İlgiyle izlenmesi gereken bir dönemden geçtiğimiz çok açık; Türkiye, tarihinin 'ilk'lerini yaşayacağı bir seçim dönemine giriyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. İlklerini yaşayacak, zira Cumhurbaşkanı ilk kez halk tarafından seçilecek. İki turlu bir seçim bu, adaylar birinci turda yeterli oyu alamazlarsa ikinci tura kalacaklar; ikinci turda ise en çok oyu alan Türkiye'nin 12. Cumhurbaşkanı olacak.
İşte bu yeni döneme adım adım yaklaşmışken olması gereken bazı gelişmeleri göremiyoruz.
Nedir bunlar?
Elbette en başta adaylar... AK Parti'nin adayı henüz kesinleşmemiş olsa da, Başbakan Erdoğan'ın adaylığı konusunda yaygın bir kanaat ve beklenti oluşmuş durumda. İlginç dediğim hususlardan birisi şu: Başbakan Erdoğan'ın adaylığı sanki bütün partilerin adaylığı gibi algılanmaya başlandı. En koyu CHP'li bile, "Hayır, Recep Tayyip Erdoğan aday olamaz, o makama layık değil" diyemiyor. Diyemediği bir tarafa, sanki zımni bir onay veriyor.
İlginç olan bir başka husus: diyelim ki Başbakan son an da adaylıktan vazgeçti; o zaman ne olacak?
Böyle bir durumda AK Parti için hiçbir sorun görünmüyor. Tayyip Erdoğan yoksa Abdullah Gül orada duruyor. Üstelik Abdullah Gül tekrar aday olsa seçileceği garanti. O kadar garanti ki muhalefetin önemli bir kısmı dahi ona oy vermeye hazır.
İçimize sinecek başka Cumhurbaşkanı adayları da var AK Parti'de...
Mesela bütün siyasi, ahlaki ve insani vasıflarıyla bu ülkenin 30 yıllık siyaset markası olan Bülent Arınç Cumhurbaşkanı adayı olsa kimin diyeceği bir şey olabilir ki?
Ya da Mehmet Ali Şahin...
Cemil Çiçek...
Ahmet Davutoğlu...
Kolektif kabul bu isimlerin tamamına Cumhurbaşkanlığı yolunu açar.
MUHALEFETİN ADAMSIZLIĞI
Yukarıda AK Parti için yaptığımız türden bir değerlendirmeyi, mesela kendinizi inanmış bir CHP'li yerine koyun, yapabilir misiniz?
Hayır, yapamazsınız!
Mesela bu ülkede CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu Türkiye'nin 12. Cumhurbaşkanlığı'na yakıştıran bir tane Allah'ın kulu var mı?
Haksızlık etmek istemem, belki Kılıçdaroğlu o makama çok layık birisidir; belki Cumhurbaşkanı olsa fevkalade değerli bir Cumhurbaşkanı olacaktır; ancak toplumda böyle canlı bir algı ve talep yok. Böyle bir tasavvur CHP'lilerde bile yok; yok ki, ben bugüne kadar bir tek CHP'linin kendi genel başkanını Cumhurbaşkanlığı adaylığı için önerdiğini görmedim.
Toplumun geneli de, CHP'liler de Kemal Kılıçdaroğlu'nu aday olarak yeterli görmedikleri gibi CHP'den herhangi bir şahsiyeti de 'işte şu isim olabilir' diye işaret etme gereği duymuyorlar.
Herkes birazcık düşünsün, bir Ana muhalefet partisi için bu çok vahim bir durum değil midir?
O kadar vahimdir ki, devlet kurucusu olduğunu söyleyen parti, Cumhurbaşkanlığı adayı bulmak için merkez sağ mezarlığında aday arayışına çıkmış durumda.
Temeli olmayan 'çatı' arayışında...
Atatürk'ü filan geçiyorum, Merhum İnönü dahi mezarından kalkıp gelse, CHP'nin şu haline, şu adamsızlık durumuna bakar ve herhalde şöyle seslenirdi:
"Sizi ben bile kurtaramam!"
DİKTATÖRÜN TURLARI
Başbakan Erdoğan kendisine yöneltilen 'diktatör' sıfatından dolayı alınganlık göstermemeli bence. Bu ülkenin insanları, ona her 'diktatör' dendiğinde, bu kelimeyi 'en büyük demokrat' şeklinde tercüme ediyorlar zihinlerinde. İki sebepten işine yarıyor ayrıca: Birincisi bu sıfat kötü niyetle ve haksızca takıldığı için Başbakan Erdoğan halk nezdinde daha da prestij kazanıyor. İnsanlar 'salak' değiller, Türkiye'de koca bir cilde sığacak kadar demokratik ve kişi özgürlüğünü koruyan yasalar çıkartan bir başbakana 'diktatör' dersen, bu kelimeyi her kullanışında Başbakan Erdoğan'ın kumbarasını dolduruyor olursun.
Fatih Terim'e 'imparator' der futbol taraftarları. Tayyip Erdoğan'a 'diktatör' diyenler bilmiyorlar ki ona bu kelimeyi yapıştırmaya çalışanlar aynı zamanda ona güç ve kudret izafe ediyorlar durmadan.
Oysa Tayyip Erdoğan ne yapıyor bir 'diktatör' olarak?
Daha bir ay önce sandıktan çıkıp geldi. Partisi ve toplumun büyük kısmı ona 'Cumhurbaşkanımız ol' diyor. Rakibi yok, seçileceği neredeyse garanti.
Bütün bu veriler önünde sağlam bir biçimde dururken o, tek tek herkesin rızasını almaya çalışıyor. Cumhurbaşkanıyla konuşuyor, partisinin tabanıyla ve tavanıyla konuşuyor, Avrupa'daki Türklerin desteğinin peşine düşüyor, adaylığını genel bir rıza ve kabulün üzerine oturtmanın derdinde.
Bunun adına kitaplarda 'demokratik meşruiyet arayışı' diyorlar.
Ayrıca, bir diktatör niye bir meşruiyet sorunu olmadığı ve seçilmeyi garanti ettiği halde, herkesin rızasına başvurur, bunun cevabını da Başbakan'a 'diktatör' diyenler buluversin!