Sabah erkenden eve çıkıp bir toplantıya katıldım. Eve geldimki yazı teslim etme saatim gecikmiş. Bende bir telaş, bir an önce yazıyı yazmalıyım. Ama ne yazmalıyım? Televizyonda da İclal Aydın'ın sunduğu "Hayat Ağacı" programı var. Yaşam koçu Tamer Bey (soyadını öğrenemedim) aşk acısından söz ediyor.
Bunun için bir deney yapmak istedi ve beş kişi davet etti sahneye. Birini yere yatırdı. Diğerlerinden bu kişiyi yerden kaldırmak için talimat vermelerini istedi. Ama öyle "ayağa kalk," gibi direkt komutlar değil. Çünkü yerde yatan kişi ayağa kalkmasını bilmiyor. Dolayısıyla onu biz yönlendireceğiz. Yani şimdi ellerini yere koy, biraz geriye çek, dizlerini bük, vücudunu kaldırmaya çalış vs.. gibi şeyler söyleyeceğizki kalksın.
İnanmayacaksınız ama beş kişiden hiçbiri doğru talimatları veremedi. Biri, "ayağını kaldır!", diğeri "kolunu kaldır!", öteki "yan dön!" dedi. Yerdeki adam söylenenlerin hepsini yerine getirdi ama bu talimatlarla yerden kalkması mümkün olmadı.
EMPATİ KURMAK
O zaman dedi ki yaşam koçu; "Onun gibi yere yatmadıkça doğru komutları vermemiz mümkün değil." Ancak onunla aynı konumda olacağızki, ne yapılması gerektiğini görelim ve ne yapması gerektiğini söyleyebilelim. Yani empati kurmadan başkalarını anlayamayız. Onun yaşadıklarını yaşamadan ne hissettiğini bilemeyiz.
Aslında bütün ilişkilerin temel kuralı bu. Doğru iletişim kurmamız için karşımızdakinin yerine kendimizi koymamız gerekiyor. Dışarıdan ahkam kesmek kolay. Biri hakkında yorum yaparken, "Şöyle yapsaydı, böyle yapsaydı" deriz. Deriz ama onun ne yaşadığını bilmeden, onun koşullarını görmeden söylediğimiz her şey boşuna olur.
Genelde hemen birilerini suçlama eğilimi vardır bizde. Mesela dayak yiyen kadınların şiddete niye katlandıklarını anlamakta güçlük çekeriz. Hele eğitimli ve meslek sahibi olanları hiç anlamayız. Zannederiz ki o kadınlar zayıftır, güçsüzdür, çaresizdir.
İNSAN İLİŞKİLERİ
Ama uzmanlara göre, aslında o kadınlar zannettiğiniz gibi utangaç, kendine güvensiz, aciz kadınlar olmayabiliyor. Sorun; o kadınların beyinlerinin belirli bir şekilde programlanmış olması olabiliyor. Yani, o kadının daha çocukken, kendine olan saygıyı ve güveni, ancak iyi bir anne, eş olup, ailesinin ihtiyaçlarını giderebildiğinde kazanacağını öğrenmesi olabiliyor.
İşte bu nesilden nesile aktarılan 'program' kadınların en 'kötü' ilişkide bile takılıp kalmalarına neden oluyor.
Bir bakıma o kadınlar güçlü sezgileri, kesin ve hassas algılama becerileriyle, birlikte olduğu erkeğin aslında ona bağımlı olduğunu empati kurarak hisseder. Bu da onlara güç verdiği için ayrılamazlar.
Çünkü bu kadınlar çocukluklarında boyun eğmeyi öğrenmek zorunda kalmışlardır. Aksi takdirde takdir edilmez ve sevilmezler. Sadece başkalarının gereksinimlerini önceden hissedip karşıladığı zaman sevilir ve sayılırlar.
Gördüğünüz gibi insanı anlamak, onu çözmek kolay bir iş değil. İşte bunun için psikologlar var, yaşam koçları var.
O yüzden çocuk eğitiminin kolay bir iş olmadığını söylüyoruz. Anne olmak, çocuklarını sevmek, onun karnının doyurmak, altını temizlemek, giydirmek yetmiyor. Her konuda olduğu gibi kendimizi geliştirmemiz, eğitmemiz, her gün yeni bir şeyler öğrenmemiz gerekiyor.