Çocukluğumuzun lezzeti
Yaşıyoruz ama geriye dönüp baktığımızda yaşama iz bırakmadıysak elimizde, pişmanlıkla geçen bir ömürden başka bir şey kalmıyor. İz bırakmak için müthiş işler yapmaya gerek yok.
Prof. Dr. Uğur Şahin ile Dr. Özlem Türeci, Covid 19 aşısı ile tarihi şimdiden iz bıraktı.
Ancak onlar bu aşıyı bulmadan önce de yaptıklarıyla zaten izlerini bırakmıştı.
İyi işler, iyi izlerdir.
Kötü işlerin daha derin izler bırakacağını da unutmamak gerekir.
Yeşim Dönmez de işte iz bırakacak bir isim.
Sağlıkçı bir anne.
Oğlunu kucağına alır almaz başlamış sağlıklı gıdanın peşinde koşmaya. En iyisini, en doğalını araştırırken yararlı bilgiler edinmiş, tüm lezzet dostlarını bir araya toplamış.
Urla'da, bir 'kadın kolektifi' olarak tanımladığı Mimas Bahçe'yi kurmuş.
Şimdilerde fedakâr çiftçiler tarafından üretilen mahsulleri alıp, kadınların el emeği ile hazırladığı katkısız tarhana, erişte, reçel, sirke, sos ve turşu gibi gıdalara dönüştürüyorlar.
Başından beri en büyük hedefleri doğal tarımı ve Ata tohumu ile üretim yapan çiftçileri desteklemek.
Mimas, Karaburun'un mitolojideki ismi. Yeşim Dönmez ilk yol çıktığında 47 ürünü vardı, şimdi 200 farklı ürünü var. Ata tohumu ile üretim yapan çiftçileri desteklediği gibi, tüketim yapanların da bu bilinçte olmasına dikkat ediyor.
Örneğin şu an aldığınız herhangi bir mısırın lezzetini düşünün. Tatlı öyle değil mi?
Mısırdaki bu lezzet değişimin nedeni çok basit. Daha hızlı büyümesi, daha dayanıklı olması için yapılan işlemlerin sonucu lezzet de değişti.
Oysa ata tohumundan mısır aldıysanız, o çocukluğunuzdaki lezzetle buluşuyorsunuz.
Yeşim Dönmez işte, bizleri çocukluğumuzdaki lezzetlerle buluşturuyor.
Girişimcilik başarısıyla Yeşim Dönmez'in kendi yaşamına iz bırakacağından eminim.
GÖZLERIN BÜYÜDÜGÜ AN
Yurt dışından misafirlerimiz geldi.
Kendileri yabancı.
Hani Türk olup yurtdışında yaşayanlardan değil. Kemeraltı'na gitmek istediler.
Arabayla götürmek istedim. "Metro var mı?" diye sordular.
Çünkü arabayla gitmek onlara göre gereksiz, zevksiz, çevreci olmayan bir hareket. Neyse kendileri metroyla gitmek üzere çıktıkları yolda, tramvayı görünce ona atlayıp Konak'tan tarihi çarşıya keşfe gittiler.
Gün boyu İzmir'i yine kendi başlarına hallaç pamuğu gibi atıp akşam yine eve geldiler. Yemeğe oturduk.
Şehir turunda yaşadıklarını anlatmaya başladılar. Gözleri büyümüştü. "İnanılmaz" buldukları ilk şey, tramvay yolunu otomobillerin de kullanmasıydı. İkincisi şehrin her sokağın çift taraflı araba dolu olmasıydı. "Bu şehirde otopark yok mu?" diye sordular.
Neden yönlendirme tabelaları olmadığını sordular? Şehirdeki binaların bakımsızlığı da sofranın gündemi oldu.
Çarşıdaki çığırtkanlık, kaldırımların standart olmayışı, kentteki gürültü, Narlıdere-Balçova arasında askeriyeye yakın noktadaki o ağır koku, restoranlardaki kalitesizlik hepsi konu oldu.
Başımız öne eğildi.
Tarihe böyle bir iz bırakacağımızdan sizin de haberiniz olsun.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.