Futbol dünyasında neler oluyor?
Biraz açalım: Galatasaray'da Adnan Polat başkandı. Bir grup, özellikle "mektepli" denilen bir grup Adnan Polat'ı istemiyor, hatta tahkir düzeyinde sözlerle onu bunaltıyorlardı. Onun Başbakan'la arasındaki yakınlık Galatasaray elitlerini çok rahatsız ediyordu. Sonunda bu baskının arkasında güçlü bir adamın olduğu ortaya çıktı: Bu kişi İnan Kıraç'tı. Buraya kadar bir beis yoktu, zira İnan Kıraç Galatasaray camiası üzerinde her zaman etkili olmuş bir isimdi. Ama aynı İnan Kıraç 2011 seçimlerinden hemen önce güçlü sosyal prestijini ve sanayici-işadamı kimliğini riske atarak CHP'ye destek vermeye başladı. "Seçimi CHP kazanacak" diyordu İnan Kıraç. Ne hikmetse, aynı günlerde de ünlü İngiliz dergisi The Economist benzer iddiayı seslendirmeye başlamıştı.
Uzatmaya gerek yok, olayları birbirine ulayan dikkatli bir göz, 15 Ocak 2011'de Arena Stadı'nda yaşananlarla ünlü Galatasaraylı işadamının aynı yıl yapılan seçimlerde ısrarla "CHP geliyor" yönlendirmeleri arasında "doğrudan" bir ilişki olduğunu tespit eder.
***
O günden bugüne futbol seyircisi arasında sinsi bir gerilimin adım adım geliştiğini not ederek bugüne gelelim. Gözümüzün önünde cereyan eden olay şu:
Fenerbahçe UEFA'da yarı finale kalma başarısını gösterdi. Milletçe paylaşılan bir sevinç yarattı bu başarı. Bu arada bir gazeteci GS Başkanı Ünal Aysal'a soruyor: "FB'den Benfica maçına bir davet alırsanız gider misiniz?" Başkan cevap veriyor: "Elbette giderim."
Aynı soru FB Başkanı'na ve yöneticilerine soruluyor. Cevap şu: "Hayır, Ünal Aysal'ı davet etmeyeceğiz."
Bu gelişmeyi futbol dünyasını çok iyi tanıyan yorumcular nerdeyse ortak bir sezgiyle değerlendirdiler ve şu hükme vardırlar: "Taraftarlar arasındaki gerilimin düşmesi istenmiyor."
***
Devam edelim: Geçtiğimiz pazar günü GS rakibi Sivas sporu net bir skorla yendi ve lig şampiyonluğunu ilan etti. Aynı gün FB rakibine yenildi ve lig mücadelesini kaybettiği resmen belli oldu. FB'nin teknik direktörü Aykut Kocaman basın toplantısı yapıyor. Gazeteci soruyor: "Önümüzdeki hafta GS ile Kadıköy'de yapacağınız maçta rakibinizin şampiyonluğunu alkışlayacak mısınız?"
Bu soru belli bir maksatla dahi sorulmuş olsa normalde ne denmesi gerekir? Herhalde şöyle bir şey: "GS'yi tebrik ederiz, elbette başarısını alkışlamayı da geleneksel FB centilmenliğinin bir gereği olarak görürüz, en azından ben alkışlarım."
Ama ne gezer, bir savaş generali gibi konuşuyor FB'nin çalıştırıcısı. Şöyle diyor: "Hayır alkışlamayacağız, buna uygun bir ortam yok."
Bütün bu olanları alt alta sıraladığımız zaman bir başka senaryo sırıtıyor. Vesayet düzenin kalelerini kaybetmesiyle oyun alanı daralan oligarşi, mevcut iktidar yapısını değiştirme konusunda önceki dönemlerden daha iştahlı görünüyor. Elde devreye sokacak asker yoksa, başka psikolojik harp birimleri kalmamışsa, tek seçenek kalıyor geriye: Uyuyan güçleri de aktif hale getirecek biçimde kitleler üzerinden bir toplumsal kaos oluşturmak, toplumda yerleşmiş olan istikrar duygusunu zedelemek. Unutmayalım ki demokrasi dışı iktidar savaşlarında avantaj ancak cadde, sokak, meydan ve stadyumların karışmasıyla elde edilir.
Siyasi tarih bize bunu söylüyor.
Sözün özü, aklı olan şu soruları kendine sorar ve olanları anlamaya çalışır:
Futbol seyircisi arasında nefret ve düşmanlık duygularının oluşması, futbolun hayrına olmayacağına göre, kimin emellerine hizmet eder?
Ve bu bilinçli bir çabanın eseriyse, futbol kitlesi üzerinde bu oyunu kuran kişi ve kurumlar kimler?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.