes Ankara'dan arandı. Telefonun öbür ucunda Özel Kalem Müdürü Ercüment Yavuzalp vardı ve o anda profesörler tarafından yayınlanan bildiriyi okuyordu.
Masaya dönünce öfkeli bir Menderes karşımızdaydı. Profesörler "Karacüppeliler" deyimini protesto ediyordu.
***
İşte bu sırada Menderes ayağa kalktı.
Sert bir konuşmaydı bu.
Muhalefetin ihtilal tahrikçiliğinden bahsediyor, üniversitelerin bir politika ocağı haline getirilmesinden dert yanıyordu.
Menderes'in bu konuşması düşündürücü olmuştu.
Ziyafet sonunda birçok kimse salonu başları önünde terketmişti.
Subaylar ise öfkeliydi.
Başbakan ziyafetten sonra ikametine tahsis edilen Şeker Fabrikası lojmanına geçmişti.
Odasına çekildi, Bahadır Dülger ile Firuzan Tekil'i çağırdı ve biraz önceki konuşmanın metnini temize çekmeye başladı.
Çok sert bir konuşmaydı bu...
Menderes bu konuşmanın bir yerinde "İhtilali sadece dışarıdaki kuvvetler yapmaz, gerekirse millet yapar" diyordu.
***
Menderes'e darbeyi Hasan Polatkan , Bahadır Dülger vermişlerdi.
Bu ikili Menderes'i mümkün mertebe heyecanlandırmamak istiyordu.
Kapıyı bizzat Menderes açtı. Merak dolu bir sesle sordu:
"Ne var, re oluyor?"
Bir garip sessizlik çöktü oraya.
Bahadır Dülger sadece şunları söyledi:
"Beyefendi, Başvekalet basıılmış. Silah sesleri duyuluyormuş. Ankara'da bir takım hareketler oluyormuş. Telefonlar da kesilmiş."
Bir ara içeri girdi Menderes...
Giyindi, ama tam manasıyla değil. Öyle ki, dışarı çıktığında bir elinde kravat vardı. Geride bir çift ayakkabı bıraktı, giyilmemiş.
Terlikle koridora, oradan lojmanın idare kısmına geçtiler.
Hiçbir yerle telefon bağlantısı mümkün olmadı.
Vilayete geçtiler.
Yine bir netice yok.
Saat 5'e doğru Eskişehir'e bulunan milletvekilleri de Vilayet binasına gelmişlerdi.
Çeşitli tefsirler yapıldı.
Gün ağarırken bir jet Eskişehir semalarını yırtırcasına dolaşmaya başladı.
Belliydi ki, darbenin en büyük hedefini arıyordu.
Radyonun harekatın başladığına dair anonslarının verdiği anda, Albay Azaklı Menhderes'in kaldığı Şeker Fabrikası lojmanlarına gitmiş, eli boş dönmüştü. Aldığı cevap:
"Bilmiyoruz... Biraz önce gitti" olmuştu.
***
Oysa o saatlerde Menderes ve arkadaşları Kütahya yolunda hızla ilerlemekteydi.Arabalar geniş yol üzerinde tozu dumana katarak ilerliyor ve onları da havadan korkunç tarrakalar içinde jetler kovalıyordu. Bu uçaklar arabaların üzerinden uçmakla yetiniyordu, o kadar...
Menderes ve arkadaşları saat sekize doğru Kütahya'ya varmışlardı.
O sırada Kütahya Belediye Başkanı halkı Vilayet Meydanı'nda toplantıya çağırıyordu.
Menderes doğruca Vali Muavini'nin odasına gitti ve sordu:
"Beyefendi, yeri birşey var mı?"
Ümitliydi Menderes.
Birşeyler olabilirdi.
Herşey öyle kolay kolay yıkılamazdı.
Vali Muavini ise ona, bütün ümitleri tüketecek bir tebliği okumakla yetinecekti.
Bu tebliğ Hava Üs Komutanlığından verilmişti:
"Ankara'da sabık Cumhurbaşkanı ve DP erkanı tevkif edildiler. Sabık Başbakan Menderes kaçmıştır. Nerede, kim tarafından görülürse, askeri kuvvetlerimiz gelinceye kadar zor kullanılarak tevkif edilecektir."
***
Biraz sonra, Hava Eğitim Komutanlığı'na gidildi. Komutanlık odasında general Tahsin Yazıcı. Hasan Polatkan vardı.
İki dakika geçmeden de iki hava albayıkapıdan girdi. Pistte de bir dakota bekliyordu.
Doğrusu istenirse, bu iki albayın tavır ve hareketleri son derece vakur ve hürmetkardı. Silahları da yoktu:
"Sizi Ankara'ya götüreceğiz" dediler.
***
27 Mayıs darbesinin üzerinden tam elli yıl geçti.
Yarım asırdır bu...
Türkiye bu darbenin yan etkileri ile 50 yıldır boğuşuyor.
Bu boğuşmanın ortaya çıkardığı tabloda, Türk insanının günde 16 gram et yiyebildiği gerçeği var.
Bu yetmez mi?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.