Hayretler içerisinde Deniz Baykal'ı izliyoruz. Muhalefete susamış kitleleri tatmin edecek, toplumun gündelik hayatına denk düşecek bir siyaset oluşturmak yerine, vıcık vıcık demagoji kokan konuşmalar yapıyor.
Tahrikçilik Deniz Baykal'ın öteden beri siyaset tarzı, bunu biliyoruz. Ancak bir siyasetçi içinde yaşadığı ülkesinin birlik ve beraberliğine neden böyle fütursuzca suikast düzenler, bunu anlamakta zorluk çekiyoruz.
Oysa insanlar yaşlandıkça daha ılımlı ve daha akılcı hareket ederler. Mesela 70'li yılların o hırçın ve kavgacı Ecevit'i yaşlı dönemlerinde daha uzlaşmacı bir siyasetçi profili oluşturabilmişti. Baykal ise tam tersi, yaşlandıkça hırçın, saldırgan bir siyasetçi oldu.
Ondaki haller bununla sınırlı kalsa iyi, aynı zamanda ülke barışını sürekli olarak risk altına sokan tehlikeli işler yapıyor Deniz Baykal.
O basit soruyu soralım:
Bunu niye yapıyor? Niçin o devasa birikimini ve tecrübesini ülkesinin daha ileriye gitmesi yönünde bir katkı olarak sunmaktan imtina ediyor? Bu sorunun iki cevabı olabilir:
Birincisi, ya Deniz Baykal ahir ömründe ancak derin ilişkiler üzerinden bir iktidar elde edebileceğini düşünmektedir ya da kendisinin yarı yaşındaki Tayyip Erdoğan'ın tarihi önemde işler yapmasından dolayı derin bir kıskançlık ve nefret hissi duymaktadır. Bence her ikisi de geçerli. Çünkü biliyoruz ki, 2004'te başlayan darbe girişimlerine bulaşanlarla Deniz Baykal'ın doğrudan ve dolaylı ilişkileri Ergenekon davasının dosyalarında yer almıştır.
***
Baykal'ın akıl dışı icraatlarına örnek olsun diye verilecek o kadar olay var ki, hangisini örnekleyeceğimize karar veremiyoruz. Mesela, benim hiç unutamayacağım bir olay: 27 Nisan 2007'de 367 hukuk faciası Anayasa Mahkemesi'ne gittiği gün, Baykal basın toplantısı yaptı ve şunu dedi: "Mahkeme 367'yi kabul etmezse Türkiye'de kargaşa çıkar."
Yaptığı şey doğrudan Anayasa suçuydu ama yaptı işte. Nitekim akşam verilen askeri muhtıranın Baykal'la doğrudan ilişkisi olduğuna inanmıştım ben. Çünkü 28 Nisan sabahı televizyonlardan cıyak cıyak bağıran kişi Baykal'ın tetikçisi Onur Öymen'di ve askeri muhtıranın ne kadar doğru bir şey olduğunu anlatıyordu.
O Onur Öymen'i daha sonra kasetleri ortaya çıkan general İsmail Hakkı Karadayı, "bizim adamımız" diye hatırlatacaktı bize. Yine açılım olayına 1989 tarihli raporları orta yerde durup dururken "ihanet" tanımlamasıyla karşı çıktı Baykal. Akıl almaz kışkırtıcılıklar yaptı. Konuşmalarının altındaki gizli anlam askeri kışkırtmaktan ibaretti.
***
İşte istismar edilecek bir konu daha buldu Baykal: 10 Kasım. Atatürk'ün ölüm yıldönümü. Sanki bu ülke on yıllar önce 10 Kasım'ı matem olarak kutlamama yönünde bir milli mutabakat sağlamamış gibi Baykal tarafından sırf TBMM'de önemli bir görüşmenin engellenmesi adına çirkin ve kışkırtıcı bir istismara tabi tutuluyor. İşte kullandığı sözler: "Atatürk yok, biz istediğimizi yaparız demek istiyorlar."
Niye diyor bu sözü? Çünkü 10 Kasım'da açılım konusu tartışılacak Meclis'te. Aynı kışkırtıcı ve vıcık vıcık demagoji kokan istismarını bayrak konusunda da yapıyor. İşte söylediği söz:
"PKK bayrağına alerji yok, Türk bayrağına alerji var. Türk bayrağı açıldığı zaman birileri çileden çıkıyor."
Kim çıkıyor çileden Türk bayrağı açılınca? Bunu söylemiyor Baykal.
Bütün bunlara pes dedikten sonra söylenecek bir şey daha var:
Çekin elinizi bayrağımızdan ve Atatürkümüz'den, çekin! Bıktık sizin istismarlarınızdan artık!