Her zerre insana ulaşmak ister
Müslüman-Türk kültüründe birtakım güzel adetler vardır. Her türlü nimete karşı saygı duyulur. Bunun için israftan kaçınılır.
Özellikle yemek sofralarında herkesin yiyeceği kadar alması ve tabağını iyice temizlemesi, artık bırakmaması önem taşır. Bazı yaşlıların sofra üzerine kalan küçük ekmek parçalarını bile, parmağını ıslatıp üzerine bastırarak topladıklarını hatırlarım.
Bunun metafizik bir arka planı vardır. İnancımıza göre insan eşref-i mahluk, yaratılmışların en değerlisidir. Her bir nesne kendi diliyle Hakk'ı tesbih eder. Ama O'nu bilinçli olarak anan yegane varlık insandır. Onun için her bir zerrede insiyaki yani içgüdüsel olarak insana ulaşmak ister.
Tabakta bırakılan bir pirinç tanesi, sofrada kalan ekmek kırıntısı uzun bir yolculuktan sonra tam da insan bünyesine dahil olacağı sırada yenmeyip atılınca, bulaşıkla sürüklenecek, neden sonra toprağa karışacak, uzun işlemleri müteakip yiyecek olarak bir bitki veya hayvanın vücuduna girecek ve şansı varsa besin haline gelecek ve tekrar insan bünyesine ulaşma imkanına kavuşacak. Artık olarak bırakıp attığımız yiyecek maddelerinin bu kadar uzun zahmete girmesine yol açmamız reva mı?
MERMER VE TOPRAK
Her zerrede insana ulaşmak insiyakı (içgüdüsü) olduğunu söyledik. Bu sebeple Kabe'nin ve Mescid-i Nebi'nin eşiğine mermer olmak, sıradan bir toprak parçası olmaya göre şanssızlıktır. Çünkü mermerin toz haline gelip besine dönüşmesi ve insana ulaşması için çok daha uzun zamana ihtiyaç vardır. Dile gelip konuşması mümkün olsa, kutsal mekanın eşiğindeki mermer, basit bir torak olmayı tercih ederdi. Çünkü insana ulaşması daha kısa zamanda gerçekleşirdi
EKMEK VE DERVİŞ
Hacı Bayram-ı Veli adlı kitapta ekmeğin yolculuğu şöyle anlatılır:
"Bu yola çıkan derviş nasıl ki zikir çekerse bir buğday başağı da gönlünü okşayan her rüzgârla salınır durur. Sonra başağı dolar, boynunu büker. Dalları kurumuştur. Ardından kellesi kesilir, dünyasından koparılır. Düvenler altında çiğnenip dünya libasından soyulur. Sonra değirmenlerde taşlar altında ezilir de un olur. Ekmek teknelerinde ab-ı hayat verilince yeniden can bulur. Oldum sanır bir ara kendini. Ama bu yolda yanmadan olunmaz. Ateşlerde yanar pişer, sonunda ekmek haline gelir, besin olur ve insana karışır."
FANTEZİ DEĞİL
Çok mu hayal dünyasına daldık? Gerçek dışı zihin fantezilerine mi yer verdik? Hayır, öyle değil. Bunlar bizim kadim kültürümüzde var inanışlardır. Ve son derece yerindedir, değerlidir. Bugün dünyadaki israf ekonomisi sebebiyle, çöpe atılan yemek ve ekmekler tahminlerin üzerinde yekün tutuyor. Öte yanda ise iyi beslenemeyen, açlık tehlikesi yaşayan bir yığın kimse var.
Bu çarpıklığı önleyecek çarelerden biri sözünü ettiğimiz anlayışa sahip olmaktır. Böyle davranan kimseler eşyaya, besinlere hak ettikleri değeri verirler. Ayrıca vicdani bir huzur duyarlar.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.