"Kimsenin cesaret edemedikleri"
Yıl 1999. Yani yüzyılın son yılı. Burdur'da kısa dönem vatani görevdeyim. Fırsat yakaladıkça kitap okuyorum. Bir baktım yan koğuşta da bir kitap kurdu. Hemen arkadaş oldum. Üstelik o da İstanbul Kadıköylü. Biz hemen kitap değiş tokuşuna başladık. Göz açıp kapayana askerlik bitti. Muhabbetteyiz. Sordum, "Kışlada kaç kitap bitirdin?" Cevapladı, sonra da o bana sordu. Benden üç dört kitap daha fazla bitirmemiş mi. Aman ne kıskandım, anlatamam. Sonunda da muhabbeti ben "6.45 Yayınları"nın sahibiyim diye bağlayınca, bu kitap hevesinin de nereden geldiği anlaşıldı. İşte o askerlik arkadaşımın adı, "Kaan Çaydamlı". Yani geçen hafta gösterime giren "Kaybedenler Kulübü"nün gerçek kahramanı.
Tolga Örnek cesur bir filmle sinema kariyerine devam ediyor ve 90'lar kuşağının bireyselleşme çabalarını tüm çıplaklığıyla beyazperdeye yansıtıyor. Kuşkusuz bunda gerçek hayattan alınmış olan iki sağlam karakterin büyük payı var. "Biz sizinle yatmış mıydık?" sorusuyla radyodaki "Kaybedenler Kulübü" programına telefonla bağlanan konukları karşılayan Kaan ve Mete çok kitap okuyan, iyi müzik dinleyen, burjuva kimliklerinin dışında yaşayan iki yol arkadaşı. Yakışıklılar ama aykırılar. Kızların gözünde de işte cazip olan bu. Hayatları ye, iç ve yat. Yani tam bir kayıp kuşak. Ya da bardaki tiplerden birinin söylemi ile "Bu da bizim 68 Kuşağımız". Programda ölümün kesinliği, yaşamın anlamsızlığı üzerine sohbet etseler de, bir gün Kaan'ın karşısına Zeynep çıkar. Kaan ilk kez farklı duygularla başka taraflara savrulur. Ama Zeynep'in günün birinde, "Gitmem dersen, gitmem" cümlesine verecek yanıtı yoktur.
BÜYÜMEK İSTEMEYEN
"Kaybedenler Kulübü" uzun zamandır sinemamızda izlemediğimiz kent ve kentsoylularla ilgili bir film. Kaan ve Murat her ne kadar marjinal takılsalar da özünde büyümek istemeyen çocuklar. Zeynep günün birinde Kaan'a, "Kendini 19 yaşında mı sanıyorsun hala?" dediğinde, Kaan aşık olduğu kadını hayatından çıkarıyor. Murat? Hala ana kuzusu. Ve esas kız Zeynep. Her ne kadar alternatif hayatı sevse de sistem içinde yolunu çizmeye devam ediyor. Hem de 'aşk'a rağmen. Onların yaşları kemale erdiği için, 90'ların karanlık ruhunu daha bir derinden soluyup bize yansıtıyorlar ve bizim bir döneme tanık olmamızı sağlıyorlar.
"Kaybedenler Kulübü" diyaloglarında kazanıyor ama dramatik yapıda maalesef kaybediyor. İlk başlardaki heyecanı filmin sonuna kadar götürmekte zorlanıyor. Özellikle Zeynep'in ilişkiden gitme noktası ve sonrasındaki aksiyon çok da güçlü değil. Ama o şahane diyaloglar sinemamızda az bulunur cinsten. Filmin asıl kazandığı nokta, oyunculuklar ve şaşırtıcı tekniği.
Önce oyuncular: Nejat İşler kariyerinin en iyi performansını çıkarıyor. Mükemmel. Serra Yılmaz ve Yiğit Özşener öyle güzel bir ana-oğul olmuş ki, çok inandırıcılar. Ve oynamadan oynayan "Ahu Türkpençe". Göründüğü her sahnede pırıltısıyla odak noktası oluyor. Özellikle ucuz olabilecek sahnelerde 'oyuncu'luk farkını fazlasıyla konuşturuyor.
Filmin tekniğine gelince: "Tolga Örnek" olgunlaşmış bir sinema diliyle farklı bir dönemi, farklı dille anlatıyor. Bolca kullanılan yakın çekimler, İstanbul'un farklı boyutlarıyla hikayeye dahil edilmesi, müziğin son derece etkili kullanımı ve o olağanüstü jenerik, "Kaybedenler Kulübü"nü sinema tarihinde kalıcı bir yer edinmesini sağlıyor. Bence bu film bizim, bir undergrand klasiği olan "Easy Rider"ımız!
Şimdi Kaan'a seslenmek istiyorum: "Hadi bir mail at bana. Hem askerliği hem de 'Kelepir' günlerini yadedelim. Okurlarıma seni tanıtayım. 'Kelepir' dedim de, Sevgili Çağan, Kaan'ın "Kelepir Kitapevleri" macerası da tam filmlik.
Bugün İstanbul'da şölen var. İstanbul Film Festival'indeki filmlerin içinde iki hafta kaybolacağım. Kulağımda da hep "Kaybedenler Kulübü"nün şarkıları olacak.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.