Dilek Türker ve Soytariçe
Diyor ki yıllarını tiyatroya vermiş, elli yılı aşkın bir süredir sahnelerde olan ve tek başına kurduğu tiyatrosunu yine yıllardır başarıyla sürdüren Dilek Türker, yaşam öyküsünden yola çıkılarak yazılan "Soytariçe" adlı romanın girişinde:
"Yaşam, uçsuz bucaksız bir mücadele alanı. Özellikle içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşayan kadınların mücadelelerini sürdürmeleri için özgüvenlerinin artması, kendilerini keşfetmeleri, ayakları üzerine sağlam basmaları, yarınlara umutla bakmaları gerektiğine inanıyorum.
İşte bu nedenle böyle bir mücadelenin tam ortasından sesleniyorum size: Mutluyum ve hala yarınlara umutla bakabiliyorum." Bazı insanlar vardır girdikleri her ortama ışık saçar, yürüyüşleri, duruşları ve bakışları ile ortamdaki herkesi büyüler.
Her hareketiyle hayranlık uyandıran bir kraliçeye dönüşür.
Dilek Türker de böyle bir kadın işte.
Hele sahnede...
Yarattığı illüzyonla, seyirciyi tek başına yedi-sekiz kişilik bir topluluğun içine sokuyor. Aynı bedende bütünleşen karakterlerle adeta devleşiyor.
İNSAN ŞİDDETİNDE
O, yazar Aziz Nesin'in ifadesiyle "Ruhu bedenine, bedeni kendine sığmayan coşkular prensesi." Tiyatrocu oyuncusu ve yönetmeni Orhan Alkaya'ya göre "İnsan şiddetinde bir deprem sahnede." Yazar ve şair Ataol Behramoğlu onu, "Güzellik, soyluluk ve direnç simgesi" olarak tanımlayarak şöyle diyor:
"Tanıdığım en kibar, en zarif, en aydın, en duygulu kişilerden. Aynı zamanda zekası ve mizah duygusu en yükseklerde, sözünü kötüden, gözünü budaktan sakınmayan yalansız, dolansız, saydam, açık ve dürüst bir kişiliğin sahibi." Şair ve oyun yazarı Melisa Gürpınar da, içinde taşıdığı tükenmeyen gençlik ateşi ve hep ayaklanmak isteyen yüreğiyle, pek aşılmadığımız bir tiyatrocu tipini sergilediğini belirterek, "Türk Tiyatrosu'nun yapılanmasında, yerli oyunların yazılmasının ve sahnelenmesinin ne denli önemli olduğunu sözde değil, tutum ve davranışlarıyla anlatır." der.
İşte ben de 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nü kutladığımız bu günde, sahnede izlemekten de, oturup sohbet etmekten de büyük keyif aldığım Dilek Türker'den söz etmek istedim.
SAYISIZ OYUN VE ÖDÜL
İstanbul'da doğan Dilek Türker, 1864 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda oyunculuğa başladı.
Hiçbir eğitim almadan içindeki yetenekle birçok başrol oynadı. 1973 ve 77 yıllarında 2 defa en iyi oyuncu seçildi.
1978 yılında Almanya'ya gitti.
Aralarında "Keşanlı Ali Destanı" olmak üzere pek çok oyunda oynadı.
Türkçe ve Almanca olarak Almanya'nın birçok kentinde, İsviçre, Hollanda ve Avusturya'da beş yıl boyunca oynanan Sevdican da bunlardan biri. Almanca- Türkçe Yunus Emre Resitasyonları yaptı.
1990 yılında Türkiye'ye döndü ve Tiyatro Ayna'yı kurdu. Yurtiçi ve yurtdışı turneler gerçekleştirdi. Ünlü isimler onun için oyunlar yazdı.
Aziz Nesin, "Bir zamanlar Memleketin Birinde"yi, Dinçer Sümer "Beni Dünya Kadar Sev" i, Rekin Teksoy "Rosa Luksemburg" u, Tuncer Cücenoğlu "Ziyaretçi"yi...
Nezihe Araz onun hayatında önemli yazarlardan biri.
Başta "Kuvayi Milliye Kadınları" olmak üzere, "Nakşıdil Sultan" ve "Mustafa Kemal ile Bin Gün-Latife" adlı oyunları halen oynamaya devam ediyor.
"Mutlu Ol Nazım"ı da.
O kadar çok ödülü var ki...
Oyunlarından birine denk gelirseniz mutlaka gidin.
Eşinizi, dostunuzu da götürün.
Gönüller arasında bağ kuran, kalp perdesini açan, insanı eğiten tiyatronun büyülü dünyasına girin.
Ve Ragıp Ertuğrul'un yazdığı Soytariçe'yi (Tekin Yayınları) alıp, okuyun.
"Yaşadığım 'an'lardır beni mutlu, umutlu ve güçlü kılan. Sevgiyle, saygıyla koruduğum ve artık birer anıya dönüşmüş olan bu 'an'ları sizinle paylaşmak istedim.
Yaşadığım tüm anılar, nefretle değil sevgiyle, kavgayla değil barışla anılmayı hak ediyor" diyen kraliçenin, yaşam boyu ne tür soytarılıklarla karşılaştığına, bunlara boyun eğmediğine ama soytarılığın da gerçek hakkını vererek soytariçeliğini nasıl kutsadığına tanık olun...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.