Sizin hiç babanız öldü mü?
Babam İsmail Bursalı'yı kaybettim 11 Ağustos akşamı. Ertesi gün onu sonsuzluğa uğurlarken, dönülmez bir yeni yola girdiğimi biliyordum aslında. Ama bana "duygularını anlat" deseniz, henüz size nasıl ifadelendireceğimi bilmiyorum. Bazen karnıma bir yumruk inmiş gibi, bazen boğazım düğümlenip konuşamıyor, susamıyor, ağlayamıyor veya hıçkıramıyorken, ağlamaktan bitap düştüğüm de oluyor.
ÖKSÜZ VE YETİM
Ben önce öksüz kaldım, şimdi artık yetim.
Altı yıl önce annemi benden alan aynı amansız hastalık, şimdi de babamı aldı. Babamın anneme aşkı öyle dillere destandı ki, 6 yıl sonra aynı hastalığa yakalandığında, kendisi dahil onların aşkını bilen herkes, bu "son"a şaşırmadı aslında. Kaderin bir başka cilvesi de, annemi mucize şekilde üç buçuk yıl yaşatan doktorumuz Enver Yalnız, 6 yıl sonra da babacığımı beklenenden uzun yaşatmayı başardı. Şubat'ın 22'sinde başlayan mücadelemiz, 11 Ağustos'ta son buldu.
19 Haziran'daki Babalar Günü yazımda; "Babalar ve kızları" başlığını atmıştım. Bir erkeğin kız evladı olmadan babalığı tam olarak anlayamayacağını bilenlerdenim. Bir kız için de, babanın önemini en iyi yaşayanlardan bir de...
İnsan, hayatı boyunca yaptığı işlerde, başarılarında hep onaylanmak ister. İlk gençlik yıllarında pek farkında olmaz ama; önce ve hep ve daha çok babası tarafından onaylanmak ister aslında. Kız çocuklarının, hayatları boyunca tek ve en önemli kahramanları sadece ve sadece babaları olur. Tıpkı benim gibi...
Babasızlık nasıl diye sorarsanız; tek kelimeyle boşluk hissi diyebilirim...
Varlık içinde yokluk gibi...
Her şey varken, hiçbir şey yokmuş gibi...
Susarken konuşmak, gülerken ağlamak gibi..
Direksiyonsuz otomobil, şarjı bitmiş cep telefonu gibi...
Kökleri olmayan ağaç gibi...
Çiçekler gibi yüzünü güneşe çevirdiğinde hayat yerine yokluğu görmek gibi...
Annem gittiğinde de benzer duyguları yaşamıştım... Karşılıksız sevginin en derin ifadesi anne ise, karşılıksız vermenin de en doğru adresi baba değil midir? Babalar günündeki yazımda; bizim hikayemizden sözetmiştim. 17 yaşında üniversite ile başlayan yeni hayatımda evden hep ayrı yaşarken, Şubat ayından bu yana babamla tekrar aynı evde buluşmuştuk. Bizim buluşmamızın biraz hüzünlü bir hikayesi olsa da; şu anda onunla yaşıyor olmaktan ne kadar mutlu olduğumu anlatmaya çalışmıştım. Yaşamımızın bu 6 aylık döneminde her anında birlikte olmak, evimin her karesinde O'ndan bir hatıranın olması bugün yaşadığım duyguları hem daha kolay kılıyor hem daha zor.
Şehitler ve Somali
Bugün artık annesiz ve babasız, öksüz ve yetim kalmış üç kardeşiz artık. Prensesim Sinem ve artık evimizin erkeği-büyüğü abim Tarkan ile birbirimize daha sıkı sarıldığmız ve sarılacağımız dönem başladı. Serap ve Çağatay ile Berke ve Mete ile birlikte, hem annemizin hem de babamızın hatıraları ile, onların bize öğrettiği doğrularla yolumuza devam edeceğiz.
Bütün bunları yazarken aslında aklımda ve gönlümde bir yumru daha var. Somali'deki fakirlik içinde anne ve babasız kalan minik günahsız bebekler ile gencecik aslanlarını şehit veren anne ve babaları düşünüyor, daha çok kahroluyorum.
Kimsenin acısı, diğerinden daha az değil elbette. Acılar da mutluluklar da paylaşınca daha anlamlı oluyor. Ne yaşarsanız yaşayın, dünyanın neresinde olursa olsun aynı acıyı hissedebilmek insan olmanın en doğru tarifi değil de nedir?
Sözün özü; günlük tartışmalar, kavgalar, kısır çekişmeler veya gündelik hayata dair tüm yaşananlar, böylesine acılar karşısında anlamsız kalmıyor mu sizce de? Gelin bu mübarek Ramazan günlerinde, küs olduklarınızla barışın, kızdıklarınızı affedin, eğer yaşıyorlarsa anne ve babanıza daha sıkı sarılın ve insanığa dair tüm güzel duyguları bir kez daha hatırlayın. Henüz buna zamanınız ve imkanınız varken yapın...
Mutluluğun formülü öyle sandığınız kadar zor değil inanın... Mutlu pazarlar...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.