Bir süre önce Amerika'da bir düşünce kuruluşunun davetlisiydik. Sıkı bir yuvarlak masa toplantısıydı. Toplantıda Beyaz Saray mutfağının Carol Magdonaviç gibi en meşhur siyaset aşçıları vardı. ABD Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı uzmanları da hazırdı. Amerikalıların öncelikle anlamak istedikleri birkaç husus vardı. Bunlardan birincisi Başbakan Erdoğan bu olağanüstü gücü nereden devşiriyordu? Onu toplumun gözünde bu denli çekici kılan kimya neydi? Tayyip Erdoğan yeni Osmanlı'yı mı kurmak istiyordu? Bir başka meraklı soru da şuydu: Tayyip Erdoğan hükümetiyle Avrupa ilişkilerinin geleceği ne olacak? Ve tabii Batılıların bizim laikler gibi hala kafalarının bir yerinde barındırdıkları o çocukça şüpheyi ele veren soru: Tayyip Erdoğan'ın gerçekten bir din devleti kurmayacağından emin misiniz? Ben bu ve buna benzer sorulara aklımın erdiği dilimin döndüğü ve vicdanımın emrettiği ölçülerde cevap vermeye çalıştım. Verdiğim cevapların ana başlıkları şunlardı:
ERDOĞAN BİR BÜYÜCÜ MÜ?
Yıllar önce AK Parti'den de milletvekili olmuş olan Emin Şirin bana şunu söylemişti: "Tayyip Erdoğan bir iletişim büyücüsü. Bu adamı yenmek imkansız." O gün beni güldüren bu tanımlamayı zaman içinde ciddiye aldım ve "Başbakan Erdoğan gerçekten bir büyücü olabilir mi?" diye belirli bir zihni mesai harcadım. Sanırım sonunda buldum, evet işin içinde bir büyü vardı, vardı ama bu Tayyip Erdoğan'ın yaptığı bir şey değil, halkın Tayyip Erdoğan'a uyguladığı bir mistik işlemdi. Basitçe söyleyeyim, Türk halkı başarılı olması ve belaların ondan ırak durması için ona durmadan dua ediyordu. Dua bizim kültürümüzde ve inancımızda çok temel bir ibadettir. Dua bir yol açıcı, bir koruyucu zırhtır.
İki anı size: 1999 seçimleri arifesinde Muammer Saka adlı Trabzonlu bir arkadaşımın oğlu trafik kazasında ölmüştü. Taziye için Trabzon'a gittim. Arkadaşım beni cenaze merasiminden sonra Trabzon'u çevreleyen yüksek tepelerde yaşayan yaşlı ve yaslı annesinin evine götürdü. Tam bugünlerde Tayyip Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanlığı'ndan şiir okuduğu için indirilmiş, hapis yatmış ve "muhtar bile olamaz" diye damgalanmıştı. Yargıyla başı beladaydı. İşte o yüksek tepedeki evde Muammer Saka'nın yaşlı annesine başsağlığı dileklerimi sundum ve "nasılsın teyzeciğim" dedim. Aldığım cevap şuydu: "Nasıl olayım oğlum, Hüseyni'me yanıyorum, bir de Tayyip Bey'e dua ediyorum, inşallah başbakan olacak ya." Trabzon'un kenar semtlerinde oturan yaşlı ve yaslı bir kadın, onca acısının arasında Tayyip Erdoğan'ın Başbakan olacağını haber veriyorken ve onun için dua ederken, muhtemelen Tayyip Erdoğan başbakan olacağını ancak belki hayal ediyordu.
AYNI DUALAR
Bu yılın Mart ayında Lübnan'daydım. Günü birlik bir ziyaretti. Geleneksel Lübnan yemekleri yapan bir lokantaya girdik. Nefis yemekleri yedik ve sıra hesap ödemeye geldi. Şeften hesabı istedik. Tam o anda papyonlu, Batılı yüzlü çok zarif bir adam başımızda bitti. "Türk müsünüz?" dedi. Türk olduğumuzu öğrenince şefe, "Bu beylere ben ikram ediyorum, hesap almayacaksınız" dedi ve ekledi: "Tayyip Erdoğan'ın ülkesinden gelenlerden yemek parası alırsak çok ayıp olur bu." Biz şaşkın bakakaldık. Lokantanın şefi adamın bu ikazına gülerek cevap verdi: "Merak etmeyin zaten biz de bu yemeği Türk dostlarımıza ikram etmiştik." Teşekkür ettik, ardından bir Şii Arap olduğunu öğrendiğimiz o kişi kimsenin duymasını istemez gibi bize şu sözleri fısıldadı: "Onun için hep dua ediyoruz, inşallah Müslümanların kötü talihini değiştirecek."
Bu arada bunları anlatırken Amerikalıların yüz ifadesi dikkatimi çekti. Bir şeyler anlar gibi olan ama hiçbir şey anlamayan insanların yüz ifadesiydi bu. İçimden "Bu anlattıklarımı anlamanız için önce Müslüman olmanız icap eder, hadi buyurun Hak için, Eşhedu ella..." demek gibi bir hinlik geçmedi değil hani.
Bugün Tayyip Erdoğan mitosunun halkla kurduğu ilişkinin mistik veçhesini birazcık dile getirdim. Yarın daha rasyonel bir Erdoğan analiziyle beraber olacağız.