Büyük dayanışma
1- Kadınların birbirlerini desteklemediği, kuyusunu kazdığı falan yok. Kadın kadının kurdu değil yani. Erkek egemen anlayışın, kadınları kadınlara düşürmek için uydurduğu bir söylem. Kadının en büyük rakibi yine erkek. Özellikle iş hayatında. Kadının kuyusunu kazan erkekler. Hepsi değil ama çoğu istemiyor kadını yanında, özellikle başında. İstiyor ki kadın elinin altında, hizmetinde olsun. Ona emir versin ama ondan emir almasın. Kadınlar ayakaltında dolaşsın ama kendi ayağı altında dolaşmasın. Yani kadın onun rakibi olmasın. Olacağını anladıkları anda kadınları birbirine düşürüp, hem ondan hem olası rakiplerden kurtulmaya çalışıyorlar.
2- Kırmızı projesi kadınların dayanışmaya ne kadar ihtiyaç duyduklarını, birlikte bir şeyler yapmak için bir kıvılcım beklediklerini gösterdi. Zaten niye güçlerimizi birleştirmeyelim ki? Niye eksiklerimizi birbirimizle dayanışarak gidermeyelim ki? Meğer bunu bekliyormuşuz.
İŞİN SIRRI ÖZGÜVEN
3- Aslında bu dayanışma sadece aynı cinsten olanları kapsamıyor, kendine güvenen, herhangi bir kompleksi olmayan her insan birbirine yardım etmek, güçleri birleştirmek istiyor. Hepimizin birbirine ihtiyacı var. Hangi işi yapıyor olursak olalım, daha büyümek, gelişmek, başarmak için birbirimizin gücünden faydalanmamız gerekiyor. Nitekim öyle oldu. Ben hem erkeklerden hem de kadınlardan büyük destek gördüm. Onlarla işbirliği ve ortaklık yaptım. Ama özgüveni tam, kadından korkmayan, kadın-erkek ayrımı yapmayan, kadının gücüne inanan, kadını küçümsemeyen kadın ve erkeklerle.
Nedim Şener
Kırmızı'yla uğraşırken meslektaşlarımın gözaltına alınmasına sessiz kalamazdım. Kalmamamız gerek diye düşünüyorum. Bir gazetecinin elinde, evinde, bilgisayarında belge, doküman bulunması kadar normal bir durum olamaz. Yazdıkları nedeniyle Soner Yalçın, Ahmet Şık gibi gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanması, pek çok kişi gibi bana da ürkütücü geliyor. Özellikle Nedim Şener gibi meslek hayatı boyunca etik ölçülere uygun davranmış, Ergenekon ve benzeri türü örgütlenmelerin ortaya çıkarılmasında önemli katkılarda bulunmuş birinin tutuklanmasının, pek çok kişi gibinin düşündüğü gibi bardağı taşıran son damla olduğunu düşünüyorum.
Basın ve ifade özgürlüğü konusunda endişelere kapılıyoruz haklı olarak. Yazdığımız her yazıyı korkarak, çekinerek yazıyoruz. Yanlışları dile getirmememiz mi gerekir?
Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin Kadın Koordinasyon Merkezi'nin hazırladığı ajandada büyük bir hata/yanlış/eksik var. "Dünyada ve Türkiye'de Kadın Hareketinin Genel Tarihçesi"nin kronolojisi yapılırken, ne Medeni Kanun'un kabul edilişinden söz ediliyor ne de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinden...
1922'de ilk kız öğrenci Tıp Fakültesi'ne kayıt yaptırarak eğitime başladı deniyor.
Sonra 1930'a atlanıyor ve "Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenleme Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapıldı" deniyor. Doğum izninin düzenlenmesinden söz ediliyor ama 1926'da Medeni Kanun'un kabul edilmesi ve 1930-193-1934'de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinden söz edilmiyor. Neden? Nedenini sormayalım mı, sorgulamayalım mı?
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.