Ne lezzetli maçtı
Salı, Çarşamba... Cumartesi, Pazar, Pazartesi...
Türk futbolcusunun, hiç alışık olmadığı bir takvim...
Ardı arkasına, durmadan maç, maç, maç(!) Öyle ki, yarım asır öncesi, bu takvimi uyguluyorlardı, o İngilizler... Şimdi; korona virüsten dolayı, aynı İngiltere Ligleri gibi, mecburen 'kısa metraja!' giren liglerimizde, ilk bahsedilen konu, 'yorgunluk(!)' Bahanelerin arkasına saklanma alışkanlığımız var ya, birkaç gün önce Süper Kupa'yı kazanan Trabzonspor için şu karşılaşma, bir dezavantaj olacak mıydı, mesela? Futbol adına 'Yeme de, yanında yat' bir ilk yarı izledik...
Sahanın en gençleri Abdülkadir Parmak ve Rıdvan'ın ilk on dakikada sakatlanmaları, haftada iki maç oynamalarının bir göstergesiydi, ne yazık ki!
Ama, ya sonra? Oyun alanın her metre karesini kullanan...
BEN İZLERKEN YORULDUM
Top rakipteyken, karşılıklı presi basan... 'Ev sahibi' olarak, temkinli hücum eden... 'Misafir' olarak, haddince tepki veren, her iki takım Beşiktaş ile Trabzonspor'un karşılıklı cengine, mest oldum, mest... Önce, N'Sakala'nın ortasını, Aboubakar'ın gole dönüştürmesiyle başladı, ilk heyecan...
Enteresandır, Beşiktaş'ın orta göbekte konuşlanan iki cengaveri Josef ve Atiba'nın, o ana kadar adlarının geçmemesine rağmen, geldi o gol! Trabzonspor tarafında, ele-avuca sığmayan iki tehlike; biri Nwakaeme, biri, Ekuban...
Israrla sürdürdükleri hücumları sonucu, Nwakaeme'nin şutunun, Montero'ya çarpmasıyla, eşitlediler tabelayı.... Fiiuuvvv!
Samimiyetle söyleyeyim; kafamı bi oraya, bi buraya çevirmekten yoruldum, yoruldum! Hele hele, ikinci yarı... Sözüm ona 'yorgun!' Trabzonspor'un, 'zerre' yoktu, geçmiş maçtaki hallerinden...
Baker'in şut denemeleri... Ekuban ve Djaniny'in Beşiktaş savunmasını sürekli 'didiklemeleri!' karşılığında, Victor Hugo'yla, geçtiler öneeeee! Ve maç bitti, Trabzonspor lehine... Dün akşam, kim kazanmış, kim kaybetmiş, o ayrı...
O yorgun denilen Trabzonspor aldı puanları ama ben, müthiş futbol tadında, harika bir pastayı yemiş gibiyim...
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.